28 Temmuz 2012 10:39

Eşitlik, özgürlük yoksa kardeşlik hikayedir!

Eşitlik, özgürlük yoksa kardeşlik hikayedir!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Aleviler bugün bir kez daha alanlara çıkıp taleplerini dile getirecekler. Alevi kuruluşlarının yöneticileri bunun uyarı olduğunu ve asıl eylemlerin Eylülde başlayacağını belirtiyorlar.
Çünkü TBMM Başkanı, Başbakan ve Milli Eğitim Bakanının “Diyanet fetvasına” dayanarak cemevini ibadethane saymadıklarını ilan etmelerinden sonra Yargıtayın da cemevini ibadet yeri saymayan kararıyla Aleviler açısından, hükümetin ve devletin laiklik anlayışı ve Aleviliği İslam içinde meşru bir mezhep saymayan tutumu bir kez daha deşifre edilmiş oldu.
Alevilere hitap ederken “Alevi kardeşlerimiz” diye konuşan Cumhurbaşkanı, Başbakan ve cümle AKP önde gelenleri iş Aleviliğin bir inanç olarak kabul edilmesine gelince; “Aleviler bizim kardeşimizidir. Onlar da İslam’dır öyleyse ibadet yerleri de camidir” diyerek, AKP’nin önceli RP’nin “Cemevi cümbüş evidir!” çizgisinin bir parmak ilerisine geçmediklerini gösteriyorlar. Dahası bu karalama, Emevi halifelerinden beri Aleviliğe yönelik “suçlama” olarak bugüne dek süregelmiştir.
AKP Hükümetinin bu tutumu elbette laisizm, AKP’nin laikliği kendine yontan ve aslında şeriatçılığın yumuşak bir versiyonu olmayı aşmayan çizgisi bakımından eleştirilebilir; eleştiriliyor da.
Ancak burada sorunun başka boyutuna değinmek, olup bitenin anlaşılması bakımından önemli görünüyor.
Şöyle ki;
AKP, durmadan “Alevi kardeşlerim” diyor Alevilere ve Alevi inançlarına saygı gösterdiğini iddia ediyor. Nitekim en son Alevi örgütlerinin düzenlediği iftarda (Alevi örgütleri neden ramazanda iftar düzenlemek zorunluluğu duyuyorsa!) Cumhurbaşkanı Gül; bu tutumu “Ramazan da bizim muharrem de bizim!” diyerek dile getirdi. Yeni Şafak da bu sloganı birinci sayfasına taşıdı.
İlk bakışta bu ifade, Cumhurbaşkanının ne kadar “kucaklayıcı” olduğunu gösteriyor gibi görünüyor. Ama aslında bu tutum, Aleviliği asimile etmeyi ifade ediyor. Çünkü böylece Gül Alevilik ve Sünniliği aynı inanç olarak kabul edip ramazanla muharremin aynılığına vurgu yaparken ezen mezhebin egemenliğine zerrece halel gelmemesi ve ezilen mezhebin de statüsünün gerçekte aynen devam etmesinin kabulü üstünden bu kardeşliğin sürmesini savunuyor. Eşit olmayanı eşitmiş gibi gösteren Cumhurbaşkanı, gerçekte; “eşitsizliğin” ve “özgürlüksüzlüğün” devamını “kardeşliğin” devamının şartı olarak dayatıyor!
Yakından bakıldığında açıkça görülüyor ki, buradaki “kucaklayıcılık” aslında arkadan dolanıp “yok sayıcılığa” dönüşüyor. Çünkü öncelikle yüzlerce yıldır baskı altında tutulan bir mezhebin önce “ayrı olduğu” kabul edilmeli ki, bir arada yaşamak, gerçek kardeşlik için şartları konuşmak mümkün olsun! Önce muharremin ayrı olduğu, ayrı bir inanç sisteminin ibadeti olduğu kabul edilmeli ki, ortak iftar düzenlemek kardeşliğe hizmet etsin. Yoksa ortak iftar düzenlemek ancak ezenin boyunduruğunun kabulünün ilanı anlamına gelir.
Bu yüzden de nasıl ki “Kürt kardeşlerimiz”,  “Kürt’le Türk etle tırnak gibidir” söylemi Kürtlerin haklarının, ayrı bir ulus olmasının inkarının dayanağı yapılıyorsa, “Alevi kardeşlerimiz”, “Ramazan da bizim muharrem de!” söylemi de Aleviliğin ayrı inanç sistemi olduğunun inkarına dayanak yapılmaktadır.
Kürtler bu “Kardeşlik adına inkar” oyununu son çeyrek yüzyıl içinde yaşayarak gördüler. Şimdi Aleviler de bu oyunun farkına varmaya başlamışlardır.
Hele anayasanın yazıldığı şu günlerde Alevilerin cemevleri, din dersleri, inanç özgürlüğü ve diyanetin kaldırılmasına dair taleplerine sahip çıkmaları son derece önemlidir.
Kuşkusuz ki gerçek laisizm her demokraside olmazsa olmazdır ve bunun koşulu da devletin Alevi, Sünni, Yahudi, Hıristiyan, Budist, Zerdüşt, ... hangi inançtan olursa olusun devletin bunlarla ilişkisi, “İnançlarını serbestçe yerine getireceklerine dair garanti” vermektir. Yoksa din, mezhep, inanç tarif etmek, şu inancın ibadet yeri şurası, bununki burası demek devletin işi değildir!
Bugün anayasada laiklik de ancak böyle tarif edilirse, din ve mezhep tartışması, din istismarcılığı gündemden çıkar. Aksi halde Türkiye giderek bir mezhep çatışmasına doğru da sürüklenmektedir. Hele de bütün bunlara ABD’nin bölge stratejisinin Sünni-Şii (Alevilerin de Şii cephesinde görüldüğü Suriye’de görüldü) çatışması üstünden bölgeyi yeniden biçimlendirme stratejisini uygulamaya soktuğu ve AKP’nin bu stratejiye bütünüyle bağlandığı bir dönemde laisizm sorunu, bölgede antiemperyalist mücadele ve Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesi bakımından da son derece önem kazanmıştır.
Bu bölge tablosu içinde AKP Hükümetinin attığı adımlar ülkeyi ve bölgeyi bir mezhep çatışmasına, Orta Çağ’a geri döndürme adımlardır.
Aleviler bunu anlamaya başlamışlardır ama Sünni çoğunluğun bunu anlaması çok daha önemlidir. Çünkü yarın nasıl olacağını belirleyecek olan, bu çoğunluğun geçek bir inanç özgürlüğünü kabul edip etmemesidir.
Eğer sorun gerçek laisizm çizgisinde çözülemezse hem Türkiye hem de bölge, en az Kürt sorunu kadar büyük bir sorunla karşı karşıya kalacaktır.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa