Çelişkiden çelişkiye sürüklenenler ve gerçek!
Fotoğraf: Envato
Kuzey Suriye’de Kürtlerin altı kentte yönetimi ele geçirmesi ve Kamışlı merkezli bir Kürdistan kurulacağı tartışmaları bölgedeki egemen güçleri hesaplarını yeniden yapmaya yöneltti.
İran Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yardımcısı Bagheri önceki gün Türkiye’ye geldi. Bagheri’nin bu gelişinin Suriye’de Batı Kürdistan bölgesinde özerk (ya da federatif ya da bağımsız, çözümün nasıl olacağını zaman belirleyecek görünüyor) bir yapının oluşmasıyla ilgili olduğu belirtiliyor. Çünkü bu gelişmelerin İran’da da bir karşılığı olacağını düşünüyor İran yönetimi. Ve İran yönetiminin, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkıyla ilgili mücadelenin yükselişi karşısında Türkiye ile işbirliği yapmayı amaçladıkları bildiriliyor.
Elbette ki, ayrıntıya dair bir şey söylenmiyor ama siyasi gelişmeleri izleyen herkes anlamaktadır ki, Suriye’de özellikle Kürtlerin hamlesiyle ortaya çıkan sürecin bölge gericiliklerini kenetleyeceği, onları yeni arayışlara yönelteceği de anlaşılıyor.
Elbette böyle bir yandan Suriye ile politikasında tam cepheden karşı karşıya gelen Türkiye ile İran yönetimlerinin Batı Kürdistan’la ilgili gelişmeler karşısında birbiriyle işbirliği içine girmeye yönelmeleri elbette çok açık, ciddi, içinden çıkılması zor bir çelişki olarak gündeme gelmiş bulunmaktadır.
Elbette böyle çözümü zor bir çelişki içine sürüklenen sadece İran’la Türkiye de değil. İlk bakışta bu gelişmelerden en çok memnuniyet duyması gereken taraf olarak Barzani ve Irak Kürdistan yönetimi de önemli bir açmaza sürüklenmiş bulunuyor. Çünkü kendi yönetiminin geleceğini ABD desteğine, bundan da önemlisi Türkiye ile sıkı ilişki üstüne kurmuş olan Barzani de bir yandan Suriye’deki gelişmeler içinde PKK karşısında mevzisini zayıflatmayacak bir pozisyon edinmeye çalışır ve Suriye Kürtlerinin hamlesini destekler görünürken öte yanda da Türkiye ile arasını bozmayacak bir “kıvraklığı” göstermek zorunda. Bu ise pratikte çok zor; keskin kılıç üstünde dans etmek kadar güç bir iş! Çünkü Barzani yönetimi kendi yönetiminin can damarı olan petrol ihracını Türkiye üstünden yapmaktadır ve bu da Türkiye’yi kızdıracak her hareketten onu alıkoyacaktır!
Ve elbette bu köşeden daha önce de belirtildiği gibi Suriye Kürtlerinin hamlesi karşısında “çelişkiden çelişkiye sürüklenenler” sadece bölge gericilikleri ve AKP Hükümeti de değildir; CHP, MHP başta olmak üzere sağ ve “sol”daki “muhalefetin” önemli bir çoğunluğu da gerçek bir açmaza sürüklenmiştir. AKP Hükümeti’nin Suriye politikasına karşı çıkan bu güçler, Suriye Kürtleri ve Türkiye sınırında yeni bir Kürdistan girişimini, “Türkiye’yi bölecek, Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bir gelişme” olarak değerlendirmektedirler. Bu yüzden de Hükümetin, “Sınırımızda böyle bir oluşuma izin veremeyiz” tutumuna açık ya da zımni destek veren bir konuma sürüklenmişlerdir. Böylece muhalefetleri de; “AKP’nin dış politikası bu tehditleri geliştirmiştir”e indirgenmiş olmaktadırlar. Ki, bu noktaya çekilmiş muhalefet kerhen de olsa hükümeti destekleyen bir muhalefete dönüşmüş olmaktadır. AKP de buna güvenmektedir zaten!
Kuşkusuz bölge gericiliklerinin böyle bir çelişkinin içine sürüklenmesinin arkasında bu yönetimlerin emperyalistlerin bölgeye müdahalelerine endekslenmiş olmaları vardır. Gericilikler bu politikalarının üstünü örtmek için de milliyetçiliğe, din ve mezhep istismarcılığına başvurarak halkları birbirine karşı kışkırtmaktadırlar.
Yoksa Suriye’de Kürtlerin özerklik ya da bağımsızlık ilan etmesinin, Türkiye’ye, İran’a nasıl bir zararı olabilir ki? Tersine bu Suriye’nin demokratikleşmesine ve bölgedeki halkların kendi kaderini tayin konusundaki inisiyatiflerine katkı yapacağı için tüm bölge için demokrasinin ve özgürlüklerin gelişmesine destek olarak görülebilir.
Elbette bunu anlayabilmek için öncelikle, bölgedeki emperyalizme karşı mücadelenin ve ulusal sorunun çözümünü ulusların kendi kaderini tayin hakkına saygı göstermeyi esas alan demokratik bir platformun kabul edilmesi gerekir. Bölge gericiliklerinin çelişkisi de Türkiye’deki muhalefetin sıkıntısı da bu demokratik esası reddetmelerinden, bölgedeki her yeni gelişmeyi kendi ulusal çıkarlarına tehdit gören bir şoven milliyetçiliği kılavuz edinmiş olmalarından gelmektedir.
Bu gelişmelerden halkların öğreneceklerini öğrenmesini sağlamak, şovenizmin ve din ve mezhep istismarcılığının baskısına göğüs germek, gerçekleri ısrarla savunmak da bizlerin, Türkiye’nin demokrasi güçlerinin görevidir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00