Kaos derinleştiriliyor
Fotoğraf: Envato
Erdoğan’ın önceki gün Moskova’da Putin’le yaptığı üç saat süren görüşme sonrasında yapılan ortak basın açıklamasında, iki liderin de Suriye hiç görüşülmemiş gibi davranmaları kimseye şaşırtıcı gelmedi. Çünkü iki ülkenin Suriye krizine çözümleri birbiriyle taban tabana zıttı ve görüşmeden hemen önce yapılan açıklamalarla bu zıtlık bir kez daha yinelenmişti. Bu yüzden de Erdoğan-Putin görüşmesinin bu konuda bir yakınlaşma olmadığı anlaşılmaktadır.
Her ne kadar Başbakan Erdoğan, Türkiye’ye döndükten sonra Putin’in de “Esad’sız bir geçiş dönemine hayır demediğini” öne sürse de Rusya’nın bu tutumunun Türkiye’nin söylediği geçiş dönemiyle bir ilişkisinin olmadığı da bir gerçek.
BM Güvenlik Konseyinde Suriye’ye yeni yaptırımlar getirecek “karar tasarısı”nın görüşülmesi (Tasarının onaylanması perşembe gününe ertelenmişti) ve Putin-Erdoğan görüşmesiyle eş zamanlı olarak Şam’da Savunma Bakanı ve rejimin iki önemli kişisinin, “darbe girişimi gibi suikast”la öldürülmesi, Suriye’de “muhalefet” denenlerin terörü nerelere kadar götürdüğünün de yeni bir göstergesi oldu.
Suriye rejimi gibi uzun süren despotik rejimlerde suikastlar, en yakındakilerin düşmanlarla iş birliği içinde olması, kalleş ve haince pusular... az rastlanan olaylardan değildir. Bu yüzden de Suriye rejimi içindeki en önemli kişilerin, en yakınları tarafından öldürülmesi, ihanetleri sıkça rastlanan olaylardan olması şaşırtıcı değildir.
Evet suikast, çoğu basın organında da değerlendirildiği gibi, “rejimin kalbi”nde yapılmıştır ve bir “darbe girişimi”ni çağrıştıran suikast, elbette BM Güvenlik Konseyindeki “Fransız Karar Tasarısı”na haklılık kazandıracak bir hava oluşturmayı amaçlamıştır. Çünkü daha önce de ne zaman BM’de ya da başka uluslararası toplantıda Suriye ile ilgili konuşulacaksa muhalefet “ses getiren eylemler” yapmayı adet haline getirmiştir. Ancak bu kadar ileri gitmelerinde amacın sadece uluslararası platformları etkilemek olmadığı görünmektedir. Bu suikastta amaç, belki daha çok da Suriye’de rejimi destekleyen, en azından gelecek bir şeriatçı rejim tehdidi karşısında mevcut rejimi ehveni şer görenlerin gözünde Suriye rejiminin sürdürülebilir olmadığı kanıtlanmaktadır. (*) Ve rejimin bu sosyal temeli içinde bir yarılma yaratılabilirse muhalefetin bir iktidar dayanağı edinebileceğinin farkında olduğu için “muhalefet” eylemlerinin kontrol edilemez, rejimin ülkede asayişi sağlamayacağını göstermek üzere terörü bir sınırsız biçimde artırmaya yönelmiştir.
Suriye’nin suikasttan Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’yi sorumlu tutması (Gerçi listede İsrail de var, ama bunun sadece protokol gereği olduğu da açık) elbette özellikle Türkiye bakımından son derece vahimdir. Çünkü bu üç ülke “Suriye muhalefeti” ya da “Özgür Suriye Ordusu” denilen terör gruplarını açıkça desteklemekte, bu grupları silah, para yardımı, eğitim ve barındırma sağladıklarını da reddetmemektedirler. Özelikle şeriatçı El Kaideci grupların Suudi Arabistan’la doğrudan bağlantısı da kimsenin meçhulü değildir. Bu yüzden de hem “Özgür Suriye Ordusu”nun hem de El Kaideci bir grubun sahip çıktığı suikastın planlamasını kim yapmıştır bilinemez ama bu suikastın manevi sorumluluğunun bu ülkelerde olduğunu söylemek de akla ziyan bir durum değildir. Gerçi Başbakan Erdoğan Suriye’nin bu suçlamasını reddetti, ama suikastı kınamamaya da özen gösterdi. Cumhurbaşkanı Gül’ün suikast sonrasında suikastı “Suriye’nin geldiği yer”, kaçınılmaz bir durum olarak değerlendirmesi, bu suikasttan rahatsızlık duyduğunu gösteren hiçbir vurgu ya da söze yer vermemesi de elbette bu manevi sorumluluğu artırıcı mahiyettedir.
Şu açık bir durumdur ki “Suriye muhalefeti” denen gruplar daha çok teröre başvuracaklardır ve bu da Suriye’de şu kadar sivil öldü haberlerini artıracağı gibi, cinayetleri kimin işlediğinin önemini de ortadan kaldıracaktır. Türkiye ve batılı medya da bizatihi muhalefetin terörünü de rejimin marifetiymiş gibi göstererek Suriye’ye müdahaleyi kışkırtmaya devam edeceklerdir. Yani kara propagandaya hız verilecektir.
Suriye’de rejimin yıkılacağı için sevinenler “Çanlar Esad için çalıyor” naraları atıyorlar. Ancak görünen o ki, Esad’ın gitmesi Suriye sorununu ortadan kaldırmayacak belki de daha da derinleştirecektir. Bu yüzden eğer çanlar çalıyorsa bu sadece rejim için değil Suriye için ve bölge bir kaosa doğru sürüklendiği için çalan çanlardır!
(*) Son günlerde Suriye’de olan Yazı İşleri Müdürümüz Fatih Polat, konunun bu somut yanına ilişkin, dün yazmaya başladığı izlenimleri içinde daha çok şey yazacaktır.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00