25 Temmuz 2012

Gücü, güçsüzlüğünde bir iktidar

AKP ve hükümetinin gücü ve kitle desteği, üzerine çok  yazılıp- konuşulan bir konu. Çeşitli araştırma kurumlarının açıkladığı veriler üzerinden, AKP-Cemaat iktidarının halk üzerindeki güçlü etkisinin devam ettiği belirtilerek, bu durum şaşkınlıkla karşılanıyor.  
Kürtlere, Alevilere, gençlik ve kadın kitlelerine, işçilere, kamuda çalışan emekçilere, ve genel olarak halk kitlelerine karşı, esas niteliği saldırıların yoğunlaştırılması olan bir politika izlediği halde, AKP’nin oy desteğinin, yüzde elliler civarında olmaya devam etmesinde, kuşkusuz bir terslik var. Beklenen, bu desteğin azalması; halk üzerindeki etkisinin zayıflamasıdır. Ancak, halkın önemli bir kesiminin desteğini, dini-geleneksel-kültürel etkiyi de kullanarak, ve iktisadi-sosyal-siyasal taleplerini karşılayacağı vaadleriyle almayı başaran ilk hükümet AKP değildir. Bayar-Menderes’in DP’si, Demirel’in Adalet Partisi, Özal’ın ANAP’ı, hatta Ecevit başkanlığındaki CHP de bir dönemler küçümsenmeyecek oy desteği bulmuşlardı. Ne ki bu hükümetlerin tümü de, öyle bir zaman geldi ki, yüzde 2-3’lere gerileyecek kadar güçsüzleşip yerlerini başka partilere bıraktılar.
AKP’nin gücü, işbaşına geldiği uluslararası ve ‘ulusal’ koşullar ile birlikte değerlendirilmek durumundadır. AKP, sağ ve “sol” denilen tüm düzen partilerinin 2001 krizinin de etkisiyle ve halk kitlelerine karşı izledikleri gerici politikalar sonucu en güçsüz düştükleri bir dönemde, sermayenin yeni silahı olarak öne çıktı. Krizin etkilerini kitlelere aktaran parti ve hükümetlerin inandırıcılığı yok olmuş, yeni arayışlar başlamıştı. AKP, ekonominin krizden çıkıp toparlanmaya başladığı, İMF-Dünya Bankası planlarının pratiğe geçirilip, küçümsenmeyecek bir parasal kaynağın sağlandığı bir dönemde iş başına geldi. Durumu düzelteceğini söyleyerek Kemal Derviş’in hazırladığı programı uygulamaya girişti. Önceki hükümetlerin yapmaya cesaret edemediği ölçüde bir özelleştirme uygulamasını kısa sürede gerçekleştirerek, neredeyse tüm kamu işletmelerini tekellere ve uluslararası sermayeye peşkeş çekti. Buradan 50 milyar dolar civarında kaynak sağlandığı açıklandı. ABD başta olmak üzere emperyalistlerin stratejik-taktik politikalarına adapte olma hızı oldukça yüksekti. Din istismarında ustalaşmış, “dindar” olarak görülen bir yönetim olması nedeniyle Sünni emekçi kesimlerinde, “bizimkiler” imajıyla geniş desteğe sahipti. Kürtlere, Alevilere, “çalıştaylar” düzenleyerek, durumlarının değişeceği görünümü verdi. Demokratik hakların cuntalar ve gerici hükümetler eliyle gasbedilmiş olmasını, “demokratikleşme” vaadiyle siyasal ranta çevirmeye soyundu. Liberaller başta olmak üzere, geniş bir aydın kesiminin desteğini aldı. Kitlelerde beklenti yaratmada, önceki hükümetleri geride bırakacak bazı biçimsel adımlar atarak, bu beklenti ve desteğin sürmesinin koşullarını yarattı. Diğer bir etken, ciddi ve etkili bir ekonomik krizin bu hükümet döneminde yaşanmamasıdır. Bu, hem dışarıdan para akışında aksamaların eskisi denli olmayışını, hem de içerde, işçi ve emekçilere yönelik saldırgan mali-ekonomik politikalar sonucu elde edilen, ve yine özelleştirmeyle sağlanan kaynağın erimemesini sağladı. Hükümet-Cemaat iktidarıyla aynı “itikad”a sahip “yeşil sermaye” olarak adlandırılan sermaye gruplarının iktidar arpalığından ve siyasal güçten yararlanarak tekelleşme olanaklarına kavuşması bir diğer dayanaktı.  TOKİ ihaleleriyle büyük bir vurgun sağlandı ve bu da rant olarak hükümetin dayanaklarına eklendi. ‘İçeride’ki bu durum, bölgede ve yakın komşu ülkeler halkları arasında da “İslamcı” bir hükümetin gücünden duyulan memnuniyet olarak ifade edilir bir yankı buldu.
Ancak, gerçek, söylendiği gibi “acımasız”dır. Paranın ve din istismarcısı para iktidarının dini-imanı olmadığı giderek açıklık kazanıyor. Kürtlere yönelik sindirme; örgütlü mücadele içindeki binlerce insanın zindanlara doldurulması ve Kürt kentleri-kırlarında sürdürülen askeri politika,Kürtlerin kitlesel güvensizlik ve öfkesini daha da artırdı. Alevilerin aşağılanması ve “Sünni olma”ya çağrılmaları, Suriye yönetimini devirme gerekçelerinden birinin de Alevi-Nusayri olması olarak açıklanmış olması, Alevi kitlelerinin güvensizliğini artırdı. Yeni Osmanlıcı yayılmacılık ve saldırgan dış politikanın Libya’da imha güçlerinin askeri olmaya, Suriye’de, gizlenmeyen bir yıkıcılığa dönüşmesi, içerde ve dışarıda hükümet-devlet karşıtı tepkilerin büyümesine yol açtı. AKP hükümeti şimdi, çok açık olarak Suriye yönetimini devirmeyi öncelikli işlerinin neredeyse başına getirmiş bulunuyor. Denebilir ki, iktidarının devamının buna bağlı olduğu gibi bir anlayış içinde. Ama bu da ayaklarına dolanmıştır. Golan’ın Siyonizme peşkeş çekilmesi-ki Esad yönetiminin yıkılmasının sonuçlarından biri olabilir-Arapları mutlu etmeyecektir. Filistin’in arkadan hançerlenmesine sevinecek, emperyalizm ajanları dışında kimse olmayacaktır. Emperyalizm-Siyonizm hesabına çalışan ve Suudi Arabistan-Katar-Kuveyt gibi ülkelerin petrodolar milyarderleri tarafından maaşa bağlandıklarını bizzat kendileri açıklayan; CIA-MOSSAD eğitimli gurka timlerinin Suriye’de giriştikleri sabotaj ve yıkım faaliyetinin koordinesinin Türkiye’de, Ankara, İstanbul, Hatay karargah haline getirilerek sürdürülüyor olması, sadece Suriye’nin Arap ve Hıristiyan, Nusayri-Alevi halkı içinde değil, Sünniler içinde de giderek daha fazla tepki toplamaya başlamıştır. AKP’nin izlediği, yeni Osmanlıcı ve emperyalizm hesabına olduğu gibi, emperyalist emellere de sahip bu politikanın Arap ülkelerinin diğer halklarında da nefrete dönüşmesinin koşulları giderek olgunlaşıyor. AKP’nin yükümlendiği ya da aracısı olduğu yıkım politikasının demokrasi ve özgürlük amaçlı olduğuna inanacak bir aptal bulmak giderek zorlaşıyor. Türk milliyetçisi gerici politikacıların, “Yeni bir Kürt devleti yarattığı için” Erdoğan ve hükümetini ihanetle suçlaması için nedenlerin arttığı söylenebilir. AKP-Cemaat iktidarı polis-yargı kuvveti ve YÖK-RTÜK gibi “iktidar payandaları”yla sağladığı bastırma-susturma politikasında da, ekonomideki rezervlerin bolluğunu nimet sayıp içeride-dışarıda askeri saldırgan politika izlemedeki pervasızlığında da giderek artan zorluklarla yüz yüzedir. Kentsel yıkımın halkta bir ruh hali çöküşü ve tepkiye dönüşmesi olasıdır. Hükümet, tüm bunlarla birlikte,  gücünün güçsüzlüğünde olduğu bir döneminde bulunmaktadır. İzlediği bu politikalar sınıf çelişkilerinin sertleşmesi yönünden de, bölgesel-uluslararası güç ilişkilerine bağlı ve giderek çatışmalı bir hal alan dış politika alanında da, ayaklarına-kollarına ve giderek “beyni”ne dolanıp, kötürümleştirecek bir sürece doğru onu itmektedir. Bunu, tiranlık-hükümdarlık paranoyasıyla, Yavuz Selim’e özenerek, Enverciliğin postalına yüz sürerek önlemek de mümkün olmayacak. Toplumsal tarihin yasasıdır, hiçbir güç, güç politikalarıyla kendini ebedi kılamaz. Hiçbir zorbalık yıkılmaz değildir.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et