Gazetecilik, TV’cilik bu mu?
Fotoğraf: Envato
Pazartesi günü 2 Temmuz’du. 19 yıldan beri Türkiye’de 2 Temmuz, yılın takvimdeki günlerinden birisi olmayı çok aşan bir gündür. Çünkü 19 yıl önce 2 Temmuz’da, ülkemizin yetiştirdiği 33 aydın ve sanatçı Sivas’ta yakılarak vahşi bir biçimde katledilmişti.
Pazartesi günü işte, henüz gerçek failleri bulunmadığı gibi, katilleri korunup kollanan bu katliamın 19. yıldönümüydü. Nitekim dün AKP’li bir vekil tarafından Meclis’ten katillere sahip çıkma tutumu bir kez daha açıkça ilan edildi. Ve bu yıldönümünde ülkenin her yanında, gerçek katillerin, azmettiricilerin ve koruyup kollayıcıların bulunması talebi pek çok etkinlikle bir kez daha ifade edildi. Yani bu 2 Temmuz da özgürlüklerin, bilim ve ileri kültürün 33 aydınla, sanatçıyla yakıldığı Sivas yangınının acısının yenilendiği bir gündü!
2012’nin 2 Temmuz günü bir başka önemli gelişme daha vardı Türkiye’de.
İçlerinde Profesör Büşra Ersanlı, Yazar-Yayıncı Ragıp Zarakolu’nun yanı sıra yazarların, Kürt siyasetçilerin, sendikacıların, gazetecilerin de bulunduğu 193 sanıklı İstanbul KCK davasının ilk duruşması vardı bu 2 Temmuz günü. İstanbul’da bir “duruşma tiyatrosu” olarak sahneye konan ve 193 sanığa, BDP üyesi ya da taraftarı olmaktan öte gerçekte hiçbir suç atfetmeyen absürdlüğü elbette basında hiç yer almadı. Sadece Kürtçenin “Türkçeden başka bir dil” olduğuna dair yargıç ifadesi, Diyarbakır yargıçlarının “bilinmeyen bir dil” ifadesinden daha ileri bir nitelemeymiş gibi verildi.
İlerici demokrat çevreler bu ilk duruşma nedeniyle, sembolik ama önemli bir girişimle, Silivri’de duruşmayı önümüzdeki iki hafta boyunca izlemek üzere bir “nöbet etkinliği” düzenlemişti. Ve bu ilk duruşmada tutukluların “anadilde savunma” talebi reddedilmiş, avukatlar duruşmayı terk etmişti. Dün de avukatların duruşmaya girmeme ve tutukluların “anadilde savunma ısrarı” sürdü. Böylece KCK’nin en kalabalık davalardan birisi de İstanbul’da, dünyanın en büyük Kürt kentinde (İstanbul’da 2-2.5 milyon Kürdün yaşadığı belirtiliyor) 2 Temmuzda başlamıştı.
2 Temmuz günü bir de “Şike davası” diye bilinen ama FB Başkanı Aziz Yıldırım’ın sanık olmasıyla ünlenen 4 tutuklusu kalan bir davanın da karar celsesi vardı.
Ve 2 Temmuz günü onlarca haber kanalını izleyenler, gün boyu bazen Çağlayan’dan mahkeme önünden, bazen Bağdat Caddesi’nden, bazen Metris’ten yetmeyince de arşivdeki görüntüler eşliğinde, sadece bir gösteri kıymeti olan bu davayı izlediler. Ne Sivas yangınının 19 yıldır sönmeyen alevlerinden, ne ülkenin en önemli sorunu olan Kürt sorununun çözümsüzlüğe itilmesi davalarının “neden”leri ve “niçin”leri üstüne izleyiciler TV kanallardan hiçbir şey duymadı. Haber bültenlerinde de baskın haber “Şike davası” kararıydı. Sivas katliamı şöyle bir geçiştirildikten sonra, KCK İstanbul davası da sadece “anadilde savunma” istemiyle haber olabilmişti!
TV kanalları böyle de gazeteler farklı mı?
Dünkü gazetelere baktığımızda da ülkenin en önemli sorunları; Kürt sorunu, Alevi sorunu gibi, ülke nüfusunun üçte birinden fazlasını direkt ilgilendiren ve laisizm ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi mücadelesinin başlıca dayanaklarından ikisinin 2 Temmuz gününe ilişkin yansımalarının tamamen geçiştirildiğini gördük. Adeta tümü “Şike davasının” gölgesinde kalmıştı.
Evet böyle gazeteler ve TV’ler, basın patronlarını zengin edecek, bu gazeteleri hazırlayanlara bol maaş verecek tirajı yakalayacakları okuru, izleyiciyi bulabilirler, buluyorlar da. Ama ülkenin sorunları, dünyanın gidişatı ve bu gidişat içinde basının sorumluluğu açısından bakıldığında; “Bu gazeteler hangi ülkede çıkıyor; bu TV’ler hangi ülkede yayın yapıyor; bu gazeteciler aynaya bakınca aynada saygıyı hak eden bir gazeteci görüyorlar mı?” sorusunun yanıtı çok tartışmalıdır.
Dahası böyle bir basının, basın özgürlüğüne ihtiyacı var mıdır? Haydi basın özgürlüğüne ihtiyacı oldu; böyle bir basın, basın özgürlüğü mücadelesinde halktan destek alabilir mi?
Almıyor da!
Almamasının suçu da halk değil! Halkın sahip çıkmayacağını, basına sövüp saydığında puan kaybetmeyeceğini hatta kazanacağını bildiği için Başbakan, basını bazen darbecilikle, cuntacılıkla suçlayıp, bazen de “tasmalı köpekler” olarak aşağılamakta da sakınca görmüyor.
Basın böyle habercilik, böyle gazetecilik yaptıkça, ülke ve halkın geniş kesimlerinin sorunlarını görmezden gelmeye devam ettikçe iktidar sahipleri ve güç sahibi çevreler üstünde daha çok tepinir!
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00