Çayır çimende iki yiğit...
Fotoğraf: Envato
Çayır çimen üzerinde ve binlerce kişinin gözü önünde meşin yuvarlak yuvarlanıp gidiyor, ardından da iki yiğit omuz omuza koşuyordu bir güzel. Önlerinde kaptırıp giden topu kapmak; olmazsa da kaptırmamak uğraşındaydı ikisi de. Varsın top öyle bir başına gitsindi, kimsenin olmasındı da. Omuz omuza gibi görünseler de içlerinden biri, ben diyeyim bir omuz boyu, siz deyin bir burun boyu önceliğindeydi diğerinden. İşte o önde olan, berisindeki meslektaşının böğrüne dirseğinin en sivri, acıtması en kocaman yerini indiriverdi o koşturma sırasında ve bütün güzellik de yitip gitti. Dirseği yiyen umursamadı bu bedensel yaklaşımı. Gözü de, usu da toptaydı çünkü. Oysa, o da, bir dirsekle ya da bir dizle karşılık verebilirdi bu atağa. Hem yapmadı; hem de yapılana aldırmadı. Sen misin aldırmayan. Aynı dirsek bu kez yüzüne; hem de daha güçlü olarak indi. Buna aldırmazlık olmazdı, olamazdı işte. O da çokça aldırdı, iki eliyle yüzünü kapattı, kendini yere attı ve debelenmeye başladı biraz önce koşuşturdukları çayır çimenin üzerinde… Bir karşılaşmayı anlatan sunucunun deyişiyle refleksini çokça abartmıştı belki de yerdeki adam.
Bu olay orada, yani yeşil alan olarak da adlandırılan bir çayır çimen üzerinde değil de sokak ortasında olsaydı daha büyür, karakolda biterdi büyük olasılıkla. Ama çayır çimen üzerinde ileri demokrasi vardı, uygarlığın güzeli vardı, dahası 12 Eylül kalıntısı kurallar, şunlar bunlar vardı. O nedenle olsa gerek dirsek kullanıcısına önce bir kırmızı kart gösterildi; sonra da üç beş karşılaşmada oynayamayacağı muştusu (!) verildi. Sonuçta adam poşu takmamış, parasız eğitim istememişti ki. HES’e, HÖS’e de karşı çıkmamıştı. Alt yanı bir dirsekti. Sokaklarda kan gövdeyi götürüyor; yine de kan dökücüler, can alıcılar ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlardı. Yatmak gerektiğinde ise boylarına uygun dam aranıyordu. Anlayacağınız, döven mutlu, dövülen suçlu biçiminde yaşam sürüyordu.
Oynarken kazanacağını oynamadan da kazanacak olan dirsek güzeli için bu yaptırım tam anlamıyla bir muştu oldu. Herkes koştururken o yan gelip yatacak, gününü gün edecekti. Bir ödüldü bu onun için. Kendine hak da vermiştir belki de. Çünkü, kendisi arada sırada da olsa oynayıp parasını biraz da olsa hak ederken, günlerini yatakta, gecelerini batakta geçiren arkadaşları yedeğe bile giremiyor; yine de paralarını alıyorlardı. Üstüne bir de oynarken yediği tekmeler tokatlar eklenirse… İyiydi be çayır çimenin dışında kalmak!.. İyiydi de asıl yaptırıma uğrayan yine kulüp yani tüzel kişi olmuştu. Onca para dökerek beslediği gerçek kişi bir kez daha eksik bırakmıştı takımı. Hem de sona gidilirken. Hem de gece bağımlısı, yaptırım bağlısı, sakatlık bağlantısı eksiklerin üstüne. Yaşam zorlukla sürüyordu ya, yine de birileri mutlu oluyordu.
Çayır çimendeki bu iki yiğidin kapışması, topsuz alandaki bir tartışmayı körüklüyordu. Hani, anlaşmalı oynaşma olayında özellikle başbakanın deyişiyle önem kazanan; ama benim yıllardır bağırdığım tüzel kişi-gerçek kişi çatışmasına. Çünkü, suçu gerçek kişi olan topçu işliyor; ama tüzel kişi olan takım kıyıma ve dolayısıyla da yıkıma uğruyordu. Böyle bir uygulamada gerçek kişi suç işlemekten niye alıkoysun ki kendisini. Böyle bir şeyi düşünmez bile. Düşünmüyor da nitekim. Gerçek kişilerin en ağırlıklı bölümünü oluşturan izleyiciler boşuna dalmıyorlar yeşil alana ikide bir. Dalanlar iki saat sonra salıveriliyorlar, kulübe iki karşılaşma izleyicisiz oyna buyruğu geliyor. Yaşam böylesi saçmalıklarla sürüp gidiyor da bundan mutlu olanlar da oluyor ne yazık ki.
Başbakan da gerçek kişilerle tüzel kişilerin ayrılmasını istemişti ya!.. Gerçi sonradan Avrupa’ya beş yıl gidilmemesini önerirken suçun ederini yine tüzel kişilerin üzerine yıkarak kendisiyle çelişmişti ya!.. Sanırım Avrupa’ya gerçek kişi konumundaki oyuncuların kendi başlarına gideceğini düşünmemiştir başbakan. Hem kendi topçuluğu var; hem de Hakan Şükür gibi gol kralı bir milletvekili. Ama danışmanları da, “Şikenin sonucunda takımların değil tüzel kişilerin ceza alması gerektiğini...” savunan iki yiğit Cemil Çiçek ve Suat Kılıç gibi düşünmüşlerse başbakanın çelişkiye düşmesi de çok doğal. Bu doğal görüntü de bu çelişkiyi gidermeye engel ne yazık ki...
- Tiyatro keyfi gene vefa borcu ödüyor: Cahide Sonku Müzikali* 02 Aralık 2015 01:00
- Berksoy'dan Haldun Taner'e doğum günü armağanı: 'Dün-bugün' 28 Ekim 2015 01:00
- ‘Ölenlere rahmet, yaralılara acil şifa’... 21 Ekim 2015 00:16
- 283 sanatçımızın 'Teröre hayır, kardeşliğe evet' bildirisi 14 Ekim 2015 01:00
- Yeni sezon geldi hoş geldi, aynaya renk geldi 07 Ekim 2015 00:51
- 13. Kıbrıs Tiyatro Festivali’nin en sivri oyunu: “Halktan Biri” 30 Eylül 2015 00:51
- Barışın çivisini çakmak 23 Eylül 2015 00:51
- Şu an batmakta olan geminin duvarlarına resim yapmaktasınız 16 Eylül 2015 00:52
- Şiirimizin 50 yıllık bey oğlu: 'Ataol Behramoğlu' 09 Eylül 2015 01:00
- Topçu, Levent Üzümcü'ye sahip çıksana... 02 Eylül 2015 01:00
- Tomris İncer, hasta karakterine can verirken… 26 Ağustos 2015 00:32
- Bahçeli, Özkan ve Kocabıyık için suç duyurusunda bulunuyorum 19 Ağustos 2015 01:00