30 Haziran 2012 09:08

Final düşünceleri...

Final düşünceleri...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İki takım, (C) Grubu’nun açılış maçında da karşı karşıya gelmiş ve sahadan 1-1’lik beraberlikle ayrılmışlardı. Final, aynı zamanda grupta oynadıkları bu maçın rövanşı niteliğini taşıyor.
Kağıt üzerinde İspanya finalin favorisi olarak gözükse de İtalya böyle bir maçta limitlerini zorlayacak, şampiyonluğa bu kadar yakınlaşmışken yakaladığı fırsatı kaçırmak istemeyecektir. Zaten her iki takımın, yarı finaldeki oyunlarına bakıldığında, İtalya’nın daha umut verici bir performans sergilediğini söylemek mümkün.
Kimilerine göre yarı finaldeki İspanya-Portekiz karşılaşması turnuvanın en sıkıcı mücadelelerinden birisiydi!.. İlk kez bu karşılaşmada İspanya’nın topa sahip olma oranı -görece- düşük kaldı. Ama bunda, iki takımın, hem oyuncu özellikleri hem de oyun anlayışı bakımından birbirini çok iyi tanımasının payı büyüktü. Bu karşılıklı “iyi tanıma” durumu, ortaya taktiksel yönü ağır basan bir mücadele çıkardı.
İspanya’nın her zamanki kolektivizmine karşılık, Portekiz prese dayalı savunmanın yanı sıra hücumda ağırlıklı olarak Ronaldo’nun ve biraz da Nani’nin bireysel çabalarına bel bağlamıştı. Sonuçta futbol takım oyunuydu ve başarı için kolektif anlayışla mücadele etmek gerekiyordu. Bu anlamda İspanya’nın galibiyetini, “Kolektivizmin, bireysellik karşısındaki üstünlüğü” şeklinde yorumlayabiliriz.  
Tabii maçları izleyen herkesin sahada verilen taktiksel mücadeleyi görmesi, anlaması; taktiksel mücadeleden heyecan ve keyif alması beklenemez. Futbol bilgisi kıt ve futbola bakış açısı dar olan kişiler, topu yeterince iyi kullanamayan, üst üste 5 pas yapmakta zorlanan, çok sayıda top kaybeden ve iyi savunma yapmayı beceremeyen takımlar arasında oynanan bol gol pozisyonlu maçları öve öve bitiremiyorlar. Öyle kişilere, özellikle veteranların oynadığı halı saha maçlarını izlemeleri önerilebilir...
İspanya’nın maçlarında az gol pozisyonu olması normal... Çünkü İspanya zaten topu kaybettiği anda başlattığı presle, rakiplerine organize olma ve gol pozisyonu yaratma şansını pek vermiyor. Buna karşılık rakipleri de İspanya’ya gol pozisyonu vermemek için ellerinden geldiğince kapanıp, kalabalık ve kademeli savunma yapıyor... Başka çareleri yok zaten... Yani bir anlamda İspanya rakiplerini sağlam savunma yapmaya zorluyor. Hem İspanya iyi savunma yapıp hem de rakipleri kapanınca, haliyle gol pozisyonu yaratmak da kolay olmuyor.

FARKLI BİR İTALYA

İspanya bütün maçlarında genellikle, topa uzun süre sahip olup rakip savunmanın kilidini açmaya çalışan takım pozisyonunda kalıyor. Final maçındaki görüntü de bundan farklı olmayacak. İtalya zaten oldum olası savunma yapmayı ön planda tutan bir takım. Savunma yapmak genlerinde var. Nasıl olmasın ki?.. Ne de olsa dünya futboluna “Catenaccio” (Bizim, ‘Çanakkale geçilmez’ taktiğine benzeyen) ismiyle bir savunma stratejisi armağan etmiş(!) bir ülke. Ama bu turnuvada ilk kez İtalya’yı rakip sahada pres yaparken ve rakibinin oyun kurmasını engellemeye çalışırken görüyoruz. Bu, İtalya adına dikkat çekici bir aşama...
Rakibin organize ataklar geliştirmesini -daha en başında- engellemenin büyük önem taşıdığını artık herkes kavramış durumda ve bütün oyun planları, bu durum göz önüne alınarak hazırlanıyor.
Savunma kadar hızlı kontratağa çıkma özelliği de İtalyan ekolünün önemli bir parçası. Bu nedenle İtalya karşısında geriye düştükten sonra maçı çevirebilmek her takımın harcı değil. Grup maçında İtalya öne geçmiş, İspanya ancak beraberliği kurtarabilmişti.
Yarı finalde de yenik duruma düşen Almanya, beraberliği ararken ikinci golü yiyince havluyu attı. Maçın sonlarına doğru oyun iyice İtalya’nın istediği şekle büründü. Ne var ki kontrataklarla yakaladıkları önemli fırsatları değerlendiremediler. Oysa farklı bir galibiyet alarak finale çok daha yüksek bir öz güven ve çok daha güçlü bir moral motivasyonla çıkabilirlerdi.

GÜNEYLİ DAMGASI

Günümüz futbolunda herkes, gücü yettiğince, “Rakibi kalenden ne kadar uzak tutabilirsen gol yeme şansın da o kadar azalır” prensibine uygun bir oyun tarzını sahaya yansıtmaya çalışıyor.
Tabii futbol iki yönlü bir oyun. Başarılı olabilmek için, topa sahipken ve top rakipteyken neler yapılacağını çok iyi planlamak gerekiyor. Planlarını daha az hatayla sahaya yansıtan takımlar ise elbette galibiyete daha yakın oluyorlar.
Bu şampiyonada da İspanya, top kendisindeyken ve top rakipteyken en etkili takım görünümündeydi. Futbolun her iki yönünü de en ileri düzeyde oynayabilen bir ekip. 2008’deki Avrupa Şampiyonası’nı ve 2010’daki Dünya Kupası’nı kazanmaları zaten bunun göstergesi. Bugün, üst üste üçüncü kez büyük bir organizasyonun finalinde ter dökecekler.
Oyun anlayışlarının klasik santrfor tipli oyuncular için uygun olmaması ise gol arama yöntemlerini sınırlıyor. Örneğin, Portekiz ile oynanan yarı final maçında ilk on birde sahaya çıkan Negredo kayda değer hiçbir şey yapamadı. Önceki maçlarda zaman zaman forma şansı bulan Torres’in de takıma olan uyumsuzluğu dikkat çekiyor. Attığı goller aldatıcı. Asıl gözden kaçırılmaması gereken nokta, top ne zaman Torres’e gelse İspanya’nın pas trafiğinin son bulması. İspanya’ya yakışmayacak kadar yüksek yüzdeli top kaybıyla oynuyor Torres. Bu turnuvada İspanya, en önemli hücum kozu olan David Villa’nın eksikliğini çok hissetti. Muhtemelen finalde de hissedecek...
Ayrıca, İspanya’nın “garantici” oyunu aşırıya kaçtığında sorun yaratabiliyor. Top kaybını en aza indirgemek adına orta yapmıyorlar... Ceza sahası çevresinden çok az şut atıyorlar... Oysa özellikle sıfırdan yapılan ortalar ve ceza sahası civarından atılan şutlar, en etkili gol arama yöntemleri arasında yer alır. Hücumda, klasik santrfor tipinde oyuncuları tercih etmedikleri için kolay kolay orta yapmamaları bir nebze olsun anlaşılabilir ama şutu çok az tercih etmelerini anlamak mümkün değil. Neredeyse topu kalenin içine bırakana kadar paslaşacaklar. Nitekim Hırvatistan’ı böyle bir golle yendiler!..
İspanya çoğunlukla, uzun süreli seri paslaşmalarla rakip savunmanın dengesini bozup sonra da savunmanın arkasına atılan derin paslar ya da verkaçlarla gol arıyor. Tıpkı Barcelona gibi. Oyuncuların top tekniği ve top hakimiyeti yüksek olduğu için bu hücum tarzını çok etkili biçimde uygulayabiliyorlar. Buna karşı çözüm üretmek kolay değil. İspanya’nın nasıl oynayacağını herkes biliyor ancak hiç kimse kolay kolay bu oyun düzenini bozamıyor. Ne var ki, Barcelona’dan farklı olarak İspanya’nın Messi’si yok. Bu da zaman zaman hücumda kilitlenmelerine ve rakip savunmada gedik açmakta zorlanmalarına neden olabiliyor.
İtalya’nın finaldeki en büyük kozu ise Pirlo olacak. Neredeyse İtalya’nın her atağını bu oyuncu başlatıyor. İspanya, ilk maçtan çıkardığı dersleri de göz önünde bulundurarak Pirlo’ya rahat top kullanma olanağı vermemeye çalışacaktır.
İki takımın yarı final maçlarına baktığımızda ise İtalya’nın daha görkemli bir adımla ismini finale yazdırdığını görüyoruz. İspanya sıkıntılı anlar yaşadığı maçta Portekiz’i penaltılarla geçerken, İtalya, Almanya gibi favori gösterilen bir takımı iyi bir oyunla eleyerek finale yükselmeyi başardı. Bu da, İtalya’nın İspanya’dan aşağı kalmayan bir öz güven ve moral motivasyonla sahaya çıkacağı anlamına geliyor...
Futbol tarihi, bu şampiyonayla ilgili olarak, kupayı kazananı olduğu kadar güneylilerin ezici üstünlüğünü de yazacak hiç kuşkusuz...

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa