Ne şey şeydi; ne de şey!..

Anlaşmalı oynaşmanın kahramanları sanıkken içeride tutuldular da suça bağlanınca dışarı salıverildiler. Gel de anla…
Sivas kıyımını anma törenlerine dayanamayanlara hoş ve boş bakanlar var. Gel de yanma…
Özel yetkili mahkemeler kalkmış, yerine güzel yetkili mahkemeler konmuş. Gel de şaşma…
Yana yakıla bu şaşkınlıklar anlaşılmaya çalışılıyor. Oysa nasıl da kaptırmıştık kendimizi Avrupa’nın çayır çimeninde toplu koşturup duran başka ulusların oyuncularıyla, topsuz yarışan ulusal yarışmacılara. Onca madalyaya karşın döndük yine ülkenin acı gerçeğine…
Oysa, iyi bir yarışma ve ayaktopunun da iyisini izlemek gibi düşlerim vardı beyaz camın karşısına oturduğumda. Bir de bizim topraklarda koşturan yabancı topçuların orada ne yapabileceklerini görmekti amacım. Yarışma beklenenden iyi oldu da; koskoca Avrupa’da ayaktopunun bittiği görüldü ne yazık ki. Milliyetçi, mukaddesatçı, Atatürkçü ve benzeri çevrelerin yarı final dediği  ayaktopunun yarı son karşılaşmalarına dek gördüğüm, bizim yabancıların burada ne yaptılarsa orada da aynısını yaptıklarıydı. Burada on birin gediklisi olanların, orada çayır çimene ayak basamadığı ya da sonradan bastığı oldu da ondan öte bir şey olmadı, olamadı. İyi olan her yerde iyiydi, kötü olansa hep kötü.
Öyle yorumdu, bilmişlikti gibi yarım ağız söz kırıntılarını hiç duymayacak, salt görmeye odaklanacaktım. Öyle de yaptım. Duymadım, salt gördüm. Ömer Üründül’ün şey’lerini, yorum yerine karşılaşmanın özetini yapmasını bile duymazlıktan geldim. Ama adam antifutbol söylemiyle basının her türlüsünün gündemine düşünce ben beni tutamadım, dinlemeye başladım. Üstüne üstlük bir de yazmaya oturdum. Kışkırtıldım yani.  
Koskoca İngiltere ile onun denli kocaman İtalya ulusal takımları yürür gibi oynuyorlarken ayaktopu denilen şeyi, top daha çok İtalyanların ayağında oluyordu. İngilizlerin arada bir topla oynadığı görülse de, oyuna ilişkin sayısal bilgiler yüzde 67’ye yüzde 33’lük gibi bir İtalya üstünlüğünü gösteriyordu. Arada sırada gol girişimleri oluyordu; ama bu takımlardan beklenmeyecek azlıkta ve cılızlıktaydı. İzleyiciyi uyutacak bir kıvamı vardı oynanan oyunun. Ömer Üründül de arada sırada uyumuş olmalı ki, uyandığına denk düşen o gol girişimlerine dayanarak karşılaşmanın çok iyi olduğunu; hem de sık sık söylüyordu. Belki de o antifutbol söylemini söylememek içindi bu beğeni.
Karşılaşmayı penaltı atışları sonrasında İtalya kazanmış ve Üründül yorumunu yapıştırmıştı: “İtalya hak etti.” Çünkü “İtalya topla en çok oynayan takım” idi ona göre. Ve bu nedenle hakka tapan İtalya’nın hakkıydı yengi. Ve hakkının hakkı ancak böyle verilebilirdi bir başka hakkı. Topla böylesine çok oynayıp da  iki saatte bir gol atamayan takım nasıl oluyor da yengiyi hak ediyordu ben bir türlü anlamamıştım; ama uzman oydu. Oysa, bana göre topu zar zor bulan, bulunca da kullanamayan ve sanki topsuz oynayan; gol atamasa da gol yemeyen İngiltere daha çok hak etmişti yengiyi, eğer birine hak vermek gerekiyorsa. Hollanda-Danimarka karşılaşmasını anımsamıştım Üründül’ün bu yorumu sonrasında. Topla daha çok oynayan Hollanda, yenen Danimarka olmuştu. Hak etmemişti anlaşılan yengiyi.
Neyse, ben oyunun ince bölümlerine daha çok girmeyeyim kendimi ve çizgimi aşmayayım. Ne de olsa konunun uzmanı değil, olayın izleyeniyim.
Her şeyi şey sözcüğüyle anlatmaya çalışan Üründül’ün şeyli, şeysiz sözleri televizyondaki sözcük üzerine oturtulmuş yarışmayı çağrıştırıyor; dolayısıyla da eğlenceli oluyordu. Çünkü, karşılaşmayı izlerken bir de boşluk doldurmaya çalışıyordu insan. Örneğin, İtalya’nın yengiyi hak etmesine neden olarak gösterdiği olguyu “topa sahip oranı” olarak tanımlıyordu. Ya da alışılmışın dışında bir durumla karşılaştığında “alışılmış dışı” bir söylem çıkıyordu ağzından. Bunları düzeltmek izleyene kalıyordu doğal olarak.
Dediğim gibi sağın solun kışkırtmasına geldim, dinleme durumuna geçtim. Ama Hikmet Karaman’ın da dolgun ve olgun uygulayımsal çözümlemelerini duymuş, yorumculuğun nasıl olduğunu anlamıştım hiç değilse.  Hiç şey yoktu adamın dilinde. Ne şey vardı; ne de şeyin şeyi. Baktığım yerde de bir şey yoktu üstelik. O nedenle aradığımı değil; aramadığımı buldum Avrupa çayır çimeninde.
Geride ise kara derili İtalyan’ın kapkara başkaldırısı kaldı bir tek.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

İliç siyanür faciasının üzerinden 1 yıl geçti. Hava, toprak ve su zehirlendi; 9 işçi can verdi. Daha fazla altın için kuralsız çalışmanın önünü açanlar aklandı. Halk zehirlenmiş doğa ve işsizlikle baş başa. Facianın ana sorumlularından uluslararası maden tekeli SSR, hisse senedi değerlerinin yükselmesiyle felaket öncesine geri döndü. İliç’teki altın için de “iş birliği içinde olduğu iktidarla” pazarlıkta.

Türkiye’de siyanür kullanılan 24 maden var. Bunların 10’u fay hattı üzerinde.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Grevdeki Çelikaslan Tekstil patronunun kardeşi: "Benim zenginliğimi Allah verdi."

Evrensel'i Takip Et