Sendikal hareketi köşeye sıkıştırma hamlesi
Fotoğraf: Envato
KCK adı altında sürdürülen, bitmez tükenmez operasyonun son hedefi KESK Genel Başkanı başta olmak üzere KESK ve bağlı sendikaların her düzeydeki Kürt kökenli yöneticisiydi.
KESK Genel Başkanı Lami Özgen, BES, SES, Eğitim Sen ve Tüm Bel Sen’in genel sekreterleri ve pek çok şube başkanı ve sendika yöneticisi, toplam 71 sendikacı dünkü KCK operasyonunda gözaltına alındı.
KESK’e yönelik KCK operasyonu yeni değil. Daha önce de çeşitli illerde ve KESK’e bağlı sendikaların merkezlerinde KESK Genel Merkezinde de yine Kürt kökenli yöneticiler tutuklandı.
Herhalde bu operasyonlar karşısında ciddi bir tepki çıkmamasından da cesaret alınmış olmalı ki, şimdi de en dolaysız ve en tepeye yönelik olarak bir operasyon düzenlenmiştir.
KESK, 300 bine yakın üyeye sahip kamu emekçilerinin konfederasyonudur. Üstelik de KESK’e yönelik KCK operasyonları bu kişilerin faaliyetiyle ilgili de değildir. Çünkü gözaltı ve tutuklamalar bu kişilerin faaliyetleriyle ilgili olsa, bu operasyonlarda KESK’in ve bağlı sendikaların Kürt kökenli (BDP taraftarı olduğu belirtilen) yöneticileri gözaltına alınırken Türk kökenli ve öteki milliyetlerden, aynı kurullarda görev yapan, aynı kararları alan, aynı eylemlere katılan yöneticilerine bir sorgu sual yapılırdı. Ama böyle bir şey yoktur!
Bundan da açıkça anlaşılıyor ki, tutuklamalar bu kişilerin eylemleriyle, genel olarak faaliyetleriyle ilgili değildir.
Peki bu kişiler eylemlerinden dolayı; bulundukları kurumdaki faaliyetlerinden dolayı gözaltına alınıp tutuklanmıyorsa neden operasyonların hedefi yapılıyorlar?
- KCK’li olmak, KCK’nin organize ettiği eylemlere katılmak ve onun faaliyetine katılmak değilse nedir?
- Kaldı ki, bu kişilerin “KCK üyesi” olduğuna dair bir belge de yoktur ortada. “Sen madem ki ‘Demokratik Emek Platformuyla(*) birlikte sendikal bir paralellik içinde hareket ediyorsun öyleyse KCK’lisin!” diyen zihniyetin az çok demokratik bir ortamda yeri olabilir mi?
- Ortada bir eylem yoksa, elde başkaca da bir üyelik belgesi yoksa, hangi somut gerekçeyle bu kişiler gözaltına alınıp sorgulanmakta, tutuklanmaktadır?
Bu yapılan açıkça “zulüm”dür ve Kürtlere; “Sen siyaset yapamazsın, sen belediye yöneticiliği yapamazsın, sen milletvekilliği yapamazsın, sen gazetecilik yapamazsın, … sen sendikacılık yapamazsın!” demektir. Tabi bunun bir başka anlamı da; “Sadece bana biat edersen bunları yapabilirsin!” demektir.
Ve böylece açıkça bölücülük yapılmakta, “Bir ülke öyle değil böyle bölünür!” tezi adım adım gerçeğe dönüştürülmektedir.
Burada elbette kişilerin hakları önemlidir ama aynı zamanda KESK gibi kamu emekçilerinin en önemli sendika merkezinin, kamu emekçileri ve toplumun geniş kesimleri gözünde kriminalize edilmesi, yöneticileri tutuklanan, binaları ikide bir aranan bir sendikal merkez düzeyine itilmesi vardır.
Dolayısıyla; sendikal camia ve Türkiye’nin emek güçleri cephesi; sorunu rutin KCK operasyonlarından biri olarak göremezler. Tersine burada KCK bahanesiyle sendikal hareketin en önemli, en dinamik merkezlerinden birisine (hatta birincisine) yönelik bir saldırı, sistematik bir itibarsızlaştırma operasyonu adım adım hayata geçirilmektedir.
Elbette KESK için, her kademeden ve her görüşten sendikacılar ve KESK’e üye kamu ekmekçileri (onların ileri kesimleri) için, KESK’e yönelik bu saldırı karşısında bu saldırının ağırlığı ile orantılı bir karşı tutum geliştirme, bir sendikal merkez olarak KESK’in birliğini, bütünlüğünü koruyup korumama sorunudur da.
Sendikal camia, en başta da kamu emekçilerinin sendikal merkezleri (Kamu sen, Memur Sen ve diğerleri), burada KESK’e sahip çıkmazlarsa ne sendikacılık yapabilirler ne de itibarlarını koruyabilirler. Çünkü KESK’in etkisizleştirildiği bir sendikal alanda diğer sendikal merkezlerin bir etkisinin olamayacağını hükümet kadar bu sendikaların üyesi kamu emekçileri de bilir. Bu yüzden de “Mademki KCK’liler çeksinler cezasını!” demek, ya ülkede olup bitenden, sendikal hareketin karşı karşıya bulunduğu sorunlardan hiçbir şey anlamamak ya da rekabetin gözleri kör ettiği bir iktidar yandaşlığıdır!
Yine Türk-İş, içindeki Sendikal Güç Birliği Platformu, DİSK, Hak-İş, KESK’e yönelik bu saldırıyı “Bizi ilgilendirmez” diye geçiştirirlerse, sendikacılıkları da emek mücadelesinin bir unsuru olmaları da, tartışılır hale gelir. Çünkü KESK’i ezip etkisizleştiren bir iktidarın diğerlerini ciddiye almayacağı da besbellidir.
Kısacası KESK’li sendikacıların KCK operasyonunun hedefi olması; bir yandan Kürt’e sendikacılığın da yasaklanmasıyken öte yandan da sendikal hareketi iyice köşeye sıkıştırma hamlesidir de. Sendikal camia ve emek cephesi bunu böyle anladığı ve buna uygun bir tutum takındığı ölçüde sendikal hareketin ayakları üstüne kalkması için “umut vardır” demektir.
(*) Sendikal hareket içinde bu tür platformlar son derece geniş ve hiç de bir örgütle üyelikle bağlantılı olmayan oluşumlardır ve eğer bu platformlar içinde yer alan kamu emekçileri KCK’li sayılacaksa KESK içinde on binlerce kişinin KCK’li diye tutuklanması gerekir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00