Ulaş’a Mektup
Fotoğraf: Envato
Hoşgeldin Ulaş!
Bu mektubu yazarken zorlanıyorum. Zorlanıyorum çünkü seni barış ve adalet ile karşılayamadık. Sana hak ettiğin dünyayı sunamadık.
Türkiye’de hâlâ kan akıtılıyor. Dünyada hâlâ adaletsizlik ağır basıyor. Ama elbette bu değişecek. Değişmesi için belki de sen de çalışacaksın.
Sana bugün barış ve adalet sunamadık. Ama belki sana, barış ve adaletin yolunu gösteren seslerden birini armağan edebilirim. Duyulması gereken ama duyulamayan seslerden, birini. Bir vicdani ret çığlığını. Kazım Birdal Tüfekçi’nin haykırışını.
Aramıza hoşgeldin Ulaş!
BEN BİR VİCDANİ RETÇİYİM
Evet ben bir vicdani retçi, bir antimilitaristim. 17 Aralık 2011 tarihinde Çorum EDP İl Bürosunda vicdani retçi olduğumu açıkladım. Kimilerine göre vicdanını dinleyen bir genç kimilerine göre askerden kaçan bir korkak.
Peki siz hiç Hitler ve Mussolini’den kalma militarist kafa yapınızla ve dünya görüşünüzle bir retçinin gözlerinin arkasında neler olduğunu anlamaya çalıştınız mı? Bizi 70 milyonun içinde yaklaşık 180 kişi kılan, bu kadar sert ve uslanmaz kılan neydi diye merak ettiniz mi?
Benim dünyam daha ben doğmadan başlar. Ataerkil devletinizin onlara verdiği eğitim sayesinde ailem, 5 kız çocuk sonrasında inatla bir erkek olarak beni dünyaya getirmeye karar vermişler.
Çocukluğum mor menekşeli tarlalarda, elma bahçeleri arasında geçti. Lise çağlarımda Çorum merkeze göç ettik. Küçük ilçeden Çorum’a gelmekle kendime bir hayal penceresi açtım. O pencereden gördüğüm mutlu tablo karşısında çevremi tanımaya, insanları tanımaya çalıştım. Ancak burada ne filmlerde izlediğim o iyi niyetli kişiler ne de heyecan dolu bir yaşam vardı. Burada olan tek şey çöp toplayan abiler, pazar bitiminde atılanları toplayan kadınlar ve kaçırılıp tecavüz edilen kız çocukları.
Kapitalizm. Aşağılık kapitalizm. Bunlarla da yetinmiyor. İlçeden şehre gelen ben, dünyada olup bitenleri İnternet sayesinde öğrenmeye başladım. Sadece bu şehir değilmiş karanlığı yaşayan, sadece burada değil açlık, yoksulluk, sefalet. Ya kan? Öldürülen çocuklar, öldürülen yetişkinler, tecavüze uğrayan kadınlar, erkekler. Bunun da adını öğrendim, savaşmış. Kapitalizmin nedensiz, amansız savaşı. Sadece Türkiye’de değil bu savaş, dünyanın dört tarafında. Kan, işkence... Dört tarafımı sarmış.
Eskisi gibi değil artık, her geceyi de 19 Aralık yapsanız, engelleyemiyorsunuz bilginin özgür dolaşımını. Bu bilgi devleti de öğretti bana. Kimler için yaratılmıştı bu devletler ve her şeyden öte ne yaparlardı? Öldürmek, her şeyi öldürmek. Aşkı, özgürlüğü, umutları öldürmekten başka ne yapardı?
Bilgiye ulaştıkça farklı bir dünyanın kapıları açılmaya başladı. Ben, çok sıkıldım ve çok iğrendim sizlerin dünyasından. Mülkiyetin, despotizmin, karanlığın dünyasından. Kendime aşkın, özgürlüğün ve de sömürenin olmadığı bir dünya yarattım hayallerimde. Ve böyle yaşamaya başladım. Kimileri bunlara ütopya dedi, evet diyorum; ben bir ütopyayım. Ve ben gerçeksem ütopyam da gerçektir.
Yaşantım boyunca askerlerle olan tek ilişkim ilkokulda boyacılık yaptığım zamanlarda çarşıya inen rütbelilerin ayakkabılarını boyamaktı. Kendi dünyamda özgürce yaşayan ben, devletin beni de katliam şenliğine davet etmesiyle sarsıldım. Devlet benden askere gitmemi istemekle bütün hayallerimi istiyordu. İlk olarak kaçmayı ya da bir şekilde yaklaşan yasayı bekleyip para karşılığında gitmemeyi düşündüm. Hayallerim ruhuma işlemişti. Ruhunuzu satabilir misiniz? Onu mülkiyet ile eş değer görebilir misiniz?
Okuduklarınız aklımın ve vicdanımın, içimdeki bu dinmez acı ve başına buyruk yaşamın cümlelere dökülmüş yansımalarından ibarettir.
Ben bugün ırkçılığı, burjuva ahlakını, erkek egemen görüşü, militarizmi, tek tipleştirilmeyi, kapitalizmi yaşanan tarihin en iğrenç yasa ve anlayışları olarak görüyorum. Tıpkı bugün beni yargıladığınız 318 gibi. Gördüğünüz gibi halen askere gitmedim, buradayım...
Hiç kimseden emir alıp vermeyi, sömürü düzeninin herhangi bir taşını oluşturmayı ve mülkiyet karşısında sessizliği yaşantıma almamaya kararlı bir insanım. Milliyetçiliği doğal olarak da kendi ırkımı reddeden ben, insanlık ailesinin bir ferdi olarak cinayetlere, tecavüzlere, esir almalara, esir olmalara, savaş çıkartmalara ve tabii ki bir savaş makinesi olarak orduya karşıyım. Cinayetin yasal güvence altına alınmış hali olan ordu ve emniyet teşkilatı tarihler boyunca en eli kanlı suç örgütleri olmuşlar, çıkardıkları savaşlarla milyonlarca insanı öldürmüşler ve her savaşta olduğu gibi binlerce kadın bedenine zorla sahip olmuşlardır.
Peki işler TSK’de farklı mıdır? 20 senede öldürülen 50 bin insan, yakılan yıkılan 5 bin köy, doğrudan hedef alınarak öldürülen 485 çocuk… Uludereler, Ulucanlar, 19 Aralık 2000, 12 Eylül 1980, Çorum, Maraş, Somali, Irak, Afganistan, Kıbrıs...
Son yüzyıllık bilançodan haberiniz var mı? İşkencelerden, toplu tecavüzlerden, gaz odalarında ölümlerden, sobalarda yakımlardan, ellerinde keleş olan çocuklardan, işgallerden... Bunun adı “Barış Gücü”dür. Bunun adı Güvenlik Konseyi’dir. Bunun adı NATO’dur, TSK’dir!
Durun durun. Burada orduyu ve askerliği daha fazla aşağılamayacağım. Keza bunu vicdani ret açıklamamda zaten yaptım. Asıl konu bana yönelttiğiniz 318.
Savcı benim halkı askerlikten soğutma gerekçesiyle cezalandırılmamı istemiş. Meşhur 318. madde. Kimler yargılanmıştı bu maddeden? Eşcinseller, anarşistler, sosyalistler, Müslümanlar, Yehova Şahitleri, antimilitaristler, vicdani retçiler, savaş karşıtları... Kısacası devletin aykırı gördüğü her kimse. Peki neydi bu vicdani ret? Savaş karşıtlığı?
VİCDANİ RET NEDİR?
“İnsanlık tarihinde savaşa katılmamak için çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Bu yöntemlerden birisi vicdani rettir. Nitekim I. Dünya Savaşında 3 bin 500, II. Dünya Savaşında 37 bin ve Vietnam savaşında 200 bin vicdani retçi savaşın parçası olmayı reddetmiştir. Günümüzde ise ABD ordusundan Irak savaşına gitmeyi reddedenlerin sayısı beş bini bulmuştur. (...)
Vicdani ret hakkı gelişmiş tüm demokrasilerde en doğal haklardan biri olarak tanınırken, Türkiye’de ise ömür boyu hapis, işkence ya da kaçak bir yaşama, sivil anlamda ölüme dönüşen bir sürece tekabül ediyor.
Vicdani ret bir ‘hak’ olarak düzenlenmediği gibi bir ‘suç’ olarak da düzenlenmemiştir. Bu sebeple vicdani retçiler asker sayılmakta ve vicdani kanaatlerine uygun eylemleri başkaca askeri suç tanımlarına sokulup, bu şekilde cezalandırılmaktadır.
47 üye ülkesi bulunan Avrupa Konseyi’nde ise sadece iki ülke vicdani ret hakkını tanımamaktadır. Bunlardan birisi Türkiye, diğeri Azerbaycandır, Azerbeycan’da kanunlaştırma çalışmaları tamamlanmak üzeredir.” (Kadın ve Vicdani Red Broşürü’nden)
318 BİR AN ÖNCE KALDIRILMALIDIR!
“Halkı askerlikten soğutmak” suçunun maddesi olan TCK 318, uluslararası hukuka, insan haklarına, düşünce ve ifade hürriyetine aykırıdır ve eğer bir suç sayılacaksa ancak bir düşünce suçu sayılabilir. Türkiye Cumhuriyeti devleti, ‘‘halkı askerlikten soğutma’’ suçunun tarifini, Mussolini İtalya’sından devşirme almış, orduya itaati ve askerliği eleştiriden muaf tutmayı, adaletinin ana unsuru yapmıştır.
TCK 318. maddenin amacı halkı tahakküm altında tutmaktır. Bilginin özgür dolaşımını engelleyip halkın katliamlardan haberdar olmasının önüne geçmek ve bu katliama ortak olmasını mecburi kılmak için hazırlanmıştır. Savaş suçlularını korumakta, ordunun yaptığı onca katliamdan, işkenceden halkın haberdar olmasını engellemektedir. Üstelik anayasanın eşitlik maddesine ve Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelere aykırıdır.
SOĞUTMAK SUÇ DEĞİL
Ben halkı askerlikten soğutmanın bir suç olmadığını düşünüyorum. İnsanlar askerlikten, savaşlardan, cinayetlerden, ölümlerden soğumalıdırlar. Keza bütün savaşlarda gerçekte ölen insanlık için en iyisi budur. Kendi vicdani ret açıklamamda ise halkı askerlikten soğutmak isteyip istemediğim konusunda bir açıklama yapmaya gerek duymuyorum. Halk askerlikten soğusun, bundan daha güzel ne olabilir ki? Bir ulus, bir toplum tiksinsin ölümden, kandan. Daha doğal olan ne ?
Ben insanlar ölmesin istedim, cinayetler olmasın, hiçbir kadın bedenine hiçbir el zorla değmesin. Ve siz beni suç işlemekle itham ediyorsunuz. İnsanlığın, doğal olanın peşinden gidiyorum ve siz bana suçlu diyorsunuz. Öldürmeyin, kimse için ölmeyin diyorum. Bütün askerler katildir ve bütün savaşlar katiller sürüsüyle doludur diyorum... Tenimin rengi olmadan var oldum, silahsız, hiçbir ırka ait olmadan... Sizler silahlar ürettiniz, savaşlara girdiniz, cinayet şebekeleri kurdunuz, kitle imha silahları geliştirdiniz, tecavüzler ettiniz, köleler edindiniz ve bunların bizim yararımız için olduğuna inanmamızı sağladınız. Tüm bunlara rağmen suçlu olan benim. Öldürmeyin, ölmeyin dediğim için. İnsanlar ağlamasın, anneler ağlamasın, 12 yaşında Uğur Kaymaz’ın bedeninde 13 kurşun olmasın dediğim için.
Evet, ben bir suçluyum. Benim suçum öldürmeyi reddetmek. Suçum sizlerden daha insan olmak ki, beni bu yüzden asla affetmeyeceksiniz. Biz ya sadistler tarafından kontrol ediliyoruz ya da ruhsuzlar tarafından. (...)
Benim dünyam ahlakın, mülkiyet ve tahakkümün olmadığı, savaşın bilinmediği bir dünyadır. Ben bir savaş karşıtıyım, dünyama gelin, tutun elimden sizinle özgürlüğe yürüyelim...
Hayatlarımız çalınmadan hayallerimiz buluşmalı.
Ben değişmeyeceğim, sizler kanunlarınızı değiştirin!
- Neden unutturmak istiyorlar? 22 Aralık 2024 04:15
- Çocuk çocuktur! 08 Aralık 2024 04:29
- Soul Behar Tsalik: Gazze’den çıkın! 01 Aralık 2024 04:30
- Profesör Saibaba ardından 17 Kasım 2024 04:01
- Irkçılığa karşı zırh gerek 03 Kasım 2024 04:03
- Almanya, militarizm ve okullar 20 Ekim 2024 04:15
- Nihon Hidankyo kuruluş bildirgesi 13 Ekim 2024 04:15
- Yuval: Soykırıma ortak olmam 29 Eylül 2024 04:54
- Ordunun kıskacındaki gençler 15 Eylül 2024 04:08
- Nükleer felaket önlenebilir 08 Eylül 2024 04:27
- Nükleer kuyu 01 Eylül 2024 04:25
- Oryan Mueller de reddediyor 25 Ağustos 2024 04:40