‘Kadına şiddet’e yeni bir örtü mü?
Fotoğraf: Envato
Bir ara sanki biraz daha azalmış gibi görünen kadın cinayetleri son günlerde yeniden hız kazandı. Gün geçmiyor ki bir ya da iki kadın cinayeti haber bültenlerinde yerlerini almasın!
Üstelik de Aileden Sorumlu Bakanlığın, emniyet ve savcılıkların geçtiğimiz kış boyunca hızla artan kadın cinayetleri karşısında gereken önemleri aldıklarına dair açıklamalarına karşın bu cinayetler sürüyor. Öyle ki artık dünyanın pek çok ülkesinin gözünde Türkiye, “Kadınların kocaları tarafından kıldan tüyden nedenler yüzünden hunharca öldürüldüğü bir ülke” konumuna gelmiş bulunuyor.
Ve kadından sorumlu bakanlığın son numarası ise bu cinayetleri önlemede “imamlara görev” verilmesi! Bu amaçla bakanlık “imamları eğitime alacak”mış!
Öyle anlaşılmaktadır ki hükümet, “dinin toplum yaşamında da etki alanını genişletme” ve “muhafazakar toplum yaratma” planları çerçevesinde, Kürt sorununun çözümünde meleleri, imamları, Diyaneti görevlendirdiği gibi bundan sonra kadınlara yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini önleme görevini de imamlara vermeye girişmiş bulunuyor.
Yani, bundan böyle kocasından dayak yiyen kadınlar, şiddet görenler, kocası ya da ailesi tarafından sokağa atılan kadınlar artık polise, savcılığa gitmeyecek; camiye, imama gidecek (Belki imam sorunu çözememiş, kadın da bu arada öldürülmemişse, emniyete savcılığa gidecek!); sorununa bir çare bulunmasını isteyecek. İmam da ya kadına gelenek ve göreneğin gereklerini vaaz edip eve dönmeye ikna edecek ya da kocasını çağırıp onunla da teskin edici konuşmalar yapacak! Bu da yetmezse cemaatin önde gelenlerini işin içine sokacak, sonra aileler işin içine girecek, böylece kadına şiddet sorunu cemaatin baskısıyla, yine cemaatin içinde kalan bir şeye dönüştürülmek istenecek. Yani, muhtemeldir ki mekanizma böyle işletilecek.
Oysa, bugünkü kadına yönelik şiddetin ve cinayete varan vahşetin arkasında bu gelenek görenek denilen ve çoğu da dini vecibelere dayanılarak oluşturulan ahlaki normlar vardır. İmam efendi dinde, ahlak normlarında, gelenek görenekte bir “reforma” gitmeyeceğine göre, devreye imamın sokulmasıyla yapılmak istenenin kadınların özgürleştirilmesi ve üstlerindeki baskının kaldırılması ile bir ilgisi yoktur. Tersine işin içine imamın, din görevlilerinin sokulması, olsa olsa kadınlara yönelik şiddetin yeniden bu gelenek, görenek, ahlak örtüsü arkasında saklanmak istendiği bir döneme işaret ekmektedir. Ki, bunun anlamı da şiddetin azalması demek değil şiddetin duyulmamasını sağlayan önlemlerin alınması demektir. Çünkü kadına yönelik şiddet ve hunharca işlenen cinayetlerin arkasında önemli ölçüde gelenek görenek bağlantılı, mahalle baskısı, geleneksel aile yapısı, kadını erkeğe denk bir kişilik görmek yerine ikinci sınıf bir yaratık gören anlayışın olduğunu herkes bilmektedir. Bu yüzden işin imama devredilmesi sadece kadının cemaatin de bilgisi ve “fetva” dayanağı da sağlanarak cezalandırılması dönemine geri dönüş olacaktır. Ki, bugün AKP’nin iktidar olmasından beri oluşturulmak istenen “muhafazakar toplum” anlayışında atılan adımlar sürecin böyle işlemesi için son derece elverişlidir.
Tıpkı polisin kadına yönelik şiddeti önlemede başarısız olmasının bir nedenin de polisin elindeki imkanlarla gerekli önlemleri almak yerine gelenek, görenek ve dini vecibeleri öne çıkaran bir yaklaşımla sorun çözmeye kalkması ve bu yüzden de pek çok kadın cinayetinde “alınan önemlerin” cinayetin taşlarını döşemesi gibi!
Nitekim dün Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan kadına yönelik şiddetin önlenmesinde imamlara görev verileceği haberi içinde de polise bu konuda verilen eğitimin (*) başarısızlıkla sonuçlandığına dikkat çekiliyordu. Çünkü polise, kadını şiddetten korumak üzere gereken önlemeleri alma görevi verilirken ona aynı zamanda, “ailenin selameti” için kadının eve döndürülmesi asıl görev olarak veriliyordu. Ki böyle bir görev verildiğinde polis bile gelenek görenek kıskacından çıkamadığına göre, imam gibi asıl rolü toplumun gelenek görenek, ahlak ve dini akitlere göre biçimlendirme olan bir kişinin ya da Diyanet kurumunun, kadına yönelik şiddete etkin bir tutum geliştiren bir görev alması elbette beklenemez.
Bu yüzden de “çalışan çocuklu kadına kreş devrimi” gibi arkası önü belirsiz haberlerle kadınları oyalayan hükümet ve yandaş propaganda odakları, imamları göreve çağırarak, kadına yönelik şiddetin dayanaklarını sağlamlaştırmaya yönelmektedirler.
Bu yüzden de kadınlar için tek gerçekçi kurtuluş yolunun talepleri için mücadele olduğu daha da belirginleşmektedir.
(*) Polis Akademisi’nin başına Prof. Remzi Fındıklı gibi son derece tutucu, kadın için, “15’nde ya ere ya yere!” diyecek kadar gelenek göreneğe bağlı, kadına şiddete hoş görüyle bakmaya meyyal olduğunu ünlü yapıtı “Hasılı Kelam”la kanıtlayan bir zatın aranıp bulunup getirilmiş olması bile Diyanet’ten, imamlardan beklenenin ne olduğunu anlatmaya yeterlidir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00