13 Temmuz 2012 15:25

Bin 500 yıl geriye büyük sıçrayış!

Bin 500 yıl geriye büyük sıçrayış!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cami-cemevi tartışmasının geldiği yer, laisizmin inanç özgürlüğü için ne kadar önemli olduğunu, laisizmden vazgeçildiğinde, ülkenin hızla bir din-mezhep ayrışmasına, sonra da çatışmasına gidebileceğini çok açık biçimde gösteriyor.
Başbakanın “Dindar nesiller yetiştireceğiz” , “Muhafazakar kültür”, “En büyük camileri yaptıracağız” vaatleriyle, meydan salon demeden dolaştığı, din istismarcılığında sınır tanınmadığı” bu dönemde cami-cemevi, aynı anlama gelmek üzere bir Alevi-Sünni ayırımcılığı tartışması açılması kaçınılmazdı.
Kısacası, yıllardan beri Alevilerin taleplerinin sadece istismar için gündeme alınması ve bu taleplerin karşılanmasında adım atılmak bir yana giderek daha geniş bir alanda Alevilerin horlanması, aşağılanması, Alevi-Sünni tartışmasını tam da 1500 yıllık tartışmada (çatışmada) olduğu gibi, “Alevilik ne; meşru bir mezhep mi, bir sapkınlık mı; cami kimin ibadet yeri, cemevi ibadet yeri sayılmaz mı; Alevilik İslam’ın içinde mi dışında mı?..” tartışması yeniden başlamış bulunuyor. Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in, Mecliste cemevine izin vermeyen ve Alevi çalışan ve milletvekillerine de ibadet yeri olarak camiyi gösteren açıklamasıyla bu tartışma resmen de başlatılmış oldu.
Elbette politikayı biraz izleyenler bile Başbakanın ve partisinin önde gelenlerinin, “Alevi Çalıştayı” içinde yapılan tartışmalar sırasında Alevilerin yedeklenemeyeceğini gördükten sonra yöneldiği Aleviliği imalı konuşmalarla küçümseyen Alevileri hor gören anlayışını İran, Suriye ve Irak’taki gelişmelerle dış politikada da göstermiştir.
İlk iki dönemdeki iktidarı boyunca sürekli kendini “İslam’ın kurtarıcısı, hizmetkarı” olarak gösteremeye özen gösteren Erdoğan, Yeni Osmanlıcı yönelişinin pratiğe geçirilmesinin engelleri karşısında bu hedefini geriye çekerek, kendisini “Sünni İslam’ın liderliğine” soyunmuş bir kişi, AKP’yi de bu tutumun partisi olarak ilan eden bir pozisyona geçmiştir. Bu yüzden de Esad’ı ve BAAS’ı Suriye’deki azınlık Alevilerin Sünni çoğunluk üstündeki diktatörlüğü, Irak’taki rejimi ise Şii (Alevi ile aynı anlamda kullanıyor AKP sözcüleri) çoğunluğun Sünni azınlık üstünde zulüm uyguladığı bir rejim olarak ilan etmiştir. Ve her iki ülkede de açıkça “Sünni muhalefete” destek verdiğini gizlememektedir.
AKP Hükümetinin Erdoğan-Davutoğlu liderliğindeki bu yaklaşımının ABD’nin Ortadoğu’daki stratejisini yenilerken tam da Sünni çoğunluğu arkasına alarak İran liderliğindeki Şii (Şiiliğin müttefiki görülen Nuseyri ve Aleviler de dahil) azınlığa boyun eğdirme stratejisiyle bire bir uyuşması elbette ilginçtir ve bölgede olup bitenin anlaşılması bakımından burada hatırlanmasında yarar vardır.
Alevi-Sünni ayrışmasının hem ülke içinde hem de bölge çapında bir eğilim olarak güç kazanması Türkiye’yi yöneten AKP Hükümetinin bunu bir silaha dönüştürmüş olması, 1500 yıllık Alevi-Sünni ayırımcılığını daha tehlikeli hale getirmektedir.
Öte yandan “Diyanet fetvasına” sığınarak Mecliste cemevini reddeden Meclis Başkanı Çiçek TBMM’de, “yeni ve demokratik bir anayasa” iddiasıyla çalışmalarını sürdürülmekte olan “anayasayı yazma” komisyonunun da başkanıdır.
Ve tabii burada şu büyük soru gündeme gelmektedir:
Böyle bir zihniyet Anayasaya laiklik maddesi koyacak mıdır; sözcük olarak koymak zorunda kalsa bile bu laiklik gerçek laiklik mi olacaktır?
Çünkü devletin dine müdahale ettiği, dinin devlet işlerine karıştığı bir mekanizma olarak “Din işleri ile ilgili bir devlet kurumunun bulunduğu” devletin laik olması olanaklı değildir. Onun içindir ki gerçek bir laisizmin ilk şartının da “Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması” olduğunu inanç özgürlüğü ve gerçek bir laisizmden yana olanlar yıllardır savunmaktadır.
Dolayısıyla cami-cemevi tartışması(*) kendi başına değil; Türkiye’nin laik bir ülke olup olmaması, demokratik bir ülke olup olmaması, dış politikasında emperyal tutumlardan uzak, halkların kardeşliğini, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını esas alıp almama, bu doğrultuda mücadele edip etmeme tartışmasıdır. Ve aynı zamanda bu tartışma anayasa da nasıl bir laiklik anlayışına yer verileceği tartışmasıyla da sıkı sıkıya bağlıdır.
Ve öyle anlaşılmaktadır ki AKP, muhtemelen de MHP, Alevileri de camiye gitmeye zorlayan bir Alevilik tanımı ve mevcut Diyanet İşlerinde Alevilere de kadro vererek, kendilerine biat eden bir “Alevilikle” cami-cemevi ikilemine çözüm getirmek isteyeceklerdir. Ki, bu da 8-10 milyon Alevi’nin talebine kulak tıkayan bir anayasa demek olacaktır.
Meclisteki cami-cemevi tartışması bunu, hatta daha fazlasını ortaya koymuştur.
Kısacası, 1500 yıl geriye sıçrayışın ifadesidir bu tartışma.
Gelenekti, görenekti, ecdattı, daha daha büyük cami yaptırmaydı, muhafazakarlıktı, dindi, mezhepti, 4+4+4, “dindar nesiller”, ...derken varılan yerdir.
Ve giderek Alevi-Sünni ayrışması gündemde daha büyük bir yer tutan, hızla daha büyüyen bir sorun haline gelecektir.
Bizden bir kez daha söylemesi!

(*) Vatandaşın ya da milletvekilinin elbette şuraya buraya ya da meclise cami, cemevi, ... gibi bir ibadethane isteme hakkı vardır. Laik olmayan ama az çok demokrat olan bir devlet bu talebe “Madem sizin ibadethaneye ihtiyacınız var size de ibadethane yaptırayım” diye yanıt verir. Ama laik devlet, bu talebe, “Devletin ibadethane yatırma görevi yoktur; ibadethaneyi insanlar kendi ihtiyaçları ve inançları neyse ona göre yaptırmalıdır. Devlet sadece sizin özgürce ibadet etmenizi garanti edebilir” diye yanıt verir. Bir inanç sahibine ya da grubuna “Laiklik sizin dediğiniz gibi değil gerçek Aleviler de camiye gidiyor. Siz de gidin” diye yanıt verirse bu devlet ne demokrat ne de laiktir. Bu bir din ya da mezhebin ihtiyaçlarına göre biçimlenmiş, şeriatçı değerlerle hareket eden  bir devlet anlayışının ifadesidir. Hele de orada egemen mezhepten kişiler için devlet cami yaptırmışsa, Başbakan gezdiği illere “En büyük camiler yaptırmayı” vaat ederken “Cemevini ibadethane saymıyoruz!” demek aynı zamanda bu inanca ve ona inananlara hakaret anlamına gelir. 

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa