21 Temmuz 2012 10:05

Sertleşen sertleşene...

Sertleşen sertleşene...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yeni sezonda, bizi nelerin beklediğine dair kafasında soru işareti olan var mı?.. Ya da acı, üzüntü verici olumsuzluklardan arınmış daha farklı bir sezon yaşayacağımıza dair umudu olan?.. Buna karşılık, aynı bıraktığımız gibi; gerilimli atmosferin, küfrün ve şiddetin hüküm sürdüğü bir spor ortamı bulacağımızın işaretleri fazlasıyla mevcut. Her yönetici demeci, bu düşüncemizi bir kat daha pekiştiriyor. Yöneticiler ve medya gerilim üreten dilden vazgeçmiyor. Zaten vazgeçmek gibi bir niyet taşıdıkları da söylenemez...
Spordaki en büyük sorunumuzun şiddet olduğu konusunda herkes hemfikir. Giderek sertleşen güvenlikçi(!) yaklaşımlarla şiddetin önünü almaya çalışıyoruz. Peki polisiye önlemler dışında şiddet sorunuyla mücadele etmenin yöntemleri yok mu? Federasyon ve kulüpler niye ölü sezonda insanların spor bilincini ve spor kültürünü geliştirecek çalışmalar yapmıyor?..
Sorunlara karşı bilimsel verilerin ışığı altında çözüm önerileri geliştirmek ve sorunlar daha ortaya çıkmadan gereken önlemleri almak gibi kültüre sahip değiliz. Bizim için en geçerli yöntem, her şey olup bittikten yani iş işten geçtikten sonra müdahalede bulunmak... Yangın çıkmasın diye hiçbir önlem almıyor, yangın çıktıktan sonra söndürmeye çalışıyoruz. Tabii bir de, yangın çıkması için elinden geleni ardına koymayanların yanı sıra yangın çıktıktan sonra ateşe benzin dökenler de var... Yangını biter mi bu memleketin?..
Yoksa kulüpler ve medya, spor bilincini ve spor kültürünü geliştirmeye yönelik çalışmaların, rekabet ve fanatizm duygularını köreltmesinden mi korkuyor?.. Rekabet ve fanatizm duyguları gerilerse, kulüplerin ve medyanın taraftarları sömürme amacıyla işlettikleri mekanizmalar sekteye uğrayabilir ne de olsa.
Bu nedenle gelişkin bir spor bilincine ve spor kültürüne sahip taraftarlar, ne kulüplerin ne de medyanın işine gelir. Onların sportif ve ekonomik amaçlarına en iyi, bilinç ve kültür yoksunu fanatik taraftarlar hizmet eder. Fanatikler olmasa rakip takımlar ve hakemler üzerinde nasıl baskı kurup başarılı sonuç alacaklar?.. Yöneticiler her maçtan önce boş yere, “En büyük kozumuz taraftarımız olacak” şeklinde konuşmuyorlar. “12. adam” misyonuyla taraftarları gaza getirmekle kalmayıp taltif ediyorlar!.. Fanatikler olmasa kombineleri, onlarca çeşit kulüp ürününü kimlere pazarlayacaklar?.. Fanatikler olmasa, yalanlarla dolu kağıt ziyanlıklarını kimlere satacaklar?.. Çıkarları gereği, fanatizmi hep canlı ve güçlü tutmaları gerekiyor. Tabii bizimkisi gibi spor bilinci ve kültüründen nasibini al(a)mamış insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda, fanatizmin gerilim doğurması kaçınılmaz... Günümüzün hızlı iletişim araçlarıyla gerilimin yaygınlaşması da uzun sürmüyor. Hayatlarına ancak tuttukları takım üzerinden anlam(!) verebilen kişilerin elinde teknoloji; kin, nefret ve düşmanlık dalgası yaratıp yayan tehlikeli bir araca dönüşüyor. Sanal ortamda, fanatizmin insanları ne hale soktuğunun örneklerini görüyoruz. Karşılıklı tehditler ve küfürleşmeler gırla gidiyor.
Kulüplerden ya da yöneticilerden gelen ve ardı arkası kesilmeyen “sert” açıklamalarla da spor ortamımız iyice şenleniyor(!)


DALAŞMANIN SONU YOK

Fatih Terim geride kalan sezonda elde ettikleri şampiyonluğu nedense olduğundan daha değerli göstermeye çalışıyor. Play-off’a 5 puan avantajla başlayıp 6 maç sonunda 1 puan farkla kıl payı şampiyonluğa ulaşmanın bir açıklaması olmalı elbette!.. Terim’in, GS TV’de gazetecilerle sohbetinde dile getirdiği, “Elalem devre arasında bir oyuncuya 20 milyon avro verirken, biz 250 bin avroya aldığımız Necati ile şampiyon olduk” lafı inandırıcı mı peki?.. Kendince, ne kadar zor şartlar(!) altında mutlu sona ulaştıklarını hatırlatıyor... Sormazlar mı peki, “Necati’yi örnek gösteriyorsun da, Muslera, Ujfalusi, Melo, Eboue, Selçuk İnan, Engin Baytar, Riera ve Elmander’den niye söz etmiyorsun” diye. Bu oyuncular herhalde hatır gönül için sarı-kırmızılı formayı giymediler. Neyse ki bu oyuncuların yanına Necati’yi almayı akıl etmişler!.. Yoksa şampiyonluk kaçacakmış!..
Fenerbahçe Asbaşkanı Ali Yıldırım’ın Fatih Terim’in bu sözlerine tepkisi de tam sorumlu bir yöneticiye yakışır cinsten!.. Yıldırım, Terim’in bu tuhaf açıklamasına yanıt verirken sözü bir anda, federasyondan ayrılıp Galatasaray Sportif AŞ’de Genel Müdür ve Galatasaray Kulübünde İcra Kurulu Başkanlığı görevlerine getirilen Lütfi Arıboğan’a getiriyor. “Bu sene Galatasaray’ın en büyük transferi Lütfi Arıboğan’dır. Artık onları uçurur ve her branşta şampiyon yapar” diye konuşuyor. Şampiyonlukların saha içinde verilen mücadeleyle değil, saha dışında kurulan tezgahlarla belirlendiğini ima etmekle kalmıyor, Arıboğan’ın bu tür tezgahlar düzenleme gücü ve yeteneğine sahip olduğunu vurguluyor. Yönetici dediğin, işte böyle her fırsatta kışkırtıcılığın gereğini yerine getirmeli!..
Ali Yıldırım’ın bu sözlerine bu kez Galatasaray Başkan Yardımcısı Adnan Öztürk, şike soruşturmasına gönderme içeren “Tarla sürme” benzetmesiyle yanıt veriyor.
Karşılıklı dalaşma sürüyor, göz göre göre gerilim tırmandırılıyor. Şimdi gel de birilerinin, hedeflerini gerçekleştirme yolunda gerilime bel bağladığını söyleme!..
Trabzonspor Başkanı Sadri Şener ise ayrı bir alem. Burak Yılmaz’ın Galatasaray’a transferinin ardından nedense, “Galatasaray ile dostluğumuz bitti” deme ihtiyacı hissediyor!.. Bu sözün ne anlama geldiğini, Galatasaray’ın deplasmanda Trabzonspor ile oynayacağı ilk maçta göreceğiz. Ayrıca, Şener’i hâlâ ciddiye alan kimse kaldı mı, onu da anlayacağız...


SPONSOR BAĞIMLILIĞI

Ekonomik sıkıntıdan kurtulma çabalarını(!) sürdüren Beşiktaş, bu yolda önemli(!) bir adım attı ve voleybol şubesinin faaliyetini 1 yıllığına dondurdu. Artık kesin düze çıkarlar!.. Zaten voleybol şubesi adeta kulübün kanını emmiyor muydu?.. Onu kapatınca kim bilir ne ağır bir yükten kurtuldular?.. Ülke sporunun lokomotifleri arasında sayılan bir kulübün kendisini bu denli sponsorlara bağımlı hale getirmesi kabul edilebilir mi?.. “Sponsor bulamadım, şubeyi kapatıyorum” yaklaşımı bir çözüm müdür?.. Hiç para bile istemeden Beşiktaş’ın formasını giymeye can atan acaba kaç voleybolcu vardır?.. Sporda başarı ve şampiyonluktan öncelikli hedefler olduğunu bilmeyen yöneticilerin bulduğu çözüm(!) bu kadar olur işte. Sonunda küme düşülse dahi, gençlerle örnek gösterilecek onurlu bir mücadele ortaya koymak, spor adına az güzellik midir?.. Endüstrinin, sponsorlar aracılığıyla sporu teslim aldığını biliyorduk ama görüyoruz ki bazıları ruhlarını da teslim etmeye kararlı...


DAYANIŞMA BUDUR!

Aziz Yıldırım’ın Aydın’da cezaevinde bulunan Mehmet Ağar’ı ziyaret etmesi kimi saftirikleri hayal kırıklığına uğrattı. Onlar cezaevinden çıkan Aziz Yıldırım’ın kızıl bayrakları kuşanıp bir halk devrimine önderlik yapmasını umuyorlardı oysa!.. Fenerbahçe halkın takımı değil miydi?.. Yıkılmayan son kale değil miydi?.. Ehh böyle bir takımın başkanına da elbette devrimci önderlik yakışırdı. Fanatizm insan beynini işte böyle dumura uğratıyor. 1 Mayıs’ta ellerinde Aziz Yıldırım posterleriyle yürüyen taraftarlara şimdi ne düşündüklerini sormak lazım. Fanatizmin boyunduruğunda sınıfsal perspektifi geri plana atmak, insanı işte böyle hüsran noktasına getiriveriyor.
Federasyonmuş, Aziz Yıldırım’mış, Mehmet Ağar’mış, cemaatmiş... Düzenin ve sporun muktedirleri yeri ve zamanı gelince sınıfsal konumlarının gereğini yerine getirip nasıl da dayanışma sergiliyorlar. Bunların hepsinin aynı sömürücü familyanın parçası olduğunu hiçbir zaman unutmamak lazım...
Onlar kendi aralarında kemik savaşı yaparken çokça havlarlar ama asla birbirlerini ısırmazlar. Bir yolunu bulup ganimeti üleşirler. Bu arada kimleri ısıracaklarını da çok iyi bilirler...

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa