19 Haziran 2012

Kürt sorunu nasıl çözülmez...

Kürt sorununda çözüm tartışmalarını konu edeceğimiz bu köşeyi yazmaya otururken Hakkari Dağlıca’dan çatışma ve yeni ölüm haberleri gelmişti. Valilik’ten yapılan açıklamaya göre 8 asker ve 10 PKK’li yaşamını yitirmiş, 16 asker de yaralanmıştı.
Evet Kürt sorunu, çözülmemesinin diyetinin can bedeli ile ödendiği bir gündem olarak varlığını bütün ağırlığı ile yine diğer tüm gündemlerin önüne koyuyor.
Leyla Zana’nın Kürt sorununu çözmeye muktedir tek güç olarak işaret ettiği Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye, KCK operasyonları sonucunda tutuklanarak cezaevlerine doldurulmuş olan 8 bin Kürt’e ek olarak, bir türlü son bulmayan askeri operasyon-çatışma sarmalında yeni canlar vermeye devam ediyor.
Murat Karayılan, Avni Özgürel’e verdiği ve Özgürel’in ‘Birlesikbasin.com’ sitesinden yayımladığı uzun röportajda çatışma siyasetinden olabildiğince uzak durmaya çalıştıklarını, ancak operasyon politikası karşısında bir kilitlenmeye itildiklerini dile getiriyordu. Bahar aylarında PKK’nin saldırılarına dair haberlerin yoğun biçimde gündeme gelmemiş olması da bu sözlerin teyidi sayılabilir.
Ancak güvenlik tercihinin önde, diyalog yönteminin ise arkada tutulduğu bir süreçteyiz ve bunun kaçınılmaz sonuçlarını yaşıyoruz. Bir çözüme kavuşturulmadığı müddetçe çatışma sürecine emanet edilmiş olan bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha not ederek devam edelim.
Avni Özgürel Kandil’e giderek Murat Karayılan ile yaptığı röportajı yayınlamasının ardından
Neşe Düzel’e verdiği röportajda da izlenimlerini paylaştı. Oslo sürecinin nasıl işlediği ve bu süreci kimlerin sabote ettiğine kadar varan detayları bu röportajları izleyenler okumuşlardır ve okumamış olanlar da internetten ulaşabilirler.
Bir köşe yazısı kapsamında bu detayları tartışma imkanı bulunmadığından, burada sadece önemli gördüğümüz belli noktalara işaret etmek istiyoruz. Özgürel hem Karayılan ile yaptığı röportajda edindiği izlenimler, hem de devlet, bölgesel ve uluslararası aktörlerin eğilimlerinin toplamından çıkardığı sonucu, “Türkiye barışa hızla yaklaşıyor” diye özetliyor. Çözüm derken neyi kastettiğini de şöyle açıklıyor: “Birincisi, PKK’nın dağdan inmesini ve silahların bırakılmasını kastediyorum. İkincisi, Kürtçenin okullarda eğitim müfredatına dâhil edilmesidir, ki seçmeli ders de olsa bu kısmen yapılıyor şimdi. Üç, dağdakiler için kapsamlı bir af projesinin devreye sokulmasıdır. Dört, Öcalan’la ilgili ev hapsine geçilmesidir. İşte çözüm denen, bütün bunların bir takvime bağlanmasıdır.”
Özgürel bu süreçte PKK ile görüşmelerde Talabani’nin devrede olduğunu dile getiriyor. Başbakan’ın siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan da geçtiğimiz günlerde bunu şu sözlerle teyit etmişti: “Şu anda İmralı’yla da, Kandil’le de görüşme yok. Ancak sair faktörler ön plana çıktı. Örneğin, Kuzey Irak’taki aktörler devreye girdi.”
Ne var ki, bu noktada çok kilit bir sorun hâlâ varlığını korumaya devam ediyor. ABD’nin Irak’ta izlediği politikanın da dolaysız bir sonucu olarak Türkiye’nin Kürt sorunu konusunda Irak’ta Kürt aktörler devreye girmiş durumda. Hatta Kerkük petrolleri konusunda Barzani yönetimi ile Ankara’nın ortak hedeflere yöneldikleri, PKK ve Türkiye’nin Kürt sorununa dair gündeminin de bu bağlamla birlikte etüt edildikleri dile getiriliyor.
Leyla Zana’nın Hürriyet’e vermiş olduğu röportajdaki görüşlerinin de, bu ilişkilerin dahil olduğu bir çerçevede okunabileceği söylenebilir. Ancak önemli nokta şu ki; Zana’nın Erdoğan’a biçtiği rol ve Kürt siyaseti konusunda da kullandığı eleştirel üsluptan hareketle Taha Akyol’un ve AKP kurmaylarının ya da onlara yakın kimi liberal çevrelerin dile getirdikleri görüşler, bilinen arızalı yaklaşımın tekrarı niteliğinde.
Erdoğan ve AKP için Kürt sorununun çözümü, kendilerini güçlendirdiği oranda bir anlam oluşturuyor. Yani bir belediye hizmetinde olduğu gibi, herhangi bir ‘altyapı yatırımı’ AKP’ye oy getireceği ve onu siyaseten büyüteceği oranda işlevseldir.
Oysa Kürt sorunu sadece dile dair bir kimlik, kültür sorunu değil, aynı zamanda bir siyasal kimlik sorunudur da. Son olarak Van Belediye Başkanı örneğinde de görüldüğü gibi, AKP’nin seçimde kaybettiği mevzilerin polis-yargı mekanizmaları aracılığı ile BDP’den geri alınmaya çalışıldığı bir yaklaşım daha baştan sakattır.
Kürtler kendi seçtikleri belediye başkanları ve siyasilerce yönetilmek istiyorlar. Aksi bir tutum, aralarında çok sayıda seçilmişin de bulunduğu binlerce Kürt’ün cezaevine doldurulmuş olmasına, 2 saatlik seçmeli Kürtçe dersinin diyeti olarak katlanılmasını isteme tutumudur.
Böyle bir yaklaşım açıktır ki, Kürt kimliği ve diline dair bundan sonraki adımları da, Kürtlerin siyasi varlığının tasfiyesine bağlayan bir yaklaşımdır.
Çoktan iflas etmiş olan bu yaklaşım, yeni can kayıplarından başka bir şeye hizmet etmiyor.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Vergide sahte sefer

Vergide sahte sefer

Maliye Bakanı Şimşek’in servet sahiplerinin vergi ödememesine tepkiler üzerine ilan ettiği “vergi denetimi seferberliği”nden koca bir hiç çıktı. Müfettiş yetersizliği nedeniyle şirketlerin sadece yüzde 2’si denetlendi. Sınırlı denetimde bile kaçırıldığı tespit edilen vergi tüm şirketlerin ödediği kurumlar vergisinin yarısına erişti. Vergi yükü her zaman olduğu gibi bordro mahkumu emekçinin sırtında kaldı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Suriye’de Aleviler hem katledildiler hem de “Esed artığı”, “mezhepçi fitne”, “provokatör” gibi suçlamalara maruz kaldılar.

Evrensel'i Takip Et