4 Temmuz 2012

‘Kırıntılarla yetinme’ mi gerçek bir mücadele mi?

Hep aynı şeyi yapıyorlar. Bir uygulamaları, çıkardıkları bir yasa çok tepki mi çekti, savunulacak yanı kalmadı mı; kendileri herkesten çok eleştirmeye başlıyorlar. Sanki bu uygulamanın arkasında kendileri yokmuş da onlara rağmen olmuş, yasayı kendileri çıkarmamış gibi, başlıyorlar, “Bu yasayı değiştirmek lazım, hatta kaldırmak lazım” diye propagandaya. Hükümetten işareti alan basındaki açık ve gizli yandaşlar, hükümetin ve AKP’nin ne kadar samimi olduğuna; “Bakın canım adamlar yanlışı görünce dönüyorlar”, “Tarihsel yanlışları düzeltiyorlar”, “Biraz yavaştan da olsa reformlara devam ediyorlar” propagandası alıp yürüyor. “Değişikliğin” kendisinin önemi öyle öne çıkarılıyor ve üstünde öyle gürültü koparılıyor ki, “Bu değişikliğin nasıl ve niçin, ileriye mi geriye mi doğru yapılacağı, hükümetin temsil ettiği sınıfın uyguladığı politikaların, geldiği kültürün ileriye doğru bir değişikliğe ne kadar elverdiği” tartışılamıyor bile.
Bu gürültü patırtı içinde bakıyorsunuz yasa bir başka ilgisiz yasanın yanına iliştirilmiş bir madde eklenerek ya da malum “torba yasa” tekniği ile “büyük reform” gerçekleştiriliyor! AKP’nin icraatı ve düzenlemeleri giderek artan biçimde bu şablona uygun olarak gerçekleştiriliyor. İşte; “HSYK bürokratik, “hakimler devleti” (jüristokrasi) anlayışı var, siyasileşmiş bir yargı bu; demokratikleştireceğiz” denildi; sonuçta Gülen cemaatine bağlı yargıçların yargının köşe başlarını tuttuğu, görülmemiş ölçüde siyasallaşmış bir yargı çıkarıldı ortaya. Bunun başka pek çok örneğini gördük. Şimdi de “Özel Yetkili Mahkemeleri kaldıracağız” diye başlandı; şimdi, birisi eski ÖYM’ler diğeri ise yeni kurulacak “Terörle Mücadele Mahkemeleri” (TMM)’’leri olmak üzere iki olağanüstü mahkememiz oldu!
Mahkemeler nasıl ve ne amaçla kuruldu; hükümetin amacı, kuruluş yasası kaldırılmış ÖYM’lerin yasal bir yargılama yapacağı... gibi pek çok şey tartışıldı, daha da tartışılacak.
Ancak burada sorunun demokratikleşmeyle ilgili boyutu önemli ve asıl gölgede bırakılan yan da burası. Nitekim ülkemizde daha önce demokrasiyi daha ileriden savunan genişçe bir kesim, AKP’nin demokratlığına, eğer desteklenirse AKP’nin Türkiye’yi asker vesayetinden, bürokratik devlet anlayışından kurtarıp demokratikleştireceğine inanıyordu. Bugün bunların sayısı azalmış olsa da yine de etkili olmaya devam ediyorlar. Çünkü ülkemizdeki “demokrasi kültürü” partiler ne yapıyorsa, iktidarlar ne veriyorsa onunla yetinmekle sınırlıdır. Bu bir “kırıntı demokrasiciliği”dir. Yani iktidardaki sermaye klikleri arasındaki mücadeleden, bu kliklerin birbirine üstünlük sağlamak için giriştiği mücadeleden bir çatlak doğarsa buradaki çatlaktan bir demokrasi çıkacağı, demokratikleşmenin de böyle olacağı varsayılmıştır.
AKP etrafındaki aydınlar ve eski demokratlar bu durumu teorize ederek “yetmez ama evet”çilik olarak ifade edilen bir tutum geliştirmişlerdir. AKP, CHP ve geleneksel cumhuriyetçi anlayışla hesaplaşıp kendi statükosunu mu oluşturmak mı istiyor, bu çevre; bundan bir demokratikleşme reformu hamlesi çıkarıyor. AKP’nin Erdoğancı kanadı Fethullah Gülenci kanatla bir çatışma mı yaşıyor; Erdoğancılar bundan bir demokratikleşme adımı çıkarıp; “Zaten AKP’yi Gülenciler geri çekiyor. Yoksa AKP şu şu konuları çözüp Türkiye’yi çoktan demokratikleşme yoluna sokardı!” sonucu çıkarıp bunun üstünden demokratikleşme taktikleri geliştiriyorlar.
Türkiye’de “solun” da üstünde biçimlendiği bir gelenektir bu. Bu gelenek belki son çeyrek yüzyıldaki mücadelesiyle Kürtler tarafından aşılmış, Kürt halk yığınları kendi ulusal talepleri etrafında mücadeleye atılarak, demokrasiyle, Türkiye’nin demokratikleşmesiyle kendi talepleri arasında bağlar kurarak bu geleneksel “kırıntıcılık”tan ayrılmışlardır.
Türkiye’nin demokrasi güçleri de bugün, egemen klikler arasındaki mücadeleden demokrasi çıkaran “kırıntılarla yetinme” demokratlığına ve “kırıntı demokrasiciliğine” karşı net bir cephe alma sorumluluğu ile karşı karşıyadır. “AKP’nin kırıntılarıyla yetinen bir demokratikleşme mi yoksa emekçilerin ve halkların geleceklerini kurmak üzere birleştikleri bir demokrasi mücadelesi mi?​” sorusu bugün de bir mihenk taşı olmaya devam etmektedir.
ÖYM’lerin “kaldırılması” süreci ve bu süreçteki gelişmeler açıkça göstermiştir ki, hükümetin demokratikleşme, yargı adaleti gibi bir kaygısı yoktur. Varsa yoksa kendi kliğinin üstünlüğü, yargı üstünde Gülenci sultayı kırarak kendi egemenliğini güçlendirmektir. Bunu yaparken kimi konularda da kendini rahatlatacak, yaptığı işe kamuoyunda meşruiyet sağlayacak düzenlemeler de yapılmaktadır. Dahası bir yandan “verir” gibi yaparken öte yandan da “almakta”dırlar. Çünkü AKP’nin ne tarihinde ne de geleneğinde ne de temsil ettiği sınıfların gelecekleri açısından demokrasi diye bir derdi yoktur; dahası demokrasi onların egemenliğini güçlendirmeye hizmet ediyorsa iyidir, yoksa “demokrasinin canı cehenneme”dir!
“ÖYM’leri kaldırıyoruz” sürecinde yaşananlar, bir kez daha bu gerçekleri kanıtladı. Ötesi laf, laf, laftır!

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İktidarın mengenesi öfkeyi durduramıyor

İktidarın mengenesi öfkeyi durduramıyor

Antep’te polis, mahkeme kararını tanımadı, ekmek mücadelesi veren işçilere müdahale etti. İşçi, siyasetçi, öğrenci, muhalif belediye, basın… Herkes mengenede! Cezaevinde olanların sayısı cezaevi kapasitesini 90 bin aştı. Buna rağmen hükümet daha çok insanı daha uzun süre cezaevinde tutacak yargı paketi hazırladı. Yine de tepki cezalandırılarak durdurulamıyor!

90 bin fazla: 301 bin 397 kapasiteli cezaevinde 392 bin 456 kişi kalıyor.

32 adet: 11 cezaevi yapımı sürüyor, 21 yeni cezaevi projesi hazır.

Yüzde 700: 2002’de 49 bin 512 olan mahpus sayısı yüzde 700 arttı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et