07 Temmuz 2012 09:43

Kibirli Çocuk

Kibirli Çocuk

Fotoğraf: Envato

Paylaş

"Ermeni Masalları” başlıklı kitap iki sene önce Can Çocuk Kitapları’ndan çıktı. Bu kitapta Feyza Zaim’in derlediği ve çevirdiği 14 güzel masal var.
Kitabın başında bu masalların bir bölümünün, bir zamanlar oldukça önemli sayıda Ermeni’nin yaşadığı Muş vilayetinde, 20. yüzyılın başlarında Sahag Movsisyan tarafından derlendiği notu düşülmüş. Movsisyan’a o zamanlar “pensè”, yani “düşünce” lakabının uygun görüldüğü de belirtilmiş. Movsisyan bölgedeki lehçe ile ilgileniyormuş ve masalları köyleri dolaşarak derlemiş.
Bugün size kitaptaki masallardan birini, “Kibirli Çocuk” masalını (s.56-59) anlatmak istiyorum. Feyza Zaim, bu masalın Balian tarafından Burahn’da yayımlanan Ermenice metinden (1 Ağustos 1900, s.469-470) uyarlandığı notunu düşmüş.
Size bu masalı, tıpkı eskiden torununa masal anlatan bir nine gibi aktarmak istiyorum. Yani, bir metni kitaptan birebir alarak değil, bellekten aktarır gibi anlatmak istiyorum. Masalı biraz da benim dilime, gönlüme uygun gelecek şekilde uyarlayarak.
Kim bilir kaç yüzyıllık bu güzel masalı siz de umuyorum çevrenizdeki çocuklara ve belki de büyüklere okursunuz.
Kibirli çocuk
Anası babası çok zengin bir oğlan varmış. Kocaman bir evde yaşarmış. Büyüyünce okula göndermişler onu. Derslerinde ilerleme gösterip göstermediğini anlamak için de üç ayda bir sınavdan geçirmişler.
Oğlan dersini bilsin bilmesin öğretmenlerinden “aferin” alıyormuş. Bunu duyan anne babası da büyük bir gurur içinde ziyafet üzerine ziyafet, şölen üzerine şölen ile kutlama yapıyormuş.
Bunca “aferin”, onca gurur ve kutlamanın sonucu, oğlan burnu bir karış havada gezmeye başlamış. Yaşıtlarına üstünlük taslıyor, tepeden bakıyormuş. Hatta onlarla alay ediyormuş. Diğer çocuklar artık oğlanı uzaktan görünce yollarını değiştirir olmuşlar.
Günlerden bir gün bir köylü adam topladığı mantarları zengin oğlanın evine getirmiş. Oğlan evlerine gelen bu köylünün getirdiği mantarlara bayıldığını unutup, ona bilgiçlik ve üstünlük taslamaya kalkmış. Ona bilemeyeceği birçok soru sormuş ve köylü bilemedikçe onunla alay etmiş. Köylü adam aşağılandığı için çok utanmış ve koşarcasına oradan uzaklaşmış. Bir daha bu eve gelmemeye yemin etmiş.
Günler günleri kovalamış. Bir gün zengin baba, kendisi gibi başka zengin arkadaşlarını yanına almış ve ormanda gezintiye çıkmış. Gurur duyduğu oğlunu da yanına almış.
Orman o kadar güzelmiş ki, herkes bir tarafa dağılıp bu güzelliklerin tadını çıkarmaya başlamış. Baba ile oğlu da farkında olmadan ayrı yollara sapmışlar. Oğlan ormanda dalgın dalgın yürürken yolunu kaybetmiş.
Dönüş zamanı geldiğinde herkes toplanmış ama oğlan ortada yokmuş. Oğlunun çok akıllı olduğunu ve önden eve döndüğünü düşünen babası hiç endişelenmemiş. Arkadaşlarıyla birlikte yola koyulmuş.
Akşam olmuş ama oğlan ormanda yürümeyi sürdürüyormuş. Burnunun dikine gittikçe gitmiş, bastığı yeri bile görmez olmuş. Sonra yer ayağının altında yumuşamış ve erimiş gibi olmuş. Meğerse orman bitmiş, bataklık başlamış. Oğlan çırpınmış ama çırpındıkça daha çok batıyormuş. O karanlıkta bataklıktan kurtulamayacağını düşünmüş ve çok korkmuş. O korkuyla da avaz avaz bağırmaya başlamış.
O kadar çok bağırmış ki, sesi ormanın öteki ucundaki köyden duyulmuş. Sesini duyan köylüler oğlanın yardımına koşmuş. Oğlanın yanına ilk kim varmış? Bilin bakalım...
Oğlanın alay edip aşağıladığı o köylü. Köylü oğlanı hemen tanımış. “Bak sen şu işe!” demiş, “Nasıl düştün sen bu bataklığa? Bildiğin onca bilginin yanı sıra, demek bataklığa düşmeyi de biliyormuşsun.”
Köylü oğlana sorduğu o zor sorulardan bahsetmeye başlamış.” Güneş ile dünya arasındaki uzaklığı biliyorsun ama” demiş, “Bastığın yerin bataklık olduğunu bilmiyorsun.”
Oğlan yalvarmaya başlamış. “Elini uzat, çek kurtar beni buradan,” demiş. Köylü şaşırmış: “Ama elimi tutarsan elin kirlenmez mi?​” demiş. “Ben basit bir köylüyüm, senin kadar bilgili değilim.”
Kibirli oğlan ağlamaya başlamış. Köylü, “Bataklığın içerisinde kal da aklın başına gelsin” deyip, birkaç adım atmış. Sanki gider gibi yapmış. Oğlan hıçkırıklara boğulmuş. Yalvarmış, yakarmış, iç paralayan çığlıklar atmış.
Köylü geri dönmüş. Oğlanın elini tutmuş, çekmiş çıkarmış bataklıktan. Sonra da üşenmemiş, geç oldu dememiş, oğlanı önüne katmış, evine dek götürmüş. Ama birkaç öğüt verip kulağını bükmeyi de unutmamış.
“İnsan arkadaşını çamura batırmamalı, çamurdan çekip çıkarmalı. Başkalarıyla alay etmek, başkalarını küçümsemek hiç hoş bir davranış değil. Sen insanları sev, onlara iyilik et ki, onlar da seni sevsinler, sana iyilik etsinler.”
İşte böyle demiş köylü, oğlanı anasına babasına teslim ederken. Sonra da dönmüş, evinin yolunu tutmuş.
Gökten üç elma düşmüş. Biri anlatana, biri dinleyene, biri de anlayana.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa