Utanmak
Aynalara bakamıyorum. Utanıyorum. Çocuklarımdan çok daha genç gazeteci arkadaşlarım hapiste. Gitgide sağırlaşan bir uçuruma haykırıyor gibiyim. Sesimin yankısı yok.
Yalnız benim değil, aykırı seslerin hepsinin birden yankısı mı yitti.
İşin kötüsü hapisteki genç arkadaşlarımı Müge Tuzcuoğlu’nu mesela, amansız biçimde özlüyorum. Arada bir yazısı bir de mektubu yayınlandı da... Ama cezaevine mektup yazmaya da gücüm yok. Beceriksiz bir kocakarı olmaya koşar adım ilerliyor gibiyim. Arkadaş çocuğu diye rahatça “Eşkıya” diye takıldığım BirGün’den Zeyno var özlediklerimden. Siz onu Zeynep Kuray diye bilirsiniz, yaşanan hak ihlallerini kamuoyuna duyuran haberleriyle tanırsınız.
Adı okundu bu 24 Temmuzdaki törende. TGC Basın Özgürlüğü Ödülü, sayısı yüzü bulan tutuklu gazeteciler adına onunla Bedri Adanır arasında paylaştırılıyordu. Medyadaki yaşıtlarına yolladığı mektubu hatırladım:
“İddianamelerimiz elimize geçeli tam bir ay oldu. Başbakan Erdoğan bizleri kastederek ‘Bunlar gazeteci değil, hırsız, katil, terörist’ dediği için emniyet ve savcılıktan çok daha sansasyonel bir performans bekliyorduk. Ama gördük ki bize atfedilen suçlamalar yayımlanmış haberlerden, haber müdürleriyle yapılmış telefon görüşmelerinden, haber kaynaklarıyla buluşmalardan, hatta isminin gizli kalmasını isteyen bu kaynakların (Gazetecinin haber kaynaklarının gizliliği ilkesi çiğnenerek) ‘şüpheli’ sıfatıyla hedef gösterilmesinden ibaretmiş. (...) Ancak basın faaliyetinin açıkça suç kategorisine sokulduğu bu hukuk faciası karşısında, muhalif gazeteler ve birkaç yazar dışında siz meslektaşlarımızın suskunluğu epey etkileyici oldu.”
Zeyno, her zamanki sıra-saygı tanımazlığıyla tutuklandığı günden bir olay aktarıyor. Bir başka gazeteci, tutuklanma eşiğinde, gözaltına alınan bir grubu kastederek ‘Bunlarla aynı havayı solumaktan utanıyorum’ demiş ve bir başka cezaevine gönderilmeyi istemiş. Aynı meslekten olmanın bile dayanışma duygusunu canlandırmadığı bu genç arkadaş adına da utanmak düştü payıma.
2012 Basın Özgürlüğü Ödülü kişi olarak Ferai Tınç’a verildi. “Basın Özgürlüğü konusunda yaptığı çalışmaları, bu konuda örgütlü mücadeleyi geliştirmeye yönelik katkıları, sürece ulusal ve uluslararası mesleki destekleri katmayı başarabilmesi” nedenleriyle. Yaklaşık bir yıl önce Hürriyet gazetesinden ayrılış yazısında da basın özgürlüğü konusuna değinmişti:
“Bana müsaade
Noktayı koyuyorum.
Yazılarıma son veriyor ve mesleğe başladığım Hürriyet gazetesi ile 28 yıllık beraberliği noktalıyorum.
1971 ve 80 darbeleri sonrası Bab-ı Ali’ye savrulan gençler kuşağından bir gazeteci olarak, tamamen tesadüfen başlayan gazetecilik hayatımın başında, bu mesleği bu kadar sevebileceğimi hiç tahmin etmemiştim..
(...)
Evet 28 yıllık beraberliği noktalıyorum. Karar ani olmadı ve başka herhangi bir yere de gitmiyorum. Hevesim kaçtı. Bir yıldan beri üzerinde düşündüğüm, hazırlık yaptığım ve olgunlaştırdığım bir karar.
16 Nisan tarihli La Republica Gazetesinde Trinidad’lı yazar, Nobel ödülü Sahibi Naipul ile yapılan bir söyleşi vardı.
“Aynı cümleleri yazmaktan bıktığım için omuzlarımda 50 yıldan beri yazdığım kitaplarla, yazı yazmayı bırakıyorum. Başta her şey daha iyiydi. Çünkü keşfetmenin heyecanı vardı. Ama yazı yazmanın sorunu şu, bir kere yaptığında, artık neyi nasıl yapacağını biliyorsun. Ve sonunda kendini aynı şeyleri söylerken buluyorsun. Kendini tekrarlıyorsun.”
İşte benim de hevesim bundan kaçtı. Gazeteci, gerçeği izlediği için kendini tekrarlamaz diyebilirsiniz. Doğru. Ama düşünce ve ifade özgürlüğünün her zaman kısıtlı olduğu bir ülkede gazetecilik insanı hızla kalıplara sokar.
İktidar yandaşı görüşlerin olduğu gibi, muhalefetin bütün renklerinin de kendi kalıpları vardır.
Bozulmuşluğun da. Onu yeni ve pırıltılı tek gerçek olarak sunmanın da.
Gerçeği ortaya çıkartma koşusu olan bu meslekte ise kalıpları kırarak yürümek güzeldir.
Yeni şeyleri yeni bir dille söyleyebilmek ve bunu paylaşmak.
Yaptıkları haberler yüzünden ya da düşüncelerini yazdıkları için cezaevinde tutuklu bulunan sosyalist, Kürt, milliyetçi, İslamcı basından gazetecilerin sayılarının azalacak yerde gittikçe arttığı bir ortamda, basın özgürlüğüne yönelik müdahalelerin birçok gazeteci tarafından bile ‘olağan’ karşılandığı bir iklimde, tek işleri gazetecilik olanların heveslerinin kaçması olağan bir sonuç değil midir?”
Ferai Tınç, ödülünü alırken gerçek demokrasilerde hak ve özgürlüklerin peşinde koşulduğu için insanların ödüllendirilmediğini, bunun doğal bir hak olduğunu anlattı. Yeniden utandım.
Utanması gereken yalnız ben miydim?
EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp
Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.
Evrensel'i Takip Et