26 Haziran 2012 11:42

Deutsches Symphonie Orchester’i ve Hüseyin Sermet’i dinledik

Deutsches Symphonie Orchester’i ve Hüseyin Sermet’i dinledik

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tam 65 yıldır Almanya’nın en önemli orkestraları arasında adı anılan Deutsches Symphonie Orchester Berlin’i, Şef Sir Roger Norrington yönetiminde 40. İstanbul Müzik Festivali kapsamında dinledik. Orkestra önce, Felix Mendelssohn-Bartholdy’nin (1809-1847) Ruy Blas Uvertürü’nü çaldı. Eserin ağır ve görkemli girişi, yaylıların dramatik temayı uyum içinde sunuşu muhteşemdi. Sonra Ravel’in (1875-1937), I. Dünya Savaşı’nda sağ kolunu yitirmesine karşın her ne koşulda olursa olsun “Umudunu asla yitirmeyen” Avusturyalı Piyanist Paul Wittgenstein için yazdığı “Sol El İçin Piyano Konçertosu”nda, uluslararası platformda adından sıkça söz ettiren ünlü Piyanist-Besteci Hüseyin Sermet’e eşlik etti. Beethoven’ın, kahramanlığı, zaferi, ama savaş sonrası trajedisini de dile getiren 3. Senfoni’si “Eroica”sıyla bütün alkışları aldı kabul etti, dinletiyi bitirdi.

RAVEL’İN SAVAŞIN YIKICILIĞINA KARŞI TEPKİSİ

Ravel’in Re Majör Piyano Konçertosu’nu Hüseyin Sermet’ten 14 yıl önce, 26. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali kapsamında Paris Orkestrası eşliğinde de dinlemiştim, ama ne yalan söyleyeyim bu kere farklı tatlar aldığımı kendi kendime itiraf ettim. Tüyümü tüsümü havalandıran kadanstan, inanılmaz farklı tınıların, melodilerin bir arada kullanılışından ciddi anlamda etkilendim. Piyano literatürünün en “çalınamayacak” eserlerinden olduğu bilinen, teknik güçlüklerle bezeli konçertoda, piyanonun ağırlıklı olarak kullandığı karanlık ve pes seslerde Ravel’in savaşın yıkıcılığına karşı tepkisini sezdim.

NORRİNGTON’UN SİNDİRE SİNDİRE GELİŞTİRDİĞİ BİR YÖNETİM YÖNTEMİ

“Eroica” ise orkestranın Allegro con brio’da temaya coşkulu yaklaşımıyla başladı. Şef Sir Roger Norrington, Beethoven’in eseri yazarken belleğinden geçenleri duyumsatmak istercesine sindire sindire geliştirdiği bir yönetim yöntemini yeğlemişti. Birinci bölümün ortalarına yaklaşırken, orkestrada genel anlamda duygu yoğunluğu, ardından sakinlik hissedildi. Arka plandaki yaylılar pizzicato yaparken, üflemelilerin ve kemanların girdiği motif, eseri bilenlerin yüreğine iyiden iyiye sindi.

GİZEMLİ EZGİLERDE SANKİ HEKTOR’A AĞITLAR YAKILMAYA BAŞLANDI

“Marcia funebre. Adagio assai” bölümü, adı üstünde bir cenaze marşıydı ve ünlü Besteci ’un cenaze töreninde de icra edildiği bilinmekteydi.  
Hızlı ve hayli ritmik “Scherzo. Allegro vivace”, içimdeki kötümser duyguları sildi attı. Hani yani o an, Recep Tayyip Erdoğan’ı bile sevebilirdim ya da bana öyle geldi! “Finale. Allegro molto”da eser özetlendi, zafer havası kulaklarımda çerçevelendi. Orkestra fortissimo’ya yükseldiğinde pastoral havada bir halk dansına benzeyen gizemli ezgilerde, Hector Berlioz’un (1803-1869) bölümü neden Homeros’un İlyada’sındaki savaşçıların, liderlerinin mezarı başında yaptıkları cenaze törenine benzettiğini düşündüm. Geceydi ve Kral Priamos sanki Tanrı Hermes’in önderliğinde Hektor’un ölüsünü geri almak için Akhilleus’un barakasına geldi. Konuştular. Akhilleus yumuşadı, Hektor’un ölüsünü babasına verdi. Priamos cenazeyi aldı, Troya’ya geri döndü. Hektor’a ağıtlar yakılmaya başlandı.
“Sonra Yaşlı Priamos seslendi adamlarına: / ‘Haydi Troyalılar, şimdi odun getirin kente, / korkmayın pusu kurar diye Argoslular; / Akhilleus kara gemilerden buraya gönderirken beni, / on ikinci şafak sökmeden size bir şey yapmam, dedi” // “Yaşlı Priamos böyle konuştu. / Onlar da öküzleri, katırları koştular arabalara; / az sonra da toplandılar kentin önünde. / Dokuz gün odun taşıdılar yığın yığın. / Ölümlülere parlayan şafak sökünce onuncu günü, / gözyaşı içinde götürdüler Hektor’un ölüsünü, / koydular yığınların tepesine, verdiler ateşe. / Gül parmaklı şafak sabah erken parlayınca, / ünlü Hektor’un ölüsü çevresinde toplandı bütün halk. / Hepsi geldi bir araya, topluluk kuruldu, / parıldayan şarapla söndürdüler odun yığınını, / söndürdüler ateş gücünün sardığı her şeyi, / sonra topladı kardeşleri, dostları ak kemikleri, / hepsinin yanaklarından iri yaşlar dökülüyordu.  / Kemikleri alıp kodular bir altın kutuya, /  erguvan rengi yumuşak örtülerle sardılar kutuyu. / Sarar sarmaz indirdiler derin bir çukura, / ekli kocaman taşlarla ördüler üstünü. / Sonra bir mezar tümseği yapmaya başladılar, / gözcüler diktiler çepeçevre, dört bir yana, / mezar bitmeden Akhalar saldırmasın diye. / Bir mezar tümseği olunca toprak, kabara kabara, / gerisin geri döndü hepsi kente, / toplanıp bir güzel kutladılar çok ünlü şöleni / Zeus oğlu Priamos’un sarayında. // İşte böyle yapıldı atları iyi süren Hektor’un cenaze töreni (*).”
Varyasyon bir fügle gelişti; giderek kısa, hızlı, güçlü, parlak finale erişti.
Orkestra eserin zirvesindeyken duyumsadım:
İçimde beslediğim ve pek sevdiğim yaşlı kahraman, giderek erimekteydi.

(*) “İlyada”-Homeros/ Kitaplığımdaki baskısı Azra Erhat-A. Kadir çevirisi-
Can Yayınları 1984/
Sayfa 534-535)


İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ İLK OYUNCU MEZUNLARINI VERDİ

2008’de Prof. Dr. Mehmet Birkiye’nin Bölüm Başkanlığında kurulan İstanbul Aydın Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Drama ve Oyunculuk Bölümü ilk mezunlarını verdi. Mezuniyet gösterisinde, geleceğin genç oyuncuları R. Şafak Tok, Hakan Yeni, Ali Uysal, Sinem Çubuk, M. Çağrı Savsa, Emre Gündoğdu, M. İpek Güzel, Hilal Kuvvet, Gökçe Duruman, Melis Serial, M. Burak Haktanır, İlker Gören, Emre Sırımsı, Çağlar Bozkurt, Beytullah Çalışkan, H. Aytuğ Çelik, Mert Karadaş, Betül F. Şenol birer birer ve hep birlikte ilk kez seyirci önüne geldi. Genç oyuncu “adayları”, Yiğit Sertdemir’in sahneye koyduğu “Barut Fıçısı”nı sahneledi.  

PATLAMAYA HAZIR BARUT FIÇISI

1969 doğumlu genç Makedon Oyun Yazarı Dejan Dukovski’nin 1995’te yazdığı “Bure Baruta”, Avrupa’nın on ülkesinde sahnelenmiş bir yapıttı. Bilge Emin-Yıldıray Şahinler ikilisi, oyun metnini tertemiz bir Türkçeyle dilimize kazandırmış, Mitos&Boyut Yayınları ise eseri Mart 2006’da “Barut Fıçısı” adıyla yayınlamıştı. 11 kısa öyküden oluşan yapıdaki ilişkiler yumağına Yiğit Sertdemir lezzet vermiş, sessiz sakin görünen ortamın esasında patlamaya hazır bir barut fıçısı olduğunun daha oyun başlar başlamaz seyirciye geçmesi başarıyla sağlanmıştı.

HİTLER’DEN SONRA AVRUPA’DAKİ EN İĞRENÇ SAVAŞ

Yıllardır dostluk içinde yaşamış gergin insanların her an karşı karşıya gelmeye hazır hale gelişlerini genç oyuncular “amatörce” kusurları dışında pekala başarıyla sahneledi. Kaderin yerini gerçek dışılığa, karmaşık fikirlere bırakması, sakin zannedilen yaşamın bir anda kargaşaya dönüşmesi, geleceğin olabildiğince karanlık, korkutucu ve şiddet dolu oluşunu tüm oyuncular ilgiyle izlettirdi. Yugoslavya’nın acı gerçeği, toplumun ruhsal ve psikolojik çöküşü, Hitler’den sonra Avrupa’daki bu en iğrenç savaşın nedenleri bir kez daha içimizi berkti. 

ÖNEMLİ OLAN İSTEK ÖGESİ

Oyuncu kadrosu içinde R. Şafak Tok, Angjele’yi iyi inceleyip, iyi çözümleyişiyle dikkatimi çekti. Hakan Yeni de, Dimitrija’nın duygularıyla, bu duyguların anlatım yöntemlerini pek güzel belirlemişti. Oyuncu “adaylarının” büyük çoğunluğu sesleri ve hareketleriyle ilk adımda role giremeseler de, kimi tablolarda katılık kadar duygusallığı dengeleyemeseler de, içlerindeki istek ögelerini sevdim.
Ama tiyatro bu!
Başarı öyle şıpınişi elde edilemiyor ki!
Tümünün hiç mi hiç yüksünmeden çok çalışmalarını, sabretmelerini, eleştirilmeyi de sevmelerini diledim.
Yüreğimin derinliklerinde, hepsini birden “Aramıza hoş geldiniz” diyerek kucaklamak istedim.


ZÜRİH BALESİ’NİN MÜZİKSEL GÖRSELLİĞİ: “… VE RÜZGARDAN SAKINDI”

Dramatik bale prodüksiyonlarıyla ünlenen, klasikten çağdaşa çok geniş bir repertuvara sahip olan Zürih Balesi’nin deneyimli ve teknik açıdan kusursuz dansçıları, Bach’ın Çello Süitleri eşliğinde belleklerden uzun süre kazınamayacak bir performansla, 40. İstanbul Müzik Festivali kapsamında sanatseverlerle buluştu. Zürih Balesi’nin iki gösterisinden, benim izleme olanağını bulduğum ilkinde, Heinz Spoerli, koreografisini Bach’ın Sol Majör 1, Mi bemol Majör 4 ve Do minör 5 numaralı viyolonsel süitleri üzerine hazırlamıştı. 1999 tarihli “… Ve Rüzgardan Sakındı/Und Mied den Wind) başlıklı bu çalışma, rüzgarla biçimlenen bir hareketler panoramasıydı.

BACH’IN FARKLI DUYGULARI

Bu panoramada toprak, su ve ateş elementleri işlenmişti. Fırtınaların ve sakin rüzgarların neden olduğu hava akımı içinde, dansçıların devinimleri kimi zaman dalga dalga yoğunlaştı, kimi zamansa kasırgalaştı. Hem hareketler, hem Sergio Cavero’nun sahne tasarımı, hem de Martin Gebhardt’ın mükemmel üstü ışık düzeni fevkalade soyuttu. Müzik ve koreografinin uyumundan, Spoerli’nin Bach’ın tınılarını doğrudan harekete dönüştürmediği, devinimi müzikle yoğurduğu anlaşıldı. Müzik, Spoerli’nin elinde görselleşmişti. Çellist Claudius Herrmann, Bach’ın her üç süitinde yer alan farklı duyguları her bölümde geliştirdi, alladı pulladı dansçılara gönderdi.   

KALIPLAŞMIŞ VE ÖZGÜR DEVİNİMLER

Spoerli, “… Ve Rüzgardan Sakındı”yı sanki tiyatro oyunu gibi tasarlamış,  tiyatro metni gibi yazmış, ancak sözlerle değil, müzik eşliğinde, dans ve hareketlerle anlatmayı yeğlemişti. Önemli öge elbette danstı. Dansçıların, hareketlerinin estetik güzelliğiyle izleyicileri büyülemek ve dans sırasında duyumsadıklarını aktarabilmek gibi başlıca iki temel kaygısı vardı. Duygu ve davranışlarını hem kalıplaşmış hareketlerle ve hem de hiçbir kurala bağlanmaksızın, serbest hareketlerle seyirciye aktardılar. Öyküyü mimikleri aracılığıyla anlatılırlarken, danslarını asla kesintiye uğratmadılar.

KULAĞIMDAKİ SES DEMETİ

Dansçılar, danslarını mimikleriyle iç içe harmanladılar. Gözümüzün önünde resimler canlandırıp, kulaklarımızda müzik dışı sesler oluşturdular. Örneğin, Bach’ın müziği eşliğinde öyküyü kavramam, Çellist Claudius Herrmann’ın bestecinin duyumsadıklarını bana iletmesi yoluyla kolaylaştı, Hermann kulağıma bir ses demeti taktı. Daha gösterinin hemen başındaydık ki,  4/4’lük ölçüde arpejlerin ördüğü Prélude ile birlikte Şinasi Tepe’nin yeni kitabından (“Denizler ve Yağmurlar”-Artshop/Nisan 2012) dizeler kulağıma fısıldandı: “eğil başım, efildesin asi rüzgâr/toylar, kulunlar tepişirken erguvan/zamanı renkten renge girdi gece/yedi şehir yıkansın uykusundan/yedi yerden süzülsün zakkumlar”.
Sonrasında yerimde dineldim.
Dansçıların devinimlerinin, müziğin ve şiirin yardımıyla parçadan bütüne bir olgu yaratarak içime sızdığını, sindiğini sezdim.
Yorgun bedenimi geceye emanet ettim.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa