9 Temmuz 2012

'Öyküleriyle İstanbul Anıtları'

Biri şair, diğeri öykücü. İkisi elele bir girerlerse İstanbul'a, neler olur, neler. Altını üstüne getirirler, ıcığını-cıcığını çıkarırlar ve "Öyküleriyle İstanbul Anıtları" adını verdikleri (Evrensel Basım Yayın, 2010, Büyük boy, 2 cilt, toplam 808 sayfa, fotoğraflı) nefis bir eser çıkartırlar.
Saygın dostlarım Sennur Sezer'le Adnan Özyalçıner, İstanbul'a yaraşır, gerçekten harika bir eser hazırlamışlar. Kökten İstanbullu olarak rahatlıkla söyleyebilirim bunu…
1990'ların başına kadar neredeyse adım adım gezmiştim, görmüştüm İstanbul'u. Teoman Dikmendinç'le, Bilge Karasu'yla ve başka dostlarımla kentin yeraltıyla, yerüstüyle, ara sokaklarıyla her yerini gezmiştik. Bazılarının öykülerini öğrenmiştim, ama çoğunlukla sadece bir gezgindim. İşte sevgili dostlarım Sennur'la Adnan benim İstanbul'umun her yerini öyküsüyle, tarihiyle öğretti bana.
Mescitler, camiler, kiliseler, surlar, köprüler, okullar kışlalar, hastaneler, saraylar, kemerler, hanlar, parklar, köşkler, çarşılar, caddeler, pasajlar istasyonlar vesaire, vesaire, vesaire…
Sennur'la Adnan'ın sözünü ettiği anıtların, anıt yapıların bazılarında saatlerim geçti, bazılarında günlerim, birinde ise yıllarım geçti. Oralarla ilgili metinleri okurken, taaa o yıllara gittim.
Örneğin "İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi"… Adana Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra bir yıl Ankara Hukuk Fakültesi'nde okudum. Sonra ver elini İstanbul.
Edebiyat Fakültesi'ne kaydımı yaptırdım. 4 sertifika almak zorundaydık. İkisi felsefeden, ikisi sosyolojiden 4 tane almıştım. Ama gencim ya, serde ukalâlık var, beşinci sertifikayı da aldım: Sosyal Antropoloji. Yıllarım geçti, ama fakültemi tanımamışım. Sennur'la Adnan'ın yazdıklarından öğrendiğime göre fakülte yapıldıktan 7 yıl sonra girmişim oraya: "Yapımına 1942 yılında başlanan bina 1951 yılında tamamlandı… Binanın mimarı Sedat Hakkı Eldem'dir. Ulusal Mimarı Akım'ın öncü eserlerinden sayılır. Yapıda geleneksel öğelere yer verilmekle birlikte o dönemde etkisi görülen Alman Nasyonal Sosyalist mimarisinin izlerini de taşımaktadır." (age) Binada Nasyonal Sosyalizm'in izleri varmış ama bizim dönemimizde mezun olanların hemen hepsi, sosyalistti, komünistti. Neyse…
"Sansaryan Hanı"… 12 Mart günlerinde, günübirlik de olsa, birkaç kez ziyaret etmiştim Sansaryan Hanı'nı. "Giriş katında yer alan avlu her katın katların balkon biçimindeki açıklıklarından görülecek biçimde tasarlanmıştır." (age) İşte o avlunun diplerinde, sol tarafında "Müteferrika" vardı. 12 Mart aslanları bir gün sevdikleri (!) yayıncıları oraya götürmüşlerdi. Kimler yoktu ki, kimler! Ali Gazeteci, Remzi Yayınevi'nin bir sorumlusu, İnkilap-Aka Yayınevi'nden bir görevli, Cem Yayınevi'nden Oğuz Akkan'ın yardımcısı, E Yayınları'ndan Aydın Emeç, ben ve başkaları. Ünlüydü Sansaryan Hanı. Şöyle diyor Sennur'la Adnan: "Daha sonraları ise Emniyet Müdürlüğünce kullanılan bina 1940'lardan başlayan dönemde pek çok siyasi tutuklunun anılarında ve dönem romanlarında yer alır." (age)
Sansaryan Han'ın mimarı, Bulgar Kilisesi'nin de projelendiren Hovsep Aznavor'muş…
Anılarımı canlandıran bir bölüm de "Selimiye Kışlası" oldu. "Cumhuriyet'ten sonra 1959-1963 arasında askeri ortaokul yapıldı. 1963'te onarılarak Birinci Ordu Karargahı haline getirildi. 1970'le 1980'li yıllardaki sıkıyönetim dönemlerinde kışlada askeri mahkemeler görev yaptı. Aynı zamanda tutukevi olarak da kullanıldı. Günümüzde Birinci Ordu Karargahıdır!" (age)
Övünmek gibi olmasın ama, çok sık şereflendirdim Selimiye'yi, 1970'li yıllarda. Gün oldu, örneğin Aydınlar Dilekçesi konusunda ya da başka konularda ifademi almak için çağırdılar.
Bazen gözaltına aldılar, bazen mahkemeye çağırdılar, bazen de tutukevine attılar.
Gözaltına alındığım bir keresinde, koskoca koğuşta iki kişi kalıyorduk. Arkadaş, dönemin Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün'ün işkencecileri yüzünden biraz akıl sağlığı bozulmuş durumdaydı. Örneğin her gece elele uyuyorduk, ben üst ranzada, o altta. Nedeni de, onu öldürmeye götürürlerse, benim uyanıp onu kurtarmak için mücadele etmemmiş… Her yemek gelişte, önce bana tattırıyordu, ben ölmezsem o da yiyordu… Tuvalete bile birlikte gidiyorduk… Neyse, sonra onu serbest bıraktılar da kurtuldum.
Tutukevi bölümü ise bir başka harikaydı. Düşünün, cebimde 3-4 satırlık bir not buldular. Bana sormadılar notta yazılı olanları ve neredeyse törenlerle MİT Beşiktaş Bölge Müdürlüğü'ne gönderdiler… Tahliye edildikten sonra birkaç kez, ayda bir Selimiye'ye gittim, "N'oldu benim not?" diye. Araştırıyorlarmış… Belki hala araştırıyorlar, bilemiyorum…
Sağ olsunlar Sennur'la Adnan kardeşlerim, beni on yıllar öncesine götürdüler. Daha yığınla metin var, anılarımın olduğu. Örneğin Yedikule zindanlarından, Murat Paşa Camisine, Sahaflar'dan Vezir Han'a, İmrahor'dan Piyer Loti'ye dek birçok yer… Onlar bir gazete yazısında değil, bir kitapta anlatılabilinir…
İstanbul'un "Anıt Kitabı" olan "Öyküleriyle İstanbul Anıtları" için ellerine, bileklerine ve beyinlerine sağlık Sennur'la Adnan'ın…

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et