29 Haziran 2012 11:10

İşçi-emekçi mücadelesi ve “Demokratikleşme” sorunu-III

İşçi-emekçi mücadelesi ve “Demokratikleşme” sorunu-III

Fotoğraf: Envato

Paylaş

12 Eylül 1980 Cuntası, uluslararası sermaye ve iş birlikçi gericiliğin halka karşı askeri-militarist silahıydı. Başta işçi hareketi (sendikal ve siyasal) olmak üzere halkın çeşitli kesimlerinin demokratik, sosyal ve ekonomik taleplerle yürüttüğü mücadelesini faşist terörle bastırmaya girişti. Grev ve gösteriler yasaklandı, yüzlerce sendikacı gözaltına alındı. DİSK  kapatıldı, Sendikalar Yasası sermayenin isteği doğrultusunda değiştirilerek işçi örgütlenmesinin önüne yeni barikatlar örüldü, yüz binlerce kişi işkenceden geçirilerek zindanlara dolduruldu, vb.
Ama, sınıf mücadelesi tarihinin kanıtladığı üzere, zor yoluyla sindirme ve ezme politikalarının uzun süre etkili olması mümkün olamazdı. 1985-86’lardan başlayarak işçilerin çeşitli türdeki eylemleri yeniden gündeme geldi. NETAŞ direnişinden bir süre sonra Türkiye işçi sınıfı tarihine “Bahar Eylemleri” olarak giren ve sermaye ve hükümetlerine geri adım attırarak, taleplerin bir bölümünün elde edilmesini sağlayan eylemler dizisi gündeme geldi. 1989 Bahar Eylemlerini, Zonguldak işçilerinin bölgesel genel eylemi ve büyük madenci yürüyüşü, onu ise sendika konfederasyonlarının çağrısıyla bir Genel Eylem izledi. Özal-Akbulut yönetimindeki sermaye hükümeti, ücretlerde reel artış başta olmak üzere işçilerin bazı taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. 1990’lı yıllarda işçi hareketi, düşüş ve yükseliş şeklinde; esas olarak istikrarsız bir özellik gösterirken, kamu emekçilerinin grev ve toplu sözleşme talebiyle başlattıkları mücadele ve örgütlenme çalışması buna eşlik etti. Kamu emekçileri, Anayasa, Devlet Memurları Yasası gibi yasalarla getirilen yasaklara karşı, çeşitli eylem biçimleriyle mücadeleye giriştiler. KESK, bu mücadelenin ürünü olarak kuruldu ve sonraki süreçte, kitlesel bir dizi eylem gerçekleştirdi.
1990’lı ve 2000’li yıllar, sendikal ve politik baskılara ve örgütlenme yasaklarına karşı, işçilerin, genel özelliği lokal direnişler olan çeşitli eylemlerle hak elde etme çabalarının devam ettiği yılar oldular. İşçiler, örgütlenmeleri önündeki engellere rağmen, talepleri için mücadeleyi sürdürdüler. Küçük ve orta boy işletmelerin işçileri işten atılmaya, düşük ücretlere, sendikasızlığa, sosyal hak yoksunluğuna ve patron-polis baskısına karşı, neredeyse tüm önemli sanayi kentlerinde iş kolları, tek tek işletmeler ve bazı dönemlerde de bölgesel yaygınlık gösteren eylemlere giriştiler. 1993-96 döneminde Antep-Ünaldı işçileri arasındaki “kaynaşma” ve ‘96’da gerçekleştirilen Ünaldı dokuma işçilerinin direnişi, 2009 sonunda başlayıp 2010 yılına sarkan 78 günlük TEKEL direnişi, yine Antep Çemen fabrikası işçilerinin iki buçuk ayı aşkın direnişi, belirli kazanımlarla sonuçlanan işçi eylemleri oldular.
Tüm bu gelişmelerin gösterdiği şudur: İşçi sınıfı ve emekçiler, en küçük sendikal kazanımı dahi, ancak talepleri için kararlı bir mücadeleye girişerek, sınıf dayanışması içinde ve halkın diğer kesimlerinin taleplerini sahiplendikleri oranda elde edebiliyorlar. Ve bugün, ekonomik, siyasal ve sosyal alandaki sermaye saldırıları, uluslararası gericilik ve emperyalist büyük devletlerle iş birliğinde tüm önceki hükümetleri geride bırakan AKP ve hükümetinin politikalarıyla daha yoğun, daha kapsamlı şekilde devam etmekte ve giderek sertleştirilmektedir. Siyasal baskı ve devlet şiddeti yaşamın tüm alanlarında, işçi ve emekçileri kuşatmıştır. Örgütlenmeye ve hakları yönünde mücadeleye yönelen işçiler, gençler ve kent emekçileri polis-yargı ve hükümet saldırısıyla karşılaşıyorlar. Burjuva partileri, hükümet ve devlet aygıtını oluşturan kurumları yönetenler açısından, halk kitlelerinin sömürülen -ve “yedeklenerek sistemi sürdürmenin rıza gösterici gücü haline getirilmesi gereken”- yığınlar olmaktan öte bir önemi bulunmuyor. Kürtlerin ulusal hak eşitliği talebine karşı bölücülük ve terör suçlamasıyla yürütülen askeri-şiddet, politik baskı ve inkar devam ediyor. Alevilere karşı mezhepçi, devlet dini dayatması yeni yasalar ve uygulamalarla takviye edildi. Bütün bunlara, Suriye’ye karşı olan saldırganlık başta olmak üzere komşu ülkelere karşı izlenen hükümet politikası eşlik ediyor. Gerek Kürt sorunu, gerekse “dış sorunlar” üzerinden sürdürülen Türk şoven politikanın etkinliği artırılmaya çalışılıyor. ABD başta olmak üzere emperyalistlerle iş birliğinin kapsamını genişleten ve Türkiye’yi uluslararası sermayenin, ABD ve NATO’nun serbest faaliyet ve saldırı üssü haline getiren bir dizi anlaşmaya imza atıldı. İzmir’e NATO karargahı kuruldu ve Kürecik Füze Üssü kuruluşuyla yeni adımlar atıldı.
Yukarıdan beri gördük ki, işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri için, siyasal, sosyal ve iktisadi taleplerini elde etmek; çalışma-yaşam koşullarını iyileştirmek, sermaye politikalarını geri püskürtüp söz, basın-yayın ve örgütlenme alanı başta olmak üzere, demokratik hakların kullanımını sağlamak, ancak mücadeleyi yükselterek ve sendikal-politik örgütlenmeyi geliştirip sağlamlaştırarak mümkün olabilmektedir. İşçiler-ve diğer emekçi kesimler-ancak direndiklerinde yaşam koşullarında belirli iyileştirmeler sağlayabilmekte, hareket ve mücadele geri düştüğünde ise, sermayenin gaspları genişlemektedir. 15-16 Haziran direnişinin, DGM’lere karşı eylemlerin, Bahar Eylemlerinin, Zonguldak, Ünaldı, TEKEL vb. direnişlerin gösterdiği budur. Bir öteki en önemli ve öğretici gelişme, Kürt ulusal direnişinin kazandığı boyutlar ve bunun sonucu olarak atılmak zorunda kalınan adımlardır. Elde edilen kısmi-küçük kültürel vb. iyileştirmeleri sağlayan Türk burjuva hükümetleri ve devletin lütfu değil, ileri Türk emekçilerinin de desteğindeki otuz yılı aşkın Kürt halk mücadelesidir.
Öyleyse, büyük sermaye ve emperyalizmin hizmetindeki AKP Hükümetinden Türkiye’nin demokratikleşmesi beklenemez. Demokratik hakların kazanılmasını ve ülkenin demokratikleştirilmesini, ancak, tüm ulus ve milliyetlerden işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi sağlayabilir. İhtiyaç olan da bu mücadelenin geliştirilmesi-örgütlenmesi ve sürdürülmesidir.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa