O rutin, bu rutin midir?
Fotoğraf: Envato
Önce Türk Hava Kuvvetlerinin bir savaş uçağının (aslında keşif uçağı) Suriye karasularında düştüğü haberleri çıktı. Sonra “düştü”, “düşürüldü” tartışması başladı, sonunda Suriye; “Türkiye’nin savaş uçağının düşürüldüğünü, ama uçağın milliyetinin bilinmeden düşürüldüğünü” açıkladı.
Türkiye tarafından yapılan açıklamalara göre uçak Suriye’nin sınırlarını bir kilometre kadar ihlal etmiş!
Bu yazı yazıldığında hem Suriye hem de Türkiye tarafının resmi açıklamaları “soğukkanlı değerlendirmeler” gibi görünüyordu ama bu havanın ne kadar süreceği elbette çok tartışmalıdır. Çünkü iki ülke arasındaki gerilimin geldiği aşama bu sorunu büyütmeye çok elverişlidir.
Elbette doğrusu, sorunun büyütülmemesi, iki komşu ülkenin halklarının daha fazla düşmanlaşmasını önleyecek bir biçimde meselenin çözülmesidir.
Ancak Cumhurbaşkanı Gül’ün Suriye’nin uçağı düşürdüğünü açıklamasından sonra yaptığı değerlendirme üstüne düşünülmeye değerdir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Uçağın sınır ihlalinin bir kilometre” kadar olmasından kalkarak, “Bu uçakların yüksek hızı düşünüldüğünde böyle küçük sınır ihlallerinin rutin (normal, olağan) olduğunu” dolayısıyla, Türkiye’nin savaş uçağının yaptığının gerçek bir sınır ihlali sayılmayacağını öne sürerek, Türkiye’yi sorumluluktan kurtarmayı amaçlıyor.
Elbette iki ülke arasındaki ilişkiler “rutin” (normal iki komşu arasındaki ilişki) olsaydı, bu açıklama da çok mantıklı olur ve az çok hakkaniyet gözeten herkes Suriye’ye, “Bir savaş uçağı bir kilometre sınır ihlal etti diye düşürülür mü, sen ne biçim komşusun!” diye çıkışırdı.
Nitekim şu da söylenebilir. Eğer bu ihlal bundan bir-bir buçuk yıl önce olsaydı, bırakalım bir kilometreyi, Türk savaş uçağı Şam’ın, Halep’in üstünde bir tur bile atsa, Suriye bu savaş uçağını düşürmeyi düşünmez, belki, “Komşu sizin pilotların bizim kızlarla bir ilişkisi mi var yoksa!” diye esprili bir uyarı yapardı! Çünkü, Türkiye-Suriye ilişkilerinin düzeyi buna uygundu.
Bir zamandan beri ise, Türkiye-Suriye ilişkileri iyice kötü; özellikle de Türkiye’nin Suriye’ye yönelik düşmanca girişimleri nedeniyle iki ülkenin, bırakalım ilişkilerinin gerilmesini gerilecek bir ilişkisi bile kalmamıştır. Öyle ki Türkiye, Suriye muhalefeti denilen ve ne idüğü belirsiz güçlere kol kanat germekle de kalmamakta, onları eğitip örgütlemektedir. Son dönemlerde ise Türkiye’nin bu güçleri silahlandırdığı da batı basınında ciddi biçimde gündeme gelmekte, CIA’nın Suriye’ye silah sokma faaliyetini Türkiye üstünden organize ettiği, silahların parasının da Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye tarafından karşılandığına kadar haberler çıkmaktadır. Türkiye bu haberleri laf olsun diye bile yalanlamadığı gibi, her gün Suriye rejimini yıkmanın gereğini savunmaktadır. Böyle bir durumda “bir sınır ihlali”nin rutini, “uçağı düşürmek” olmaktadır! Çünkü gelinen noktada, Suriye’nin gözü kulağı Türkiye’den gelecek tehditlerdedir ve iki ülke arasındaki ilişkiler, tehdit olmayan girişimleri bile tehdit olarak algılamaya çok müsaittir!
Dolayısıyla bu uçak düşürme olayının şaşırtıcı bir tarafı yoktur ve dahası, ülkelerin böyle birbirinin rejimlerini yıkmaya kadar ilerlemiş müdahalelerin yapıldığı ortamda, bu türden vakaların olması değil olmaması şaşırtıcıdır.
Evet, Türkiye-Suriye ilişkileri bu noktadadır ve buraya gelinmesinde de belirleyici olan Türkiye’nin Suriye’nin içişlerine müdahale hevesleri olmuştur.
Ve Türkiye girdiği yolun çıkmaz olduğu konusunda bir düşünceye de varmış değildir. Daha üç gün önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, G20 toplantısından dönüşünde ayağın tozuyla çıktığı televizyon kanalından; “Türkiye’yle dostluk yapanın kazanacağını dostluk yapmayanın da mutlaka faturasını ödeyeceğini” ilan ederek, adeta tüm komşularını tehdit etti.
Öyle anlaşılıyor ki Türkiye’yi “bölgesel güç” ilan edenler; Türkiye’ye, “Sen aslansın, kaplansın. Kimse bileğini bükemez...” diye yer veriyor ve bu yer de AKP Hükümetinin ayaklarını yerden kesiyor. Ertuğrul Özkök, önceki gün Genelkurmay Başkanının asker cenazelerinde ağlamasını eleştirirken, bu politikanın Türkiye’ye verdiği misyonu, “Bölgenin süpüren gücü” olarak tarif etti. Onun için de Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, 11 Eylül sonrasında Bush’un herkesi “Ya bizden yanasınız ya da teröristlerden yana!” diye kendi yanında olmaya zorlaması gibi, Türkiye de şimdi bölge ülkeleri için bu “ölçütü” kullanıyor.
Gelinen yer de budur. Politika bu olunca uçaklar da düşer, düşürülür, askerler de, siviller de olmadık tehditlerin, provokasyonların, saldırıların hedefi olur! Çünkü bu olaylar kendi başına olmuyor. “Savaş siyasetin silahlarla sürdürülmesidir” diye boşa dememiş diyenler.
Türkiye’nin girdiği politik yönelim, bütün bu gelişmeleri tetikliyor. Ötesi kara propaganda, diplomasi adı altında gerçeklerin ters yüz edilip halkların savaş politikasına yedeklenmesi için yapılan manevralardır.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00