17 Temmuz 2012

Üniversite tercihlerinin yapılacağı bu dönemde üniversite öğrencilerinin içinde bulunduğu durumu genel hatlarıyla şu şekilde nitelendirebiliriz: Geleceği belirsiz bir yükseköğrenim süreci, kalite çalışmaları iddiasıyla sürdürülen tek tipleştirme amaçlı Bologna süreci, üniversite öğrencilerinin eleştirel bilinçle yaklaştığı siyasi ve toplumsal gelişmeler, eleştiri yaptıklarında maruz kaldıkları baskılar; gözaltılar, tutuklamalar, disiplin soruşturmaları… Üniversite öğrencilerinin gözaltına alındığı, tutuklandığı, hüküm giydiği, disiplin cezası aldığı olaylarda öne sürülen gerekçeleri de sıralayalım. Poşu taktığı için silahlı saldırıya uğrayan arkadaşlarına destek açıklaması yapmak; üniversite yönetimi tarafından toplanan zorunlu bağışları protesto etmek için basın açıklaması yapmak; pankartla, Emniyet ve MİT tarafından var olmadığı söylenen bir örgütün propagandasını yapmak; örgüt üyesi olmak; Kürtçe ders okutulması talebinde bulunmak; izinsiz dergi dağıtmak; izinsiz pankart ve döviz açmak; gösteri yapmak; YÖK’ü protesto etmek; izinsiz bildiri okumak; koşu törenine katılmamak; Newroz’u kutlamak; 1 Mayıs işçi bayramına katılmak; polis kurşunuyla öldürülen bir öğrencinin anma törenine katılmak; parasız eğitim istemek; 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü eylemine katılmak; Yüksek Seçim Kurulunun kararını protesto etmek… Gençler, bu olaylarda suçlanırken oluşturulan dosyalarda somut delil bulunmadığı da söyleniyor. Ya da savunmalarını yapmaları için gerekli şartların sağlanmadığı da… En tuhaf olaylardan biri de Öğrenci Kolektifleri tarafından düzenlenen yaz kampına katılan gençlerin ailelerine çocuklarının terör örgütü kampında olduğuna dair isimsiz telefonların gelmesi… Örgüt üyesi gibi görünmek çok kolaydır zaten. Ortak sorunları olan gençler bir araya gelip de eleştirdikleri hatta halay çektikleri zaman örgüt etiketini yerler.
Bütün bu gelişmelere bakıldığında, belli yönde (kapitalist üretim ilişkilerine muhalif) görüşlere sahip gençlerin kendilerini ifade etme ve gerçekleştirme olanaklarının, düşüncelerini açıklama özgürlüklerinin kısıtlandığını ve hareket alanlarının daha da daraltılarak cezalandırıldığını ve sindirildiğini görüyoruz. Bu noktada, Althusser’in tanımladığı devletin ideolojik aygıtlarından okulun ve adalet sisteminin birbirine koşut çalışma şekline de vurgu yapmak gerekir. Hatta bazen okul, kendisini adalet kurumu gibi görüp kraldan fazla kralcı da davranabiliyor. Althusser’e göre, eğitim ve hukuk, özel alana dahilmiş gibi görünürler. Fakat bunlar, devletin değerlerini aktarma, onun iktidarını pekiştirme ve böylelikle de düzeni koruyarak, kapitalist üretim ilişkilerini sürdürme işlevi görürler. Bu kurumlar devletin ideolojik aygıtlarından sadece ikisidir. Dini kurumlar ve kitle iletişim araçları da diğer aygıtlardandır. Eğitim ve adalet sisteminin yanında, laiklik ve basın özgürlüğü kavramları da bu yüzden en çok tartışılan konulardandır.
Üniversite gençlerinin, düşüncelerini özgürce ifade etme olanaklarının cezalandırılmasına ilişkin bu olayları incelerken lisede rehberlik servisi koordinatörü olarak çalıştığım dönemde yaşadığım bazı olaylar geldi aklıma. Çalıştığım yabancı özel okulda öğrenciler ile öğretmenler arasında, öğretmenler ve idare tarafından “Saygısızlık ve davranış bozukluğu” olarak etiketlenen ama aslında başka şekilde ele alındığında yaşanmayacak türden disiplin olaylarına şahit oldum. Bu olaylarda, rehberlik servisi koordinatörü olarak olaya ilişkin inceleme yapmam ve daha sonra rapor yazmam istenirdi. Ben de gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra olayı çeşitli boyutlarıyla ele alan, gelişim ve kişilik psikolojisi alanlarında yapılmış çeşitli araştırmalardan elde edilen bulguları ve kuramsal yaklaşımları da kullanarak çok boyutlu raporlar yazardım. İşte bu noktada maalesef birçok kez şöyle bir durumla karşılaştım. Disiplin kurulunu toplayan Türk müdür başyardımcısı, raporumu, kurulu toplayıp da ceza verdikten sonra okurdu ya da sağlıklı bir rapor yazmak için daha fazla zamana gerek varken disiplin kurulunu hemen toplayıp sonuca varmak istediği için beni sıkıştırırdı ve çoğu zaman benim raporum disiplin kurulunun bütün üyeleri tarafından okunmazdı. Dolayısıyla raporlar, adet yerini bulsun diye yazılmış olurdu. Benim yaşadığım bu olaylara benzer olayların başka okullarda da yaşandığını ilçede yapılan genel toplantılarda öğrenmiştim. Ortaöğretim kurumlarında yaşanan bu durum ile üniversite öğrencilerinin hayatlarını etkileyecek kadar ciddi düzeyde yaşadıkları olaylar arasında ortak nokta nedir? Ne olursa olsun, çocukların ve gençlerin suçlu olduğunu varsaymak, kendilerini ifade etmeleri ve gerçekleştirmeleri anlamına gelebilecek her şeyi, onları anlamaya çalışmadan, suç saymak, haklı olup olmadıklarını iyice araştırmadan, hatta somut delil göstermeye gerek bile duymadan cezalandırmak, sindirmek ve korkutarak sürekli baskı altında tutmak. Bunu başardıktan sonra da, ikiyüzlülük işte burada, sistemin kontrolü altında kendilerini ifade etsinler (!) diye, onların adına bayram (23 Nisan, 19 Mayıs) ya da olimpiyat (Türkçe Olimpiyatları) tesis etmek.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et