10 Temmuz 2012 09:35

Bellek bölünmesi: Anadil ve sağlık -2

Bellek bölünmesi: Anadil ve sağlık -2

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Anadil ve Sağlık Sempozyumu ve sonrasında çeşitli etkinliklerde yer alan sunumumun devamın paylaşmak istiyorum. Evet; bellek bölünmesi ama nereye kadar?
“Diyebiliriz ki sağlık çalışanları ana dilde sağlık hakkına giden yolda kendileri ile yüzleşmek zorundalar. Yüzleşmeyenlerin ise korkuları gölgelerinden daha büyük olacağa benziyor. Sözgelimi TCK, aydınlatılmış onam ve hekimin zorunlu mali sorumluluk süreci. Buradan hareketle ana dilde sağlığı biraz da Kürtlerin göç ettiği bölgelerden örneğin İzmir’den konuşmakta yarar var. Ana dilde sağlığı İzmir’den anlatırken bu kentte Kürt illerinin uzağında hekimler nasıl algılar dili, ana dilde sağlığı; biraz paylaşmak isterim. Dönüp baktığımızda belki de yeni TCK’nin 2005-2006’da hayata geçmesiyle en fazla panik yaşanan kentlerden birisinin İzmir olduğunu görüyoruz. Hekimler malpraktis (tıbbi hata) kapsamında ceza almaktan korkuyorlar ve ‘Niçin ve nasıl korunabiliriz’ sorularının yanıtını arıyorlardı. Evet, neydi aydınlatılmış onam: Hastanın tanı tedavi süreçlerine dair yazılı oluruydu, rızasıydı. Ya Kürt hastalar?
Bu bağlamda Ege Tıp Anestezi ve Reanimasyon ABD’nin her hastada rutin
kullandığı bir yazılı aydınlatılmış onam belgesini özetle paylaşmak istiyorum: “Ben... şehrinde...(şu hastaneye) başvurdum. Doktor... idi, .... Yapılacaklara özgürce izin veriyorum. Yapılacak tetkikler ve muayene ile ilgili yöntem bana tümü ile açıklandı. Laboratuvar tahlilleri için kan ve diğer örneklerin alınması, toplanması, tetkiklerin yapılmasının gereğini anladım. Yapılacak muayene ve tetkikler sonrasında hastalığımın tedavisine yönelik tıbbi tedavi ve cerrahi girişimler için uygulanabilecek anestezi yöntemleri ve diğerlerini anladım, onay veriyorum.” Yaklaşık iki sayfalık bir metin. Peki, yasalar sadece Türkçe konuşanlar için midir? Kürt hastalara uygulamamaktan yasalar karşısında neden korkmaz resmi sağlık kurumları? Bu öğrenilmiş ayrımcılık daha ne kadar sürebilir? Ve bir soru: Ana dili Türkçe olmayan hastalar tedavi süreçleri sonrasında ya hukuki bir arayışa girseler?
Bu yazıyı ve onamın örneğini “Aydınlatılmış Onam” adlı Konya Karaman
Tabip Odasının bir yayınından aldım. Ama kitabın tümünü okuduğunuzda ana dili Türkçe olmayanlarla ilgili hiç bir şey bulamıyorsunuz. Bulup bulabileceğiniz tek veri şu: “Peki, yurt dışından gelen turistlerle ilgili aydınlatılmış onamı nasıl yapacağız”. Bu noktada tıp etiğine dönüp bakmakta yarar olduğunu düşünüyorum. “Özerkliğe saygı yani kişinin kendi yazgısını belirleme hakkı, zarar vermeme ilkesi, yararlı olma ilkesi ve adalet hakkaniyet ilkesinin” temel etik değerler olduğunu hatırlayarak soruna yeniden bakmak gerekiyor. Evet, nedir aydınlatılmış onam? Aydınlatılmış onam sadece Türkçe bilenler için mi geçerli olmalı? Ve bir olgu; İzmirli bayan bir hekim, yaklaşık 20 yıllık göz uzmanı, çok dışa dönük ama son yıllarda kaygıları var: “Acaba bölünecek miyiz?​”  Ama bir gün gelir, gözleri dolu o ötekileştirdiği Kürt hekim arkadaşı ile dertleşir: “Ameliyattan yeni çıktım, kendimi çok kötü hissediyorum. Yaşlıca bir hastayı lokal anestezi ile ameliyat ederken sürekli hareket etmeye başladı. Sonunda bağırmaya başladım. Gözünü kaybetmesi an meselesiydi ve bağırdıkça daha çok hareket ediyordu. Sonrasında öğrendim ki hasta dil bilmiyor ve ben bağırdıkça gerilip bir şeyler anlatmaya çalışıyormuş.” Ve hastasının gözü muhtemelen şifa bulamamıştı, çünkü gözlerinde yaş vardı hekimin. Bu bir gerçek öyküdür.
Şimdi bu gerçeklikler sağlıkçılara aydınlatılmış onam ile yüzleşme imkanı veriyor. Anılan ameliyatta aydınlatılmış onam alınmasına alınmıştı ama nasıl? Bu kişisel yüzleşme üzerinden bence sürece bakmak gerekiyor. Evet, neoliberal girdaptan hekimler İzmir’de de çok etkileniyorlar. Performansa dayalı ücretlendirmenin dışında kalabilen yok gibi. İstese de istemese de piyasalaşma tüm sağlık çalışanlarını ve toplumu etkiliyor. Ama piyasanın da dili var ve bu dilin içerisinde hekimlerin mali zorunlu sorumluluk sigortası da artık önemli bir yer tutacağa benziyor. Ve hekimler yeniden şekillenecekler. Peki bu eleştiregeldiğimiz piyasacı sağlık ortamında ana dilde sağlık nerede duruyor? Şimdilik sadece hekimler malpraktise dair zorunlu sigorta yaptırıyorlar ve prim miktarını branşlar belirliyor. Ya yakın gelecekte? Özel sigorta şirketleri Kürt bölgesinde görev yapan tersten dil bilmez hekimleri daha fazla prime boğarsa şaşırmamak gerekiyor. Yine bu piyasacı sağlık anlayışı bu hızda davam ederse “Sağlıkta ek teminat paketi” başlığında ana dili Kürtçe olan ve Türkçe konuşamayan hastalar için de daha yüksek primler dayatılabilir. Bizler ana dilde sağlığı kamusal sağlık hizmetlerinin daha güçlü olduğu dönemler üzerinden ele almaya meyilliyiz. Oysa kamusal sağlık hizmetlerinin en ihmal edildiği Kürtlerin yaşam alanları doğası gereği piyasacı sağlık ortamından da daha fazla etkilenecektir. Devletin toplumu denetim altında tutmak için araçsallaştırdığı sağlık alanında bu bağımlık girdabının yeni aktörlerini de iyi irdelemek gerekiyor. İşte bu nedenle özel sigortacılığı kabaca hatırlatmak istedim. Türkçe bilmeyenlere daha yüksek prim olasılığı bu nedenle hafife alınmamalıdır.
Devletin sağlığı denetim aracı olarak kullanmasından söz edince hekimler için dayatılan zorunlu hizmeti anmamak olmaz. Sağlığı son hız özelleştirdiği bir dönemde çıkartılan zorunlu hizmet yasasını Kürtlerden bağımsız düşünemeyiz. Askeri, hakimi istifa edince onların mesleklerini özel sektörde engellemeyen devlet aklı ne olmuştu da hekimlere zorunlu hizmete gitmedikleri taktirde ülkede yaşam boyu hekimlik yapma yasağı getirmişti? Demek ki sağlığın toplumun denetimdeki kritik rolü devlet tarafından askeri ve yargısal mekanizmalardan daha kritik görülmüştü. Yine hekimler ana dilinde sağlık sunmayı değil ama ‘dil tazminatını’ önemsiyorlar. Benim çalışma arkadaşlarımdan bir tanesi doksanlı yıllarda ‘adları değiştirildiği’ iddiası ile Türkiye’ye getirilen Bulgaristan göçmenlerindendi. O arkadaşım ne güzel ki “zulmünden kaçtığı” iddia olunan Bulgarların dilini ve Rusça bildiği için dil tazminatı aldı. Oysa sistem bizlere iki tür hekimlik dayatıyor. Birincisi piyasacı koşulların belirlediği hali ile ‘Hastası ile bir sözleşmenin iki tarafı haline getirilen’ hekimlik ki bu ana dili Türkçe hastalar içindir. İkincisi ise ana dili Türkçe olmayanlar için devlet ile danışıklı hekimlik anlayışı. Söz gelimi diyor ki sistem; “Evet, siz hekimler olarak zorunlu hizmete tabiisiniz, zorla devletin emrettiği yere gideceksiniz ve orada misal Çek dilini bilirseniz eğer bir Kürt köyünde, Arap köyünde, evet siz Arnavutçayı bilirseniz o köylerde tabi ki sizin daha fazla ücret almanız gerekir. Ama eğer siz Kürtçeyi öğrenirseniz o köylerde, Süryanice konuşursanız hastalarınızla sağlık için, yaşam için sonunda ceza alabilirsiniz. Tam da burada soruyu oluşturmak gerekiyor: Mevzuat; hani işimize gelince uyguladığımız, korktuğumuz ama devletin danışıklı koruyuculuğunu hissettiğimiz anda bize bir şey olmaz noktasında es geçtiğimiz yönetmelikler.
Sağlık Bakanlığı Hasta Hakları Yönetmeliği madde 15 der ki: “Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbi müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahiptir...”
Ve yine aynı yönetmeliğin18. Maddesinde şöyle diyor: “Bilgi, gerektiğinde tercüman kullanılarak, hastanın anlayabileceği şekilde, tıbbi terimler mümkün olduğunca kullanılmadan, tereddüt ve şüpheye yer verilmeden ve hastanın ruhi durumuna uygun ve nazik bir ifade ile verilir”. Tüm bunlar Sağlık Bakanlığının söyledikleri. Hangi Sağlık Bakanlığı mı; dedik ya dünyanın en uzak dillerini Japoncayı dahi bilseniz bir Kürt köyünde dil tazminatı ile sizi ödüllendiren ama bir arada yaşadıklarımızın yasaklı kardeş dillerini görmezden gelen bakanlık. Türkçenin Kürt hastalarda tıbbın kötüye kullanımında araçlaştırılmasının yaratacağı olası malpraktis öykülerinde yönetmeliklerini ötekileştirmenin kıyısında edilgenleştiren bakanlık. Evet dil son derece önemli. Dil sadece ana dili farklı olanlar için gerekli değil. Dil aynı zamanda kendi dilini, ana dilini konuşanlar için de geliştirilmesi gereken bir alan. Ve biliyoruz ki hepimiz; dil olmadan sağlık olmaz, dil olmadan yaşam olmaz. Ve piyasacı süreç ne yazık ki ‘daha çok tetkik’ noktasında resmi dili bilmeyenler üzerinden yeni bir dil yaratıyor; piyasanın dili! Evet dil bilmeyenlerde ateş yükseldiğinde derece vermek yerine hemogram gibi kan tetkikleri alınıyor, akciğer grafisi değil de bilgisayarlı tomografi isteniyor. Oysa ülke kaynakları sağlık çalışanlarının kardeş dilleri öğrenmeleri ile daha verimli kılınabilir.
Ve bir utanç yaşanagelir bu ülkede. Üç yaşından sonra İngilizce “What’s is your name” demeyi bilmeyen yoktur Kürt’ünden Türk’üne Çerkes’ine ama komşusunun kardeş dilinde “sağlığın nasıl” sorusunu cevaplayamayanların oranı yüzde doksanlardadır. Nasıl oluyor da bu hale düşürüldük sorusunu ise hep birlikte cevaplamak, yeni sorular üretmek gerekiyor. Evet, tercüman mı kullanılması gerekiyor, yoksa başka bir şey mi? Bence tüm kardeş dillerin öğrenilmesi gerekiyor ve bundan daha güzel bir şey yok diye düşünenlerdenim. Unutmamak gerekiyor ki iki dili de bilmek sağlıkta tercüman olmaya yetmiyor. Buradan hareketle örneğin İsveç’te sağlık tercümanlığı için özel eğitim verildiğini örnek verebiliriz. Ancak sağlık tercümanının da yeterli olmadığını sözgelimi tercüman kullanan hekimin görüşmede nasıl davranması gerektiğini öğrenmesinin de önemli olduğunu belirtiyor literatür. Sağlık çalışanlarının tercümanın değil de hastanın gözlerine bakmasının ehemmiyeti son derece önemlidir. Göz denince tüm sağlık çalışanlarının aynada kendi gözlerine bakmasında yarar var. Denebilir ki isteseler de istemeseler de, farkında olsalar da olmasalar da dil bilmeyen hastaları için resmi dil dışında çaba harcamayan herkes ayrımcılığın bir parçası olmuştur. Anne çocuk ölümlerindeki aşırılığı, aşı oranlarındaki düşüklüğü salt sağlık altyapısındaki tercih edilmiş yetersizlik ile izah etmek mümkün değil. Belki de ondan daha önemlisi anadilinde sağlık hizmeti sunulmamasıdır. Sözgelimi psikiyatr atanmıştır Kürt yaşam alanlarına; peki dil bilmeden bu nasıl olacak? Hepimiz biliriz ki salt Kürtçe konuşan hastalar halk tabiri ile daha fazla ilaçlanmışlardır bu nedenle. Belki de asıl aynaya bakması gereken Kürtlerin kendileri. Sahi sağlık hakkı için rutinde tercümana neden ihtiyaç duysunlar ki? Kürtler ve benzer süreçleri yaşayan tüm halklar aynada kendi gözlerine bakmadıkça ana dilde sağlık bir anda ana dilde sağlık hakkına dönüşüverir ve gider “beyaz adam”ın dilinde vücut bulur.”

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa