İşçi-emekçi mücadelesi ve “Demokratikleşme” sorunu-I
Fotoğraf: Envato
Makalenin bu (üçüncü ve son) bölümünde, işçi-emekçi hareketinin gelişmesine bağlı olarak demokrasi mücadelesini ve bu mücadele ile kapitalist-burjuva devleti ve hükümetlerinin karşıtlığı üzerinde durulacak. Okurun hoşgörüsüne sığınarak bunu da, birbirini izleyen bölümler halinde irdelemeye çalışalım.
Devletin kuruluş yıllarında, cılız kapitalistleşmeye ve işçilerin ulusal köken farklılıkları üzerinden kendi burjuvaları tarafından etkilenmesine rağmen, gerek Avrupa’daki yayılan işçi ayaklanmaları gerekse 1917 Ekim Devrimi’nin etkisi, ülkede işçi eylemlerinin gelişmesini olumlu yönde etkilemekteydi. Kemalist yönetimin ‘ulusal ekonomi inşası’ yönündeki kimi adımları ve bununla birlikte kurulan devlet işletmelerine belirli sayıda işçinin alınması, bir yandan işçilerin saflarının giderek genişlemesine -nesnel olarak mücadelesinin temelinin güçlenmesine- diğer yandan, yönetimin işçi-emekçiden yana bir politika izliyormuş görüntüsüne yol açıyordu. İşçiler daha çok, İstanbul, İzmir, Bursa vb. gibi kentlerde; dokumacılık, tütüncülük, madencilik iş kollarında istihdam edilmişlerdi. İşçilerin kır ilişkilerinin devam ediyor oluşu, sınıf tutumlarına yansımaktaydı.
1940’lı yıllarda, yaşam koşulları giderek ağırlaşan işçi ve emekçilerin, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirme, siyasal baskılara karşı talepler için mücadelesi, artık daha geniş kesimleri kucaklayacak duruma gelmişti. “Milli Koruma Kanunu”( 1940) ile çalışma süresi 11 saate çıkarılmış, hafta tatili kaldırılmış, ücretler düşürülmüştü. Buna, Kürt ulusuna karşı ırkçı politikaların yoğunlaştırılması eşlik etti. Ancak, huzursuzluk devam etti. İşçiler içinde, kendilerine karşı geliştirilen bu politikalara tepkinin arttığını gören hükümet, baskıyı yoğunlaştırmakla birlikte, bir adım daha atarak, işçilerin grev ve politika yapmasını yasaklayan bir sendika yasası çıkardı. Burjuva- büyük toprak sahiplerinin çıkarlarını savunan Demokrat Parti, bu durumdan yararlanmak üzere, sendikal özgürlükler vaazıyla işçi-emekçi hareketini yedekleme çabalarını yoğunlaştırdı.
DP iktidarı, emperyalizm ile iş birlikçi politikaların kapsamını genişletti ve siyasal baskı, zor ve şiddeti yoğunlaştırarak, vaatlerinin tam karşıtı despotik bir yönetim politikası izledi. Devlet işletmelerinde çalışmak için dahi DP’nin gerici, halk düşmanı politikalarına yandaş olmak gerekiyordu.
İşçi hareketi ve mücadelesinin kapitalizmin gelişmesiyle dolaysız bağlı oluşu, kapitalist gelişmenin hız kazandığı 1950-60’lı yıllarda, siyasal, sosyal ve iktisadi talepler için mücadelenin yükselmesini de beraberinde getirdi. Emperyalist dış sermaye ihracının artışıyla da bağlı olan sanayideki yatırımların artışı ve bunun tarımsal alandaki kapitalist etkisi sonucu, işçileşme hız kazandı. Kırdan kente nüfus göçü arttı ve daha kalabalık kesimler işçileşmeye başladı. Bu da, işçilerin kendi talepleri için mücadelesinin olanaklarını genişletici bir rol oynadı. 1952 yılında, işçi hareketinin burjuvazi ve devletinin güdümünden bağımsız kendi sınıfsal örgütlenmesini önleme politikasının da ürünü olarak ve Amerikan sarı sendikacılık çizgisinde TÜRK-İŞ’in kuruluşu gündeme geldi. Sözüm ona partiler üstü sendikacılık çizgisinde sendikacılık yapılacak, “İşçilerin hakları savunulacak” ve “İşçiler örgütlü hale getirilecek”ti!
TÜRK-İŞ’in kuruluşu, devletçi hattına rağmen, işçilerin sendikal örgütlenme yoluyla kapitalistlere ve hükümetlerine karşı, kendi talepleri için mücadele fikri ve eyleminde, yeni bir döneme girilmesini ifade ediyordu. Bunda, sendikalı işçilerin ücret ve çalışma koşullarında belirli iyileştirmelerin sağlanması da rol oynadı. İşçi muhalefeti sarı sendikacılık çizgisinde kontrol altında tutulmasına rağmen, saflarındaki tepkiler giderek artıyordu. Sendikalar yasasının çıkarılması bu gelişmelerin sonucu olarak gerçekleşti. DİSK’in kuruluşunda ifadesini bulan daha mücadeleci bir sendikacılık anlayışının güç kazanmasında, işçilerin saflarında büyümekte olan bu tepkiler başlıca, en önemli etken olarak rol oynadı. İşçilerin talepleri doğrultusundaki mücadelesi ve artan tepkileri, gençlik kuşaklarının ve ilerici aydınların demokratik muhalefetiyle birlikte, 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sürecinde yapılan Anayasada, kısmi demokratik hakların yer almasını sağladı.
Buna rağmen, işçilerin ve diğer emekçi kesimlerin yaşam koşulları oldukça kötü olmaya devam etti. Buna karşı tepkiler de durmadı. Kapitalist gelişme, kent ve kırda işçileşmeyi hızlandırırken, iktisadi bakımdan faal nüfus içinde, tekstil, metal, maden, inşaat, vb. iş kollarında çalışan işçilerin sayısal artışı da devam etti. İşçilerin nispeten kalabalık olarak bir arada çalıştığı fabrika ve işletme sayısının da fazlalaştığı ‘60’lı yıllarda, ücretli emekçilerin üçte biri imalat sanayi (büyük-küçük)nde çalışıyorlardı. Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir yere sahip olan Saraçhane Mitingi ve Kavel Kablo Fabrikası işçilerinin direnişi, bu gelişmelerin ürünü olarak ortaya çıktılar. Aralık 1961’de yüz bin emekçi sendikal-ekonomik ve demokratik talepler için İstanbul-Saraçhane’de bir araya geldi. 1963’teki Kavel direnişi bunu izledi.
1963 yılında kabul edilen 274 ve 275 sayılı grev ve toplusözleşme yasalarıyla işçiler, grev hakkını elde ettiler. Bu hakkın kazanımı, işçi hareketinde mücadele eğilimine güç verdi. Özel kapitalist işletmeler başta olmak üzere kapitalistler ile işçiler arasındaki mücadele giderek sertleşti. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ücret artışı gibi taleplerle başlayan Kavel işçi direnişine polis saldırısı ve buna rağmen direnişin başarıyla sonuçlanması, işçiler içindeki dayanışma eğilimine güç verirken, bu direnişi çeşitli diğer işçi eylemleri izledi. Zonguldak Maden işçileriyle, Paşabahçe işçilerinin (1965-66) direnişi bunlar arasındadır.
İş günü çalışma saatlerinin düşürülmesi ve ücret artışı talepleriyle başlayan 1965 Zonguldak direnişi, 60 bin işçiyi kapsayan ve ailelerinin de desteğinde giderek bölgesel bir eylem karakteri kazanmaya başlayan bir direniş olmasıyla oldukça önemli bir yere sahiptir. Polis-jandarma saldırısı ve iki işçinin ölümüyle sonlanan direnişte, işçiler ve emekçi kitleleri, polis ve jandarmanın kendilerine karşı tutumunu görmüş oldular. 85 gün süren Paşabahçe direnişinde hükümetin, devletin antidemokratik baskı politikaları bir kez daha açıklık kazandı. Bunun yanı sıra devlet sendikacılığı olarak da tanımlanan TÜRK-İŞ’in uzlaşmacı sendikal çizgisi işçiler tarafından somut olarak gözlendi. TÜRK-İŞ’in bu iş birlikçi çizgisinden kopuş ve ayrı bir sendikal örgütlenme eğilimi güç kazandı. 1967’de ki DİSK’in kuruluşuna böyle gelindi. (Devam edecek)
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40