Stingerler nereye yerleştirildi?
Fotoğraf: Envato
Türkiye, uçaklara karşı kullanılan “stinger” füzelerini taşıyan “rampa araçları” Suriye sınırına konuşlandırdı. Başbakan Erdoğan’ın salı günü AKP grubundan ilan ettiği, Suriye’ye yönelik askeri önlemlerin bir ifadesi olarak, hayata geçirilen bu askeri girişimler, basında ve AKP güdümlü çevrelerde tam da beklendiği gibi, “stingerler”e yapılan övgüler ve “Bendimizi çiğner aşarız” gibi hamasi demeçler eşliğinde, savaş naralarıyla karşılandı. Tabii her vesileyle Suriye Kürtlerinin nasıl bir tehdit oluşturduğu, daha şimdiden, “sınıra PKK bayrağı çektikleri” ve “bir tampon bölge oluşturulmasının gereği” üzerine provokatif “haberler”le de süslenerek!
Elbette Erdoğan’ın açıklamalarının arkasında en azından “fiili bir tampon bölge oluşturma” amacı varsa ve bu da son altı ayda üçüncü kez günde getirilmesine karşın, “tampon bölge”nin Türkiye’yi Suriye’de gerçek bir bataklığa atmak olduğu da az çok dünyadan haberli herkesin ortak görüşüdür.
Yakından bakınca; kimse Suriye’ye bir dış askeri müdahale beklemiyor. Ve şu çok açık ki Türkiye halkının büyük çoğunluğu bir Türkiye-Suriye savaşı, hatta Suriye’ye bir dış müdahale istemiyor. Uçak düşürülmesinin basında ve siyaset çevrelerindeki aşırı istismarına rağmen gerçek böyle!
Bunu hem hükümet hem de basını yönlendiren “gazeteci” erbabı biliyor. Bu yüzden de sınıra stinger yerleştirmekle, Türkiye’nin hava sahasını ihlal edecek Suriye savaş uçaklarını vurmanın bir ilgisi olmamasına karşın (çünkü stingerleri sınıra yerleştirmeden Suriye uçakları vurulabilir), stinger taşıyıcı araçları kışlalardan çıkarılıp sınır karakollarına “törenle” götürüyorlar; yapmayacakları bir askeri harekatı sanki yapacakmış, hatta yapmış gibi gösteriyorlar.
Bunlar dikkate alındığında, gösteri biçiminde stinger yerleştirme, sınır önlemleri ve “tampon bölge” üstünden estirilen hava dikkate alındığında füze rampalarının Suriye sınırından çok Türkiye’nin halkın hassasiyetlerinin sınırına yerleştirildiğini söylemek daha gerçekçi olur.
Dahası ABD’li bir yetkilinin, “Türk savaş uçağının Suriye kara sularında ve uçaksavarlar tarafından vurulduğunu” söylemesi uluslararası planda inandırıcılığı zaten çok zayıf olan Türkiye’nin “Uçağımız uluslararası sularda ve füzeyle vuruldu” tezini de tümden çökertme ihtimalini de gündeme getirmiştir. Ki bu da iç kamuoyuna yönelik kara propagandayı daha da artırıcı olacak demektir.
Ve tabii bütün bu gelişmeler yanında, “Suriye muhalefetine dayanarak verilen, “Suriye’nin Türkiye’nin sınırına yeni birlikler kaydırdığı” iddiası da Suriye’nin Türkiye’ye karşı düşmanlığının kanıtı olarak propaganda ediliyor!
Türkiye kendi sınırında ve kendi kamuoyuna çekidüzen vermeye çalışırken batılı emperyalistler Suriye’nin kaderini çizmek için düne kadar Moskova, Washington, Brüksel’de sürdürdükleri tartışmaları dün Cenevre’de topladıkları konferansa taşıdılar.
19. yüzyılda sömürgeci kapitalist devletlerin topladığı “dünyanın paylaşılarak sömürgelerin ve yarı sömürgelerin kaderinin çizildiği konferanslar” gibi şimdi de emperyalist ülkeler, ülkelerin kaderlerini belirlemek için aralarında konferanslar düzenliyorlar. Nitekim Cenevre’de toplanan konferansta da kaderi belirlenmek istenen Suriyeliler yok. Tersine Suriye’nin kaderi Suriye olamadan, Suriyelilere rağmen belirlenmek isteniyor. Tıpkı Irak’ın, Afganistan’ın kaderlerinin Iraklılar, Afganistanlılar olmadan belirlenmiş olması gibi!
Cenevre’de dün Suriye olmadan yapılan konferansın anlamı da budur. Yani emperyalistlerin Suriye’nin kaderini belirlemek için topladıkları bir konferans! ABD’nin başını çektiği emperyalistler ve bölgedeki uşakları, Rusya ne kadar ikna edilirse o ölçüde Suriye’nin kaderini çizecekler!
Konferans’ta Esad’lı ya da Esad’sız çözümlerden, bir-iki yıllık geçiş dönemlerinin konuşulacağı belirtiliyor, Suriyeliler ne diyor, nasıl bir gelecek istiyorlar, bunları kimse umursamıyor.
Bu yazı yazıldığında Cenevre konferansı sürüyordu. Ancak görünen odur ki, konferansta Rusya neye ikna edilmiş olursa olsun ya da konferans bir karar alınmadan dağılsın; Türkiye’nin Suriye bataklığında daha derinlere itilmesi için süreç çok hızlanmıştır; Türkiye’yi yönetenler de süreci hızlandırmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Gidişatın tehlikesine dikkat çekenleri, yetkililerin “vatan haini sayan” açıklamaları da bu suçluluğun telaşından gelmektedir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00