LIBOR skandalı ve öğrettikleri
Fotoğraf: Envato
2007 yılının sonbaharından bu yana dünya ekonomisi finans devlerinin birbiri ardına patlayan skandallarıyla çalkalanıyor. Geçtiğimiz yıl Wall Street protestolarıyla ABD’de toplumsal muhalefetin odağına yerleşen finans sektörünün önde gelen isimleri bu kez LIBOR’un belirlenmesinde manipülasyon yapıldığı iddialarıyla karşı karşıya. Geçtiğimiz günlerde ünlü Barclays’e verilen 290 milyon poundluk ceza ve kamuoyunda yükselen tepki sonrasında İngiliz bankalarının en fazla kazananan CEO’su olarak da bilinen Bob Diamond görevinden istifa etmek durumunda kalmıştı. Ama iş burada kalmadı. Soruşturmanın 2008 yılında LIBOR’un belirlenmesinde rol oynayan diğer 15 uluslararası bankayı da kapsayacak şekilde genişletilmesi kararlaştırldı.
LIBOR kısaca Londra’da bankalararası piyasada bankaların borç verme işlemlerinde uygulanan kısa vadeli faiz oranı olarak tanımlanabilir. 10 farklı para birimi için ve bir geceden bir yıla kadar 15 farklı vadede belirlenen bu faiz oranı dünya finans piyasalarının başlıca referans noktalarından biri ve günümüzde toplam değeri 800 trilyon doları aştığı tahmin edilen finansal araç ve sözleşmelerin piyasa değerlerini doğrudan belirliyor.
LIBOR İngiliz Bankalar Birliği (BBA) adına Thomson Reuters tarafından hesaplanıyor. Her gün saat 11.00’de bankalar Reuters’i arayarak o sabah borçlandıkları takdirde ne oranda faiz ödemek durumunda olduklarını bildiriyorlar. Dolayısıyla bildirilen oran varsayımsal bir oran, bankalar bu orandan borçlanma yükümlülüğünde değiller. Daha sonra bankalar tarafından bildirilen bu faiz oranlarının en üst ve en alt çeyreği hesap dışı bırakılıyor ve kalan bölümün ortalaması alınıyor. Böylece herhangi bir bankanın LIBOR’u tek başına etkilemesinin önüne geçilmek istense de hesap dışı bırakılan bir bankanın dahi faiz oranlarını etkilemesi mümkün. Kısaca bir örnekle açıklayalım. A Bankası yüzde 1, B Bankası yüzde 2, C Bankası yüzde 3, D Bankası yüzde 4 olarak faiz oranlarını bildiriyorlar. Bu durumda en düşük ve en yüksek faiz oranını bildiren ilk ve son çeyrek yani A ve D bankası hesap dışı bırakılıyor. Böylece LIBOR B ve C bankasının faiz bildirimlerinin ortalaması olan 2.5 olarak belirleniyor. Şimdi diğer bankaların faiz bildirimlerinin aynı kaldığını ama A Bankasınının faiz bildiriminin yüzde 5’e yükseldiğini varsayalım. Bu durumda en düşük teklifi veren B bankası ile birlikte A bankası da hesap dışı bırakılıyor, bu kez en üst çeyrek de yer aldığı için. Yeni LIBOR oranı ise C ve D bankalarının ortalaması olan yüzde 3.5 olarak belirleniyor.
Elbette bu oynamalar gerçekte çok daha düşük, baz puan seviyesinde (yüzde 0.01) oluyor ama LIBOR’dan etkilenen finansal varlıkların 800 trilyon doları aşan büyüklüğü düşünüldüğünde piyasalarda etkisi büyük oluyor.
Kriz öncesinde LIBOR oldukça dar bir alanda dalgalandığından LIBOR oranlarının nasıl belirlendiği piyasalarda fazlaca tartışılmıyordu. Ne var ki, son kriz ile birlikte LIBOR’un da piyasa gerçekleri ile bağının zayıfladığı ve spekülatif bir nitelik kazandığı görüldü. Burada borçlanma güçlüğü çeken bankaların daha zor durumda kalmamak için gerçekte borçlanabildiklerinin altında oranlar bildirmesinin de önemli rol oynadığı anlaşılıyor.
Barclays’in yaptığı da bu. Banka kendi borçlanma maliyetlerini yansıtmayan düşük faiz oranları belirterek LIBOR’u olması gerekenden aşağı çekmiş. Diğer 15 bankanın da en azından önemli bir bölümünün bu işin içinde olduğu konusunda kamuoyu hemfikir.
Peki bu manipülasyonun sonuçları neler? Değişken faizli mortgage kredisi ödeyen milyonlarca insan açısından bakıldığında bu iş onlara da yaramış elbet. Bu sayede en azından bir süre daha düşük faiz ödemişler. LIBOR’dan etkilenen pek çok finansal enstrümanın fiyatlarındaki oynamalardan kaybedenler olduğu gibi kazananlar da oldu kuşkusuz. Burada uğranılan zararın toplam bilançosunu çıkartmak kelimenin tam anlamıyla imkansız...
Diğer yandan LIBOR gibi ekonomideki en önemli fiyatlardan birinin bankalar tarafından kolaylıkla maniple edilebilmesi piyasadaki temel sinyal mekanizmalarının aksaklığına işaret ediyor, sistemin kırılganlığını arttırıyor.
Ve belki de hepsinden önemlisi, finans piyasaları açısından böylesine temel bir oran dahi 16 dev banka tarafından bu denli kolaylıkla maniple edilebiliyorsa burada serbest piyasadan bahsetmek mümkün müdür? Bu varsayımla yapılan analizlerin, öngörülerin gerçekle tutarlı olması beklenebilir mi?
2008 krizinin patlak verdiği günden bu yana finans tekellerinin hegemonyasının ne denli güçlü olduğunu görüyoruz. Kurtarma paketleriyle kasalarına trilyonlarca dolar aktarılan bankalar kârlılığıyla göz kamaştırıyor. Kısa süre önce öngörüsüzlükleriyle sadece bankalarını değil küresel ekonomiyi kaosa sürükleyen CEO’lar rekor primleriyle dergilerin ön kapaklarını süslüyor. Böylesi bir ortamda finans kesimine dönük düzenlemeler, verilen cezalar göstermelik bir nitelik taşımanın ötesine geçemiyor. Serbest piyasa söylemi ise yoksul sınıflara anlatılan bir yalan, altı boş bir kavram olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor. İşin acısı bunu en son iktisatçılar görüyor.
- Kurtarıcı mı, yoksa yeni günah keçisi mi? 09 Haziran 2023 04:18
- Seçim senaryoları ve ekonomiye dönük beklentiler 12 Mayıs 2023 04:19
- Kurda istikrar illüzyonu 28 Nisan 2023 04:21
- SVB krizinin arka planı ve düşündürdükleri 17 Mart 2023 04:52
- Para politikasındaki ayrışma belirginleşiyor 24 Eylül 2022 04:50
- Şimdi solun tam zamanı 12 Ağustos 2022 04:26
- Enflasyon gelir dağılımını bozuyor 08 Temmuz 2022 04:47
- Merkez Bankası şaşırtmadı 27 Mayıs 2022 01:12
- Kehanet çöktüğünde 22 Nisan 2022 00:37
- Enflasyon doludizgin 08 Nisan 2022 00:40
- Faiz politikasının bilançosu 10 Mart 2022 23:31
- Enflasyon geriler mi? 10 Şubat 2022 23:18