Beton ekonomisinde cami ihtiyacı!
Fotoğraf: Envato
Sevda Tepesi’nde imara izin…
Çamlıca Tepesi’ne cami…
Taksim Meydanı’na cami…
Ve Taksim Meydanı’nın yeniden inşası ihalesi (Şehir plancılarının, ‘sonucu betonlaştırma, insansızlaştırma ve kimliksizleştirme olacak’ dediği ihale)…
Suudi Kralı Abdullah’ın 27 yıl önce aldığı Sevda Tepesi’ne neden şimdi imar izni çıktı? Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a göre, Kral Abdullah çok üzülüyormuş da ondan!
Daha önce de aynı bakan, ‘adam 10 milyar dolar verdi’ demişti. “Peki, nerede bu para?” diye sorulunca da basını yanlış anlamakla itham etmişti.
“Sözlerim yanlış anlaşıldı. 10 milyar yatırım gelebilir dedim. Onlar yardım anladı.”
Peki, yeni camiler neden?
İhtiyaç, iman…
Taksim Meydanı niye yeniden inşa ediliyor?
Zamana uygun, çılgın, modern bir dönüşüm için.
Üzüntü… İhtiyaç… İman… Modern…
Yeterli mi?
Yoksa tüm bu projeler arasında başka bir bağlantı var mı? Yani bu işin bir ekonomi politiği var mı?
Cevap: Var.
Meselenin bütünlüklü anlaşılabilmesinin yolu bu ekonomi politiğin kavranabilmesinden geçiyor.
SATIR ARALARINDAKİ SAMİMİYET!
Bakan Bayraktar’a kulak verelim.
“Mütekabiliyet yasası çıkarttık. Bu hak teslim edilirse, gayrimenkul talebi artacak. Haksızlık giderilirse imajımız kuvvetlenecek”.
Samimi bir itiraf…
Bakanın anlatmak istediğinin özü şu: Yabancılar zaten dilediğince ev, ofis, toprak alıyorlardı. Fakat biz çıkarttığımız yasalarla büyük, daha büyük arazilerin satışının önünü açtık. Bu durumda, ‘Türkiye’de koruma var. Yasalar var. Aldığımız gayrimenkullerde istediğimiz gibi at koşturamayız’ gibi bir algı oluşursa çıkardığımız yasa etkisiz kalır. İmajımızı güçlendirmek için izni verdik gitti.
Zaten iş Sevda Tepesi’ne izin vermekle bitmedi.
Başka arazi sahipleri de birer birer beton izni almaya başladılar.
Bakan Bayraktar’ın şu açıklamaları içimizi rahatlatmıyor: “Kral, otel değil ailesi için villa inşa edecek, belki dört tane. Kendisi oturacak. İmar çok verilmedi.”
Oysa gerçek şu: Sevda Tepesi ile birlikte belediyelerin zamanında yeşil alan ilan edip imara açmadığı kalan son birkaç parça yeşilin bulunduğu araziler de imara açılıyor.
İstanbul’un yeşiline acımayan bu beton anlayış Türkiye’nin her yerine yayılmış durumda. Sürekli cezaevi, cami vaadi… Kentsel dönüşüm ve çılgın projeler… Viyadükler, tüneller, alt-üst geçitler…
Hepsi aynı bütünün parçaları…
Son 10-15 yıldır inşaat odaklı bir büyüme gerçeği var önümüzde. Bu süre zarfında inşaat, beraberinde çimento, tuğla, seramik, plastik, cam, ağaç, demir-çelik, ısıtma, aydınlatma, boya ve daha birçok sanayi dalını peşinden sürükledi.
Bankacılık, sigortacılık, emlakçılık sektörlerine de kan taşıdı.
Şimdi inşaat lokomotifinin yeni yakıta ihtiyacı var. Kentsel dönüşüm gibi, yukarıda sıraladığımız yeni projeler gibi...
Elde hızla satılıp paraya çevrilecek nehirler, göller, dağlar ne varsa...
Hepsi ama hepsinin…
Bu dev lokomotifin yakıtına dönüştürülmesinde hiç tereddüt yaşanmayacak.
CAMİ İÇİN ÜÇ GEREKÇE
Geriye çok az yeşil kalacak.
Yeşil o kadar değerli olacak ki, isteyen herkes gidip faydalanmayacak o yeşilden.
Arkadaşımız Şerif Karataş’ın, “Dikkat doğayı gezerken para isteyebilirler!” başlıklı haberi o günlerin çok uzak olmadığını gösteriyor.
Habere göre Çevre ve Orman Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü Eğitim Daire Başkanlığı… Tutmuş İl Orman Müdürlüklerine bir yazı göndermiş.
“Doğa yürüyüşü, fotoğraf çekimi ve video çekiminde para alın” demiş.
“Milli Park, gezi yerleri ve ormanlık alanları ücretsiz gezemezsiniz. Para vermeden fotoğraf çekemezsiniz” demiş.
(Uzun Gölü, Kara Gölü, Ayder’i…
Kaçkar’ın eşsiz güzelliklerini yani doğup büyüdüğüm o coğrafyanın doğasını…
İyi ki bol bol fotoğraflamışım…
Yoksa gelecekte çok zor olurdu her halde.)
Şimdiden doğayı paralı hale getirenlerin gelecekte neler yapabileceğini varın siz tahayyül edin.
‘Yeşil’i az bulunur madene çevirecek bir betoncu zihniyet işte…
Bu zihniyet, görkemli camileri müminler için değil, kendisi için inşa eder öncelikle...
Niçin?
Şu üç sebepten…
Bir, camiler de inşaat sektörüne kan taşımış olur.
İki, yeşil bir tepeye yapılacak cami ile yeşilin amansız yağması meşrulaştırılır.
Üç, her yerden görünen görkemli camiler mütedeyyin emekçilerin, sermayenin (Yeşiliyle, merkeziyle…) iktidarını kendi iktidarları sanmalarına yol açar.
Ne demişti bakan: “Yatırım gelebilir. Ondan imar izni verdik.”
Yani yatırım gelirse gerisi teferruattır.
Yeşilden hazzetmeyen bir yatırım anlayışının pençesindeyiz.
Bir çift söz de, “Yeşili kaybedelim ama ekonomimiz büyüsün” diye düşünenlere…
İnşaatı, betonlaşmayı lokomotif olarak seçmiş bir ekonominin biriktirdiği çok ama çok büyük sorunlar var.
Onlar da başka bir yazının konusu…
SİLAH MEMURDAN DAHA DEĞERLİDİR!
Türkiye, bugün yarın 5,5 milyar dolarlık bir silah alımı yapacak.
Kaynak: Amerikan haber sitesi ‘defencenews.com’…
Siteye göre, uzun menzilli hava ve füze savunma sisteminin de yer aldığı bu silah ihalesine Rusya ve Çin şirketleri de teklif vermiş.
Türkiye’nin yapacağı 5,5 milyar dolarlık silah alımına Rus ve Çin firmalarının gösterdiği ilgi NATO’da rahatsızlık yaratmış.
Hatta Batılı bir yetkili “NATO buna izin veremez, Çinliler ya da Ruslar kazanırsa sistemleri ayrı çalışmak zorunda. NATO’nun bilgi sistemine bağlanamazlar” demiş.
Başka bir yetkili de Türkiye’nin sadece Amerikalı ve Avrupalı şirketlerin fiyatlarını düşürmesi için Çin ve Rus şirketlerini ihalede tutabileceği ihtimaline dikkat çekmiş.
Her neyse.
Türkiye’nin blöfü ya da niyeti… Burada önemli olan 5,5 milyar dolarlık rakam.
Türk Lirası cinsinden karşılığı düz hesap 10 milyar.
Şimdi…
“Memura yapılacak 1 puanlık zammın maliyetinin 1 milyar. İstediklerini verirsek batarız’ diyen hükümet sözcülerine sormak lazım.
10 milyar liralık silah alımından sonra batacak mıyız?
Tabi ki hayır!
Sadece hükümetin gözünde silah memurdan daha değerlidir o kadar.
Türkiye Ortadoğu’da ‘lider ülke’ olmaya oynadıkça…
Çok ama çok daha konuşacağız Türkiye’nin uluslar arası silah tekellerinin pazarı haline gelmesi gerçeğini…
HEPİMİZ BİR AN ÖNCE DELİRMELİYİZ!
Antik Yunan’da…
Rönesans’ta…
Dersim’de…
Deliliğe övgüler dizen felsefe, inanç ve anlayışlar tarih boyunca hep olmuştur.
Rönesans’ın klasik edebiyat araştırmacısı, hümanist bilgini Erasmus’un, “Deliliğe övgü” adlı kitabı günümüze kadar gelmiştir. 1509 yılında, yazılan ve gülmece türündeki yapıta egemen temel görüşlerinden biri şudur: Gerçek bilgelik, deliliktir.
Deliliği konuşturma kisvesi altında Erasmus, çağının kilisesine ve egemenlerine en acımasız eleştirileri yöneltir.
Deliliğe son övgü de benden olsun!
Üniversite kaydıma çok az bir zaman kala babamla birlikte güzel bir gün geçirebilmek adına Ayder’e gittik.
Bir kahvenin önünde soluklanıyorduk ki birden bire bir hareket başladı. Herkes ayağa kalkıyordu.
Ayağa kalkılmasının sebebi valinin cipinin görülmüş olmasıydı.
“Vali geliyor, vali geliyor” bağrışları arasında herkes ayağa kalktı.
Ben ve bir kişi hariç…
İçimden hiç kalkmak gelmiyordu.
Niyetimi anlayan babam gözümün içine baktı. Ve şöyle dedi: “İstemesek de kalkmak zorundayız.”
Ayağa kalktım ve yalnız bıraktığım diğer kişiye baktım suçluluk duygusuyla…
Baktım ki o da söylenerek kalkıyor.
“Yaylanın valisi benim, ben” diyerek.
Yanımdaki kişilerden öğrendim ki o kişi Ayder’in delisiymiş.
Ve bir tek o karşı koyuyordu hafta sonu keyfi yaşamaya gelen valinin önünde el pençe divan durulmasına.
Bir tek o sorguluyordu bu anlamsızlığı.
Bir tek o karşı koyuyordu statünün yaylada da geçerli olmasına.
Ve “Yaylanın valisi benim, ben” diyerek bir tek o cesaret edebiliyordu yaylanın asıl sahiplerinin kendileri olduğunu haykırmaya…
Art arda önümüze getirilen (ana yazıda bahsi geçen ve yazıda anılmayan daha pek çoğu…) projelere itiraz için, her şeye paragözüyle bakmayan, birazcık akıl yeter…
Yetmiyorsa hepimizin delirmesi lazım cesaretle haykırabilmek için…
Yoksa ne yeşil kalacak…
Ne yoksulların barınabildiği ne de gidebildiği bir kent merkezi…
- Ezdirmemek ne kelime suyunu sıktılar 26 Aralık 2024 06:55
- Et ithalatı da sürer gıda pahalılığı da 08 Kasım 2024 11:17
- Türkiye BRICS’te de kapıda bekletiliyor, kapının ardı cennet değil ki! 24 Ekim 2024 13:08
- Bütçenin özeti: Hem yakacak hem kıracak 19 Ekim 2024 07:06
- Şimşek’in haraç şovu 16 Ekim 2024 04:57
- İTO Başkanı ‘şeytan’ taşlatıyor! 09 Ekim 2024 04:39
- Patronlardan 21. yüzyılda 19. yüzyıl talepleri: Bir adım ötesi zincire vurmak 28 Eylül 2024 06:47
- Erdoğan’ın ABD temasları: Mesaj mı yoksa yalvarış ve temenni mi? 26 Eylül 2024 06:27
- Fiyatlar artarken enflasyon düşüşünün yorumu: Kağıt üstünde düşüş, kemikte hissediş 04 Eylül 2024 05:53
- Vergi listesindeki 3 çeşit yüzsüzlük 29 Ağustos 2024 05:34
- Çin istilasına yol! 27 Ağustos 2024 05:10
- 12 şirket neden Varlık Fonu’na devredildi? 22 Ağustos 2024 04:55