Uçaktan hızlı
Böyle de söylenmez ama orada iyi ki kamera varmış da, sokak ortasında adamı araya alıp tekme tokat döven polisleri gözlerimizle görmüşüz. Neden dövdüğü meselesinde kafa karıştıracak laflar bulundu, bulunacak elbet, ama en azından polislerin “Biz dayak yedik” deyişlerine kulak asamıyor kimse. Gazete manşetleri bile.
Manşetler savaş çıkarmakla, düşmanlık körüklemekle meşgul ama onların arkalarında bile ağzı var.
Her şey kameralarla çekilecek kadar açık değil, öyleyken de kameralar onları kaydetmeyi becerebilemiyor.
Sonuç, “Suriye uçağımızı düşürdü” oluyor. Sadece öyle olsa iyi, sonrası ilk dakikada oradan alıp yürümeye başlayanlar: “Ateşle oynuyor” (Hürriyet), “Bedelini ödeyecekler” (Vatan).
Çünkü cümle şöyle kurulamazdı, zinhar: Aylardır Suriye’yi savaşla tehdit eden ülkelerden sadece en yakını olan Türkiye’nin savaş uçağı ülke sınırlarının dışına çıkmış, Suriye karasuları yakınlarında, onun hava sahasında dolaşıyordu. Ha evet, Suriye uçağı düşürmüş, açıklamalara göre, kimin uçağı olduğu da vurulduktan sonra tespit edilmiş, ama onun üstünde duran yok. Hikayeyi böyle dinleyen Türkiyeli gazete okuru, televizyon seyircisi merak edip soruyor: Suriye bu uçağı neden düşürdün? Hava sahası falan da onu ikna eder mi, göreceğiz. Ama o uçağın orada ne işi olduğunu kimse merak etmeyecek mi?
Buralarda savaş sevgisi biter mi?
Bir önceki gün de, aynı manşetler, Roboskî Katliamı’nı tersine çevirmenin kaygısına düşmüştü. Bu sefer bedelini ödetecekleri yer Suriye değil, Kandil’di, “Gireriz ama” falan deyip belli bir psikolojik, lojistik, siyasi falan hazırlık yapıyorlardı. Roboskî’deyse silahlı PKK’liler olduğunu ispatlayacaklardı, tam hazır değil de, kanıtlar birazdan geliyordu.
Gazetelerin bu haberi verişlerinden anlaşılan o ki, aralarında silahlı PKK’lilerin olduğu çoluk çocuk bütün topluluklara tabii ki savaş uçaklarıyla bomba yağdırılmalı. Demek işin o kısmına dair bir ispat uydurulursa, katliamın aslında ne kadar haklı olduğunu zaten kimse tartışmayacak belli ki. Bulunur bulunur, hazırlıklı olalım. Osmanlı’da oyun bitmez, Osmanlı’dan çok Osmanlıcıda hiç bitmez.
Bunlar, iddiaya göre, tasmalarından kurtulan gazetelerin, gazetecilerin marifeti. Yandaşı osu busu aralarında ciddi bir fark da yok, düşürülen uçak ve sonrasıyla ilgili hissiyatı yansıtmak bakımından. Yani, uçağın kendisi ne kadar provokasyon amacıyla oradaymış, onu zamanla belki öğreniriz ama televizyon haberleriyle gazete manşetlerinin daha birinci günden başladığı kışkırtmayla, en hızlı uçak yarışamaz.
Daha bir gün arayla yapılan şu çünkü; asıl soruyu sormadan komşu ülkeyi hedef gösterme mesaisinden az önce, kaçakçı oldukları daha önce defalarca söylenen, kabul edilen çoluk çocuk maktullerin “terörist” oldukları yalanını ortaya atıp yeni bir sınır ötesi operasyon için tezahürat yapmak.
Savaş çığırtkanlığı yapabilmek için haberleri bu kadar tersine çevirecek kadar gözü dönenlerin, yorumlarında neler söyleyeceklerini tahmin etmek bilmeyene güç. Medyadaki gazeteci tasfiyesinin ulaştığı başarı, geriye neredeyse sadece askeri “Zırlama kardeşim” diye azarlayıp savaş için sabırsızlananları bırakmak oldu. Medya denen yalan makinesinin sahiplerinin hayallerinde silahların hiç susmadığı bir ülke olmalı.
Basın toplantısında “Detay yok”, “Bilemedik” diye diye Başbakan kaçıran soruyu soran da bir gazeteciydi ama makine, o soruyu ortada bırakmaya niyetli: “Uçağın orada ne işi vardı?”
Uçak düştüğü gün, daha fazla uçak düşsün diye uğraşmak, gençler öldüğü gün, bunu daha fazla gencin öleceği saldırıların bahanesi haline getirmek, bu koca yalan makinesinin büyük marifeti.
Evrensel'i Takip Et