Çok dil ve ortak vicdan
Fotoğraf: Envato
Sorunların kabul edilebilir çözüm ortamının sağlanmasında; hukuk kadar, değerler tartışması da yapılmalıdır. Türkiye’nin Kürt sorununu çözememesinde hukukundan kaynaklı sorunlar yanında, değerler sisteminde yaşanan yozlaşmayı da açık biçimde tartışmak zorundayız.
Hukuk felsefesinin hiçbir önem ifade etmediği bir ülkede yasa yapıcılar, yargıçlar ve nihayet uygulayıcılar hatta yasalardan faydalanacak olan toplum bile ciddi bir tutarlılık krizi yaşar. Felsefi temelleri birlikte inşa edilmemiş bir hukukun toplumsal hayatı güvence altına alması son derece zordur. Bu durumda gücü elinde bulunduran kuralları keyfine göre algılama yoluna gider. Kuralların kendi lehine yorumlanmasını bekleyenler de gücü ele geçirmenin çabası içine girerler.
Bu durum Türkiye siyasetinin yapısal sorunlarından birisini oluşturmaktadır. İnsani değerler bağlamından kopuk bir kurallar yığınına dönen hukuk, toplum ile siyasal mekanizmalar ilişkisini de tahrip etmektedir. Tanımlanmış haklar, toplumun siyasal karar süreçlerini şekillendirmesine yetmediği gibi siyasetin “etik” değerlerle sınırlandırılmasını da imkansızlaştırmaktadır.
Bu uzun girişten sonra gündemdeki tartışmaları hatırlamaya çalışalım. Mevcut anayasaya bağlılığından hiç şüphe duyulmaması gereken bir kurum olan Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanının görev süresi ile ilgili öyle bir karar veriyor ki evlere şenlik. Yürürlükteki anayasa hükmü açık olmasına rağmen eski hükmü esas alıp yedi yıl demekle kalmıyor, yeni düzenlemeden kaynaklı ikinci kez seçilme hakkını da karara ekliyor. Nasreddin Hoca’nın “Sen de haklısın sen de” fıkrası gibi bir durum. Siyasal dengeleri gözeten bir karar verirken açıkça yasaklanmasına rağmen kendisini yasa yapıcı yerine koyarak düzenleme yapıyor. Yapılan iptal başvurusunu reddetse ya da uygun görse idi, kararla ilgili haklılık ya da haksızlık tartışması yapacaktık. Şimdi öyle bir karar verildi ki, tutarlı bir değerlendirme yapmak bile imkansız.
Önümüzdeki günlerde yeni anayasa yazımının ana dile değen başlıklarını tartışacağız. Anayasa Uzlaşma Komisyonundaki partilerin hangi düzeyde bir ortaklaşma yaşayacağı kadar, konunun toplumsal akıl ve vicdanda nasıl karşılık bulacağı da son derece önemli. Dünyanın bir çok ülkesinde insanlar çocuklarına iki hatta üç dil öğretebilirken biz hâlâ ana dil hakkını korku ve gerilim içinde konuşuyoruz.
Farklı bir eğitim dili söz konusu olursa birbirimizle iletişim kuramayacağımız, Türkçenin adım adım tedavülden kalkacağı kaygısı ile “tek dil” anlayışından geri adım atmamaya çalışıyoruz.
Oysa ortak vicdan ve ortak aklını kaybeden toplumlarda “tek dil” birlikte yaşamanın güvencesi olmaz. Bu nedenle aynı dili konuşuyor gözükmekle birlikte bu dil sayesinde bir iletişim ve birbirimizi anlama becerisi gösteremiyoruz. Roboskî’de hayatını kaybeden siviller, mağarada çatışmasız infaz edilen militanlar ya da Dağlıca’da hayatını kaybeden askerler herkesin durduğu yerden farklı bir anlam ve öncelik taşıyor.
DPI tarafından düzenlenen Galler programında, ana dille eğitim sorununun nasıl çözüldüğünü anlamaya çalışırken, benim kafamı kurcalayan sorular, serinkanlı düşünme ve konuşmayı bile imkansız kılıyor.
- Yazılı olmayan kurallar 11 Nisan 2015 01:00
- Muhalefetin gücü ve farkındalık 04 Nisan 2015 00:57
- Katırlar da ağlar 28 Mart 2015 01:00
- Halife efendimiz aldatılmış hükümsüzdür 21 Mart 2015 00:52
- Ben aday olmazsam kim olmalı? 14 Mart 2015 01:00
- Erdoğan’ın faizci arkadaşları ? 07 Mart 2015 00:54
- Türkmenistan modeli dururken ne Meksika'sı? 28 Şubat 2015 01:00
- Kavganın büyüğü 21 Şubat 2015 00:52
- En yeni Türkiye 14 Şubat 2015 01:00
- İşlevsiz parlamento, tutarsız başkanlık 07 Şubat 2015 00:52
- Herkes radikal solmuş meğer 31 Ocak 2015 00:53
- Deli deliyi görünce 17 Ocak 2015 01:00