07 Temmuz 2012 09:35

Her türlü soruna pratik çözümler!

Her türlü soruna pratik çözümler!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yıldırım Demirören’in sorun ve sorunlara çözüm bulma anlayışı belli ki biraz farklı!.. Özal döneminden miras kalan, “anında pratik ve kesin çözüm(!)” geleneğini sürdürüyor. Bu; her türlü sorun karşısında, “Sorun şuysa, hemen bu yapılır ve sorun ortadan kalkar” şeklindeki kolaycılığın, aceleciliğin ve kesinciliğin özümsenip pratiğe döküldüğü bir gelenek... Bu gelenekte, araştırma, sorgulama, irdeleme gibi süreçlere yer yok!..
Demirören, Beşiktaş’ı da yıllarca bu düz ve sığ mantıkla yönetti. “Hedef başarıysa, borca girmek pahasına yıldız oyuncular transfer edilerek bu hedef gerçekleştirilir ve başarının getireceği ekonomik rantla ekonomi tekrar rayına sokulur” anlayışının kulübü ne hale getirdiği ortada. Demirören’e göre kadroyu pahalı yıldızlarla doldurmak, kısa vadede başarıya ulaşmanın garantisiydi. Altyapı, sistem, düzen, kolektif oyun anlayışı gibi kavramların, dünya ölçeğinde isimleri duyulmuş, bireysel yetenekleri herkesçe kabul edilen futbolcuların yanında ne gibi bir hükmü olabilirdi ki?.. Bastırırsın parayı, alırsın yıldızları, keyfine bakarsın!.. Aslında böyle oyuncular varken, doğru dürüst bir teknik direktöre bile ihtiyaç yoktu!.. Nasıl olsa bu futbolcular kendi kendilerine oynayıp maçları kazandırabilecek kadar yetenekliydiler... İşte her şey bu kadar basitti!..
Futbol Federasyonu tarihinin en ağır kriz dönemini yaşarken ve üstelik de yönetimsiz kalmışken, parlak ve pratik çözümler ustası(!) Yıldırım Demirören elbette bu duruma kayıtsız kalamazdı... İmdada yetişti!.. Beşiktaş başkanlığı dönemindeki göz kamaştırıcı(!) grafiğini bırakıp herkesi mest eden çözüm önerileriyle bir anda Futbol Federasyonu Başkanlığına sıçradı. Yaptığı açıklamalardan, şike soruşturmasını, hiç kimseye can yakıcı bir ceza verilmeden sonuçlandırmaya kararlı olduğu anlaşılıyordu.
Kolları sıvayıp işe girişti. Soruşturma sürecinde gerekli(!) yasal düzenlemeleri yaparak olası küme düşme durumlarını ortadan kaldırdı. Bu, elbette ülke futbolu adına büyük bir başarıydı!.. Ne de olsa ülke futbolu deyince, insanların aklına sportif boyuttan çok marka değeri geliyordu. Zaten, marka değerine zeval gelmedikten sonra şikeymiş, teşvikmiş, bunlar bir şekilde halledilirlerdi, nitekim halledildiler!..
Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu ve Tahkim Kurulu, şike soruşturmasıyla ilgili kararlarını açıklayınca Demirören, süreci çok iyi yönettiklerini ve bu ciddi sorunun üstesinden geldiklerini dile getirdi. Zaten daha en başından, soruşturma sonucunda hiçbir takımın küme düşmeyeceğinin garantisini vermişti. O nedenle, kendi atadığı elemanlardan oluşan PFDK ve Tahkim Kurulundan beklentisine uygun sonuçlar çıkması hiç kimseyi şaşırtmadı.
Ona göre Türk futbolu tarihinin en sıkıntılı dönemini, kısa süre içinde en az hasarla atlatmıştı. Hele ki UEFA’dan da bir yaptırım gelmeyince, dünyalar adeta onun olmuştu. Artık ortada sorun kalmamıştı. Şimdi çekişme, didişme değil, federasyonun başarısıyla(!) açılan beyaz sayfaları sportif başarılarla doldurma zamanıydı!..
Ama gel gör ki, adli yargılamanın sonucunda sanıklar suçlu bulunup cezalandırıldılar. Durumun, Yıldırım Demirören’in söyledikleriyle pek de örtüşmediği ortaya çıktı. Yargıtaydan çıkacak son karara göre işler daha da karışabilir. Yani yakın gelecekte, “İyi yönetilen süreçten”, “Ayıkla pirincin taşını” ortamına geçiş yapabiliriz. Pratik çözümler ustası, bir kez daha tam gaz duvara gidiyor. Başka güçler ve iradeler devreye girmezse çarpışma kaçınılmaz görünüyor.
Yıldırım Demirören, 1 yıldır içeride yatan kişilere hiç ceza verilmeyeceğine ciddi ciddi inanıyordu demek ki. Allah bilir mahkeme heyetinden, “Kusura bakmayın, sizi 1 yıl içeride tuttuk ama meğer siz tamamen suçsuzmuşsunuz” şeklinde bir özür de beklemiştir!..
İşin adli yargılama boyutunun çeşitli cezalarla sonuçlanmasının ardından Trabzonspor camiasından yine “Kupamızı isteriz” sesleri yükselmeye başladı. Tüm bu süreci, kupanın kimin müzesinde yer alacağı sorununa indirgemek kadar, kupanın Trabzonspor’a verilmesi durumunda futbolun temizleneceği gibi bir hava yaratmak da oldukça tuhaf. Futbolu mutlak başarı, galibiyet ve kupa gibi kısır bir çerçeveye sıkıştırıp işin kültürel kısmını ıskalamak anlamına gelmiyor mu bu yaklaşım?.. Bütün dert kupa mı yani?.. Hem bu telaş ve acelecilik niye?.. Yargıtay süreci tamamlanıp nihai kararlar açıklanır ve verilen cezalar onanırsa elbette bunun gereği yapılır ve kupa o zaman hak ettiği müzede yerini alır. Kupa takıntılı yaklaşım şike sorununun çözümüne bir katkı sunabilir mi?.. Yoksa, tam tersine şiddet sorununu besleyici bir etki mi yaratır?..


KIŞKIRTICI DİLDEN ÖDÜN YOK

Yöneticiler, her fırsatta kardeşlik, dostluk üzerine ahkam kesmeye çok meraklılar ama bunun gereğini yerine getirecek fırsatlar karşısında bambaşka tavırlar sergileyip ikiyüzlülük yapıyorlar. Galatasaray ile Beşiktaş arasındaki stat tartışması bunun yeni bir örneğini sunuyor. Galatasaray, mahalledeki top sahibi mızmız çocuk bencilliğiyle türlü mazeretler öne sürüp, “Bana ne, bana ne, stadımı vermem” diyor. Stadı kaptırmama konusunda çok azimli görünüyorlar ve bu yolda takdir edilesi(!) bir çaba harcıyorlar. Peki bu tutumlarının, dillerinden düşürmedikleri dostluk, kardeşlik söylemleri üzerinde nasıl bir etki yaratacağını tahmin edemiyorlar mı?.. Stadını paylaşmamak için bahanelere sarılan bir zihniyetin dostluk, kardeşlik üzerine döktürdüğü laflara inanılır mı?.. Yöneticiler, her konuyu gerilim sınırları içine çekip birer şiddet tohumu haline dönüştürmekte doğrusu pek maharetliler.
Medya boş durur mu?.. Gerilim en büyük gıdaları. Stat tartışmasındaki gelişmelerle ilgili olarak, “Zafer Galatasaray’ın” şeklinde başlık atıyorlar. Stat tartışmasına bile spor karşılaşması gözüyle bakıyorlar. Dolayısıyla bu tartışmada da zafere ulaşan ve hüsran yaşayan taraflar olmalı!.. Sığ bakış açısının kaçınılmaz dışa vurumu... Şu anda Galatasaray’ın getirisi daha fazla. İlgi çekeceğini ve satış açısından olumlu etki yaratabileceğini hesap ederek, “Zafer Galatasaray’ın” gibisinden bir başlığı uygun görmüşler.
Yöneticilerin ve medyanın bu konudaki yaklaşımı, tartışmanın olumlu bir şekilde ya da uzlaşmayla sonuçlanmasına hizmet edebilir mi?.. Yoksa tam tersine, gerilimi körükleyip düşmanlığı ve nefreti mi besler?..
Yöneticilerin kendilerini ya da kulüplerini yüceltmek ve taraftarlarını gururlandırmak için ettikleri laflar da sağlıklı kafa ürünü gibi görünmüyor.
Ve yine bu lafların rakip taraftarlar üzerinde nasıl bir etki yaratabileceğini düşünmekten bile aciz görünüyorlar.
Ünal Aysal durup dururken, “Dünyada Türkiye ile ilgili olarak, insanların aklına Atatürk’ten sonra Galatasaray geliyor” diye konuşuyor. Gerçekten öyleyse, yani dünyadaki insanların aklına Galatasaray’dan önce memleketimizin bir edebiyatçısı, sanatçısı ya da bilim adamı gelmiyorsa, bu durumdan mutluluk mu, yoksa üzüntü ve utanç mı duymak gerekir?.. Ünal Aysal doya doya sevinebilir. Ona yakışır...
Bilim, kültür ve sanat kendi ülkemizde de insanların ilgi alanına pek girmiyor. Sık sık sorunlarla karşılaşmamızda ve sorunlara çözüm üretmekte zorlanmamızda bilimden, kültürden, sanattan uzak durmamızın rolü yok mu?..
Aziz Yıldırım, “Trabzonspor’u ben, Türkiye’nin dördüncü büyüğü yaptım” diyor. İnsan en azından biraz alçak gönüllülük gösterip, “Trabzonspor bizim dönemimizde Türkiye’nin dördüncü büyüğü haline geldi” der. Hayır ama, megalomaniden ve tapınma seviyesinde ilgi gösterilen tek adam olmaktan kaynaklanan öz güven söz konusuyken alçak gönüllü olmanın ne anlamı var ki?..
“Benim sayemde” vurgusuyla rakibini aşağılamak için döktür döktürebildiğin kadar!.. Fenerbahçeli fanatikler dışında, Aziz Yıldırım’ın bu açıklamasına hangi taraftar inanıp hak verdi acaba?.. Kendisine duyulan tepkiyi biraz daha güçlendirmekten ve yaygınlaştırmaktan başka ne işe yarar ki böyle bir açıklama?..


KUMARDAN KAYNAK

Kulüplerin yaşadığı ekonomik sıkıntılara çözüm bulmak üzere toplanan Kulüpler Birliği, hazırlık maçlarının İddaa kapsamına alınarak yeni bir kaynak yaratılmasını istiyor.
Endüstriyel futbol, marka değeri, sponsor, reklam, transfer kavramları baş tacı edilip parlatılırken, madalyonun diğer yüzünde işler hiç de iyi görünmüyor. İş, kulüplerin ekonomik sıkıntıdan kurtulma umutlarını kumar parasına bağlamasına kadar dayandı yani. İnsanlar kumar oynayacak, kulüpler rahat nefes alacak. Düzene bak!.. Bu gidişle yakında şike ve teşvik primi de ekonomik kaynaklar arasında yer alırsa, hiç şaşırmamak lazım...

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa