LeBron kazanmayı öğrendi
Fotoğraf: Envato
LeBron James, 2007 NBA finalleri sonunda boyunun ölçüsünü almış bir halde koridorda şampiyon rakibin efsanesi Tim Duncan’la karşılaşmıştı. Duncan’ın ona söylediği “Çok yakında bu lig senin olacak” sözlerinin uçuk bir kehanetten ya da teselli cümlesinden ibaret olmadığı açıktı. Fakat James’in genç yaşında sahip olduğu tüm ayrıcalıklara karşın yemesi gereken 40 fırın ekmek olduğu da ortadaydı.
22 yaşında çıktığı ilk final serisinde LeBron’un Spurs savunması karşısında bütün zaaflarının ortaya döküldüğüne tanıklık etmiştik. Tüm yeteneklerine karşın muazzam fiziğini post oyununda kullanmadan, orta mesafe oyununu geliştirmeden, daha iyi bir şutör haline gelmeden Spurs seviyesindeki savunmaları alt etmesine ve neticede bir “Şampiyon” olmasına imkan yoktu. Seri biter bitmez “Daha iyi olmalıyım” dedi.
2007’den sonra Cleveland’da geçirdiği 3 normal sezonun 2’sinde MVP oldu. Böylesi bir oyuncunun halen birçok eksiğinin olduğunu gözlemlemek şaşırtıcı olduğu kadar korkutucuydu da. Şaşırtıcıydı; çünkü birçok oyuncu için hayati olan eksikliklere rağmen tarihin en iyi oyuncuları seviyesinde gözüküyordu. Korkutucuydu; çünkü hepsi çalışarak ilerletilebilecek olan bu eksiklikleri aştığında LeBron’un önünde neyin durabileceği sorusu yanıtsızdı.
Yine de olmuyordu işte! Bir yere kadar geliyor sonrasında ya takım arkadaşlarından yeterli desteği göremiyor (38-8-8 ortalamayla oynamasına rağmen elendikleri 2009 Orlando serisi), ya durduruluyor (2008 Boston serisi), ya da kendi kendine duruyordu (2010 Boston serisi).
2010 yazı sonrası kariyeri süresince sponsorlarının istediğini yaparak büyük bir şehre, markete gitmeye karar verdi. Tarihe “Karar” olarak geçen ve nahoş bir canlı yayın şovunda “Yeteneklerimi Güney Sahili’ne götürüyorum” gibi baştan aşağı kibir kokan (büyük ihtimalle Nike’ın yazdırdığı bir metin) cümlelerle Cleveland’ı terk edip Miami’ye geldi ve Wade-Bosh ikilisiyle “Büyük Üçlü”yü oluşturdu. Artık LeBron’un mazereti yoktu. Hem takımı iyiydi, hem de 7 senelik bir tecrübeye sahipti. Üstelik Miami’de verilen “Merhaba” partisinde taraftara “1 değil 2 değil 3 değil 4 değil” diye devam eden komik bir şampiyonluklar serisi sözü de vermişti.
Takımın liderinin Wade mi LeBron mu olduğu gibi taktiksel ve egosantrik tartışmalar eşliğinde finale kadar gelmişlerdi ama son dönemeçte neredeyse bir LeBron klasiğiyle karşılaştık. Final serisi boyunca tıpkı 2007 Spurs, 2008 Boston, 2010 Boston serilerinde olduğu gibi yetenekleri, hırsı, azmi uzaylılarca kaçırılmış bir Space Jam karakteri gibiydi. Kendi seviyesinin çok altındaki ortalamaları bir yana 2.05’lik 120 kiloluk bir doğa anomalisinin sahada bu kadar silik hale gelebilmesini akıl almıyordu. Bir kez daha başarısızlıkla baş etmek zorunda kalan LeBron basın toplantılarında verdiği hazımsız cevaplarla puan kaybetmeye devam ediyordu. NBA tarihinin en antipatik süper yıldızı olmak için uğraşıyor gibi bir hali vardı.
Son 1 senenin LeBron için nasıl geçtiğini 2012 playofflarında özellikle kritik maçlarda ortaya çıkan performansıyla gördük. LeBron bu kez başarısızlıklardan ders çıkarmış, tecrübe edinmiş, eksikliklerini gidermek için yapması gerekeni yapmış; tabiri caizse daha iyi bir oyuncu olabilmek için kıçını yırtmıştı.
Playoff boyunca Heat’in sırtı 3 kez duvara yaslandı. Üstelik Wade dizi sebebiyle yavaşlamıştı, sakatlanan Bosh’sa kimi zaman hiç ortada yoktu. Pivotsuz bir takım olmaları da cabası... Bu şartlar altında konferans yarı finalinde Indiana’ya karşı, 2-1 gerideyken ve pota altında Pacers’a adeta ezilirken LeBron ilk mesajı verdi. Kritik 4.maçta 40 sayı attı 18 ribaunt (en önemlisi) aldı 9 asist yaptı. Daha sonra seride arkalarına hiç bakmadılar bile.
İkinci test Boston’a karşı geldi. Sahalarındaki 5.maçı, Pierce, LeBron’un üzerinden o kritiği üçlüğü sokarak kaybettiklerinde, bizimki yine kendisinden bekleneni veremeyen, maç sonlarında sahadan silinen sahte süper yıldız hallerindeydi. Müthiş eleştiriler altında deplasmanda çıktığı 6.maçta 26’da 19’la 45 sayı 15 ribaunt 5 asistle üzerine gelen her savunmayı dağıttı. Bu kez bir şeylerin farklı olduğu aşikardı. 2 gece sonra Miami’de kariyerinin ilk 7.maç zaferini yaşayarak 3.kez finale çıktı.
Finalde karşısında “Ligin en iyi oyuncusu” tartışmalarındaki yeni rakibi Kevin Durant vardı. Oklahoma City kağıt üzerinde Miami’den daha komple bir görüntü çiziyordu ve birçok kişinin favorisiydi. Unutulan LeBron ve arkadaşlarının artık bu dezavantajları giderecek kadar deneyimli olmasıydı. İpler ilk maç hariç hep LeBron’un elindeydi. Büyük oranda geliştirdiği post oyunuyla usta bir “power point guard” performansı sergiledi. Sayılarının büyük çoğunluğunu (ortalama 17.6) olması gerektiği gibi boyalı alandan buldu. Ibaka’nın iddialarının aksine, seri boyunca 5 pozisyonu da savunarak ligin en elit savunmacılarından biri olduğunu bir kez daha kanıtladı. Yılların hastalığını üzerinden atmış, 3 sayı çizgisinin dışında gereksiz driplinglerle uğraşacağına alçak postta ikili sıkıştırmalara karşı eşsiz saha görüşünü ve pas yeteneğini konuşturmaya başlamıştı. Son 2 maçta 25 asist yaptı. Son maçta yaptığı 13 asist (8’i 3’lük), 34 sayıya (Son 15 yılın en yüksek final rakamı) tekabül ediyordu.
LeBron her haliyle bugüne kadar hiç olmadığı gibiydi; Şampiyon gibi! Bill Simmons’ın yazdığı gibi insana “Lanet olsun. Nasıl yapılacağını çözmüş” dedirtiyordu. Evet bunca yıllık hayal kırıklığından, yenilgiden, nefretten sonra LeBron nasıl kazanılacağını çözmüştü.
Takımdaki rol oyuncularını onun gölgesi altında ezilmekten kurtaran da harika istatistiklerinin göz boyamaktan öte maç kazandırmasını sağlayan da bu görmüş geçirmiş, “çözmüş” haldi. LeBron artık kritik anlarda sahadan silinmek bir yana kramp geçirmesine rağmen potalı basketler, üçlükler sokuyordu!
LeBron, insan üstü yeteneklerini sahada kazanmaya tahvil edecek formülü 9 yılda buldu. Halen 27 yaşında, yani Jordan’ın ilk şampiyonluğunu kazandığı yaşta! Yine de o sıkıcı tartışmayı açmayacağım çünkü onların birbirlerinden ne kadar farklı 2 oyuncu olduğunu çözebilmek için sahada 20 dakika yeterli.
Hoş, bugünden itibaren o, eski LeBron’dan bile çok farklı bir oyuncu olacak!
- 100 yıl arayla Paris’te iki olimpik dönüm noktası 26 Temmuz 2024 05:27
- Papara baskını ve marka değeri 19 Mart 2024 04:10
- Bozacılar ve şıracılar 12 Mart 2024 04:46
- Beşiktaş'a cüret gerek 05 Mart 2024 04:42
- "Dünümüzü getirin, yarınımızı verelim" 27 Şubat 2024 04:15
- Geriden oyun kurmayı, yarım alanlara sızmayı atla, göğe bakalım 20 Şubat 2024 04:50
- "En eski spor arkadaşları"nın 2024 model çekişmesi 13 Şubat 2024 04:21
- Gerçeğin yumruğu: İşte Türk futbolu bu! 13 Aralık 2023 04:56
- Çalınmış ülke, bölünmüş spor: Filistin 23 Ekim 2023 04:36
- City Football Group-Başakşehir flörtü 09 Ekim 2023 04:00
- Süper Lig, süper sömürü 02 Ekim 2023 04:30
- 'Voleybol Ülkesi' miyiz? 25 Eylül 2023 04:25