26 Haziran 2012 11:46

Suriye-Türkiye sınırı ısınacak!

Suriye-Türkiye sınırı ısınacak!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Önceki gün ABD, İngiltere dışişleri bakanlıkları ve AB’nin 27 dışişleri bakanından sonra dün de NATO, Türkiye’ye “güçlü destek” verdiğini açıkladı.
Başka bir zaman diliminde olsa kimsenin pek de önemsemeyeceği olay, konjonktür öyle gerektirdiğinden olacak Suriye’ye karşı bir uluslararası tepkiye, Türkiye’ye karşı ise pek görülmemiş desteğe dönüşmüş görünüyor.   
Kısacası, Suriye’nin kara sularına giren Türk Hava Kuvvetlerinin bir RF-4 “keşif uçağını” düşürmesi tartışması, bir yandan “Uçak nerede, nasıl vuruldu” gibi teknik düzeyde sürüyor görünse de asıl olarak, herkes kendi politikasının türküsünü söylüyor.
Suriye, sürekli uçağın Suriye kara sularını ihlal ettiği, hatta Suriye karasına birkaç kilometre mesafeye yaklaştığını, 100 metre yüksekten uçtuğunu bu yüzden vurulduğunu öne sürerek kendi tutumunu savunurken Türkiye tarafı ise uçağın, bilerek, kasten ve uluslararası sularda vurulduğunu iddia etmeye devam ediyor.
Yani bir ülkenin şu veya bu nedenle komşu bir ülkenin uçağını düşürmesinden çok farklı bir tepki oluşturulmuş bulunuyor. Herkes, uçağın düşürülmüş olmasının yarattığı krizden söz ediyor ama aslına bakılırsa kimse de uçağın düşürülmüş olması ve bu sorunun bir biçimde krize yol açmadan çözülmesiyle ilgilenmiyor. Batılı ülkeler, Suriye’ye yönelik kuşatmanın dünyanın gözünde haklı olduğunu, dolayısıyla batı kamuoyunda batının Suriye politikasına karşı çıkanların elini zayıflatmanın bir vesilesi olarak kullanılırken, Türkiye de bu olayı iç politika malzemesine dönüştürmüş bulunuyor. Çünkü AKP Hükümeti, daha uçağın düşürüldüğü ilk andan itibaren, şiddetle eleştirilen dış politikasının ne kadar haklı, Suriye’nin Türkiye’nin savaş uçağını gözünü kırpmadan düşürecek kadar düşmanlaşmış olduğu tezini güçlendirmek için kullanıyor. Muhalefet partilerini Başbakanlığa çağırıp bilgilendiren Başbakan Erdoğan, muhalefeti kendi politikasına yedeklemeyi, en azından bloke etmeyi amaçladı; özellikle de Kılıçdaroğlu’nun şahsında (Bahçeli zaten böyle tutum alırdı) bunu da büyük ölçüde başarmış görünüyor. Çünkü uçağın düşürülmesinden beri AKP’nin Suriye politikasını eleştiren basın ve siyaset dünyası, sanki uçak düşürme olayı bu politikanın bir uzantısı olarak gelişmemiş gibi, hükümetin arkasında olduklarını ilan ediyorlar. Dahası hükümet bu vesileyle, artık savunamadığı Yeni Osmanlıcı politikaları yeniden, “Türkiye ile dost olanlar kazanır, dost olmayanlar da kim olursa olsun bu davranışlarının faturasını öder” iddiası üstünden yeniden propaganda etmeye başlamış bulunmaktadır.
Başbakan Erdoğan AKP Grubunda yaptığı, günlerdir beklenen konuşmasında, Davutoğlu’nun yukarıdaki tezini yineleyip, gerekçesini Selçuklu Sultanı Kılıçaslan, Nurettin Zengi ve Salahattin Eyyubi’nin Şam ve Kudüs için Haçlılarla mücadelesine kadar götürüp Türkiye’yi bu mücadelenin devamcısı ilan ederken aynı zamanda Suriye’nin sınırlarının “cetvelle çizildiğini” öne sürüp, bu sınırların tartışılırlığını da gündeme getirdi. Konuşmasının önemli bir bölümünde Suriye politikasını savunmak için tarihi tersine çeviren Başbakan, Suriye politikasına karşı çıkan basın ve politika çevrelerini de tarihi, Türkiye’nin geçmişini ve geleceğin anlamamakla suçladı ve Suriye politikasını “milli politika” olarak ilan etti.
Bilenen teknik açıklamalardan sonra Başbakan, “Altını çiziyorum” diyerek;
1- “Türkiye uluslararası hukuktan doğan haklarını yeri ve zamanı geldiğinde kullanacaktır”,
2- “Artık yeni bir aşamaya geçilmiştir. Suriye rejiminin sınırlarımızda oluşturduğu güvenlik risklerini hiçbir şekilde tolere etmeyeceğiz. Sınırdan Türkiye’ye yaklaşan her askeri unsur askeri tehdit olarak değerlendirilecektir”,
3- Suriye muhalefetine yardımların her biçimde sürdürüleceğini ilan ederek, Türkiye-Suriye sınırının bir çatışma bölgesi haline geldiğini de ilan etmiştir.
4- Hükümetin Suriye politikasına karşı çıkan muhalefetin ve basının düşman saflarında yer aldığını ima ederek, Suriye politikası konusunda içeriye de ayar vermiştir.
Peki, bu “çatışma bölgesi” ilanı ve “Muhalefete yardım nereye kadardır?​”, “Sınırları nedir?​” bu gibi soruların bire bir karşılığının ne olduğunu söylemek zordur. Ve burada Başbakan Erdoğan’ın sözlerinin içinin nasıl doldurulacağı, zamanlamasının nasıl belirleneceğinin etkenlerinin iki önemli bileşeni vardır: 1- Rusya’nın (arkasından da İran ve Çin) tutumu, 2- ABD’nin, NATO’nun batı emperyalizminin Suriye’ye müdahale biçimi ve zamanlamasıdır.
Orta vadede bu belirleyiciliğe karşın, Türkiye Suriye arasında hemen bir sınır çatışması beklenmese de Türkiye-Suriye sınırının daha sıcak ve daha çok provokasyona açık hale geldiğini, Türkiye’nin Suriye’nin içişlerine müdahalede daha pervasız davranacağını, içeride de bu politikaya karşı çıkan basın ve siyaset alanındaki tutumların da daha çok baskı altına alınacağını söylemek yanlış olmaz.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa