26 Haziran 2012 11:44

Onlar içeriye biz dışarıya sığmayacağız

Onlar içeriye biz dışarıya sığmayacağız

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Arkadaşlarımız içeride biz dışarıda; peki neden?
21 Mart grevini, 4+4+4 direnişini, 23 Mayıs grevini birlikte yaptık;
onlar içeride biz dışarıda olmuyor.
Ana dilinde eğitimi ve sağlık hakkını birlikte dillendirdik; bilinmeli ki onlar içeriye biz dışarıya sığmayacağız artık.
KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul’un değindiği üzere süre
giden gözaltı ve tutuklamalar “emek ve demokrasi mücadelesinin öznesi
haline gelen KESK ve bağlı sendikaların yürüttüğü mücadeleyi sınırlama çabasıdır” esasında.
Sendika, meslek odası, öğrenci dernekleri başta olmak üzere Kürtler’e
yönelik sistematik gözaltı ve tutuklamalar devam ediyor.
Şimdi sorma zamanı; muktedirler şunu mu demek istiyor bizlere? Kürtlerle aynı sendikada, aynı meslek odası çatısı altında, aynı dernek bünyesinde faaliyet yürütmeyin mi demek isteniyor?
Gündelik hayatta yansımalardan dem vurunca sıradan faşizmi nereye koyacağız? Her birimiz ne kadar dışında durabiliyoruz sıradanlaşan faşizmin yol arkadaşlığından? “O arkadaş Kürt değil ama onlarla fazla içli dışlı” sözü sizlere de bir yerlerden tanıdık gelmiyor mu? Çok mu uzakta yoksa birlikte mücadele yürüttüğünüz sendika, meslek odası ve hatta siyasi partilerin tam göbeğinde mi sorun?
Giderek aynı alanda emek akıttığımız tüm Kürt arkadaşlarımız tutuklanıyor, göz hapsine alınıyor. Peki topluma yansıması ne? Mümkünse ayrı mahallelerde oturmamak, olmuyorsa sokakları farklılaştırmak, o da olmuyor aynı apartmanda oturmamak; öğle değil mi? Düzce’de, Kemalpaşa’da, Ordu’da, Kütahya’da yaşatılmış linçleri başka nasıl değerlendirebiliriz ki?
Bir Kürt 4+4+4’e itiraz ettiğinde, sağlıkta piyasalaşmaya hayır dediğinde, taşeronlaştırmaya karşı mücadele çağrısı yaptığında, iş kazası değil iş cinayeti dediğinde neden ürküyor iktidar? Kürtler ve Kürt olmayanların omuz omuza mücadele iradesi beyan ettikleri katılımcı en büyük alan olan sendikal mücadeleden onlar neden tasfiye edilmek isteniyor?
Ülke tarihinin en yüksek tutuklu ve hükümlü istatistikleri açılımcı Ak Parti’ye nasip oldu. Adı faşizmle anılagelen 12 Eylül bile bu kadar
insanı cezaevlerine dolduramamıştı. Peki bu devran nereye kadar sürer?
Bilinmeli ki arkadaşlarımızı içeriye içeriye bizi dışarıya sığdıramayacaklar; sığmayacağız.
Şimdi KESK’li olma zamanı, şimdi Kürt değilim ama Kürtçe öğreniyorum deme zamanı. Günde bir kelime Kürtçe öğrenip onların yargılanacağı mahkeme önlerinde Türk olarak Kürtçe dillendirme zamanı.
Faşizm gelir geçer; baki kalan insandır. Bir halkın olmadığının emir
cümlesine itaat etmek, bir dilin konuşulmasını yasak kılan siyasal düzlemin geçmişten gelen edilgen parçası olmak siyaset biliminde hangi sözcük ile ifade ediliyorsa onu alıp yüzleşmek ve arınmak gerek. Arınmak tüm siyasetlerin üstünde tek yaşam alanı yasaklı bir dilin gönüllü konuşanı olmakla başlar.
Tutuklu Kürt arkadaşlarımızı özgürleştirecek olan yasalar ve mahkemeler değil gündelik yaşamda bizim tutumlarımızdır. Onların özgürlüğü Kürt olmayanların sabah aynada kendilerine Kürtçe ‘günaydın’ demeleri ile başlar ancak. Ne zaman ki o yasaklı dilin gönüllüsü olduk özgürlük bizimle de buluşmuştur artık.


CEZAEVİNDEN SAĞLIK SEMİNERLERİ

En gençlerimiz içeride; kim mi onlar? Dokunmasalardı belki bir yıl belki üç yıl sonra şifa için gideceğimiz hekim ve sağlıkçılardı onlar.
Türk Tabipleri Birliği Tıp Öğrenci Kolu (TÖK) ve SES Sendikası öğrenci
kolu onların ve arkadaşlarının varlığı ile anlam kazanmıştı.
Şimdi tıp öğrencilerini TTB, KESK ve diğer sendika ve meslek odalarının organize ettiği mitingler için de sorguluyorlar muktedirler. Şimdi onlar ceza geri kalanlar adına ‘dışarısı’ denen eza3 evindeler.
Ama adım gibi eminim onların mahpushaneyi bir tıp stajına evireceklerinden. Bunca zamandır cezaevleri ve sağlık başlığı tıp fakültelerinin eğitim müfredatına alınmadı. Şimdi tutuklu tıbbiyeliler muhtemelen bu başlıkta gözlem yapıyorlardır. Belki de onlarla birlikte
TTB ve SES Sendikası uzaktan eğitim modülü ile bunu hayata geçirebilir; neden olmasın?
Uzaktan eğitim seminerleri neden yapılmasın ki onlarla birlikte? Akademik alanın ve cezaevlerinin toplumla arasına örülen duvarları kırmak gerekiyor.
1996 yılında TTB bir sempozyum düzenlemişti: “Cezaevleri ve Sağlık”.
Benim anlatacağım konu “Cezaevi ve Verem” olarak uygun görülmüştü. Literatür tararken o sırada yeni yayınlanmış yaklaşık 400 sayfalık Türkçe bir kitap elime geçti. O cüsseli Türkçe kitapta tek konu işlenmişti: Verem. İçinde neler yoktu ki? Söz gelimi Amerikan denizaltılarında verem görülme sıklığı anlatılıyordu ama bizim cezaevlerinden bahseden yoktu. Oysaki ülke cezaevleri veremden geçilmiyordu. Bu akademik alandan cezaevlerine örülmüştü koca bir duvardı.
Üşenmedim İzmir’de mahkum koğuşu olan tek hastaneye gittim. Göğüs uzmanı arkadaş ile son on yılda ‘verem’ tanısı ile mahkum koğuşuna gelenlerin arşiv dosyalarını çıkarttık. Bir de ne görelim? Diyelim ki verem tanılı mahkum tedaviye dirençli ağır bir olgu; aynı zamanda tedaviyi reddediyor. Peki ne yapılmış geçmişte; cezaevinde kaldığı koğuşa geri gönderilmiş. Yani tüm koğuşa biyolojik silah kılınmış verem.
Şimdi tutuklu sağlık çalışanları ile birlikte içeriyi ve dışarıyı okul kılma zamanı. Birlikte cezaevi ve sağlık başlığında yapabileceğimiz uzun bir bilimsel yolculuğa zaman zaman bu köşeden değinmek üzere sağlıcakla kalın.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa