30 Temmuz 2012 10:58

Dezenformasyonda kırılma noktasına doğru!

Dezenformasyonda kırılma noktasına doğru!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yalan propaganda belli bir aşamaya geldikten sonra tersine dönüyor, önce inanılmaz hale geliyor, sonra da gerçeğin propaganda edilenin tam tersi olduğu düşüncesinin güçlenmesine hizmet ediyor.
Suriye ile ilgili haberlerde “Türk basını”nın durumu tam da böyle bir aşamaya gelmiştir.
Yakın bir zamana kadar hükümetin Suriye politikasının arkasında yer alan basın, “muhalifleri”, ezilen ve sadece Esad rejimine karşı olduğu için baskı altına alınan, katledilen, can güvenliklerini sağlamak için silaha sarılmak zorunda kalmış kişiler, toplumsal kesimler olarak göstermeye çalıştı. Ancak, Şam’da Suriye Savunma Bakanının da öldürüldüğü suikasttan beri basın, “Suriye muhalefeti”nin gücünün büyüklüğünü propaganda etmeyi de aşarak, ”Özgür Suriye Ordusu” adı altında toplanan çetelerin cinayetlerini, suikastlarını, hatta yağmalarını bile onları yücelterek veriyor. Örneğin Türk TIR’ların yakılması ve yağmalanmasını bile basınımız muhalefetin bir zaferi gibi sunmaktan çekinmedi.
Bu propagandanın geldiği son noktayı ise önceki günden beri çeşitli TV kanallarına yansıyan bir caminin patlayıcılarla yıkılmasında gördük.
Görüntü iki minaresi olan büyükçe bir caminin minarelerinin patlayıcılarla yıkılmasını gösteriyor. Bekliyorsunuz ki; “Hah, Esat ve adamlarının İslam ve din düşmanlığından söz edilecek. Camileri yıkıyorlar” diye bağırıp çağıracaklar! Ancak öyle olmuyor. Tersine bu patlayıcıyla minare ve cami yıkma birkaç kez gösterildikten sonra elinde mikrofonla muhabir ekrana geliyor ve Halep’in yakınındaki bir Suriye kentinden, camini nasıl yıkıldığını anlatıyor.
Hikaye şöyle: Bu camiye yüzden fazla rejim askeri keskin nişancılar yerleştirilmiş, bunların yüzünü “muhalif askerler öldürmüş”, geri kalan beş keskin nişancı teslim olmayınca da muhalifler camiyi bombalayarak beş kesin nişancıyı teslim olmaya zorlamışlar! Yani camiyi muhalifler böyle patlayıcılarla yıkmışlar. Ve muhabir bir haberciden çok “muhalif askeriymiş” gibi bu “başarılı eylemi” överek bitiriyor haberini!
Bu anlayış, Halep ve çevresiyle ilgili diğer haberlerde de aynen yansıyor.
Hemen her kanaldan muhabirler gönderilmiş Suriye’ye ve öyle anlaşılıyor ki, Türkiye sınırına yakın, bir biçimde “muhalefetin eline geçmiş” ama tamamen boş ya da kimsenin sokağa çıkmadığı kasabalardan bildiriyorlar!
“Muhalif propagandacısı” muhabirler, bir tür “iliştirilmiş gazeteciler” olarak işlev yapıyorlar.
Haberlerine “muhaliflerin elinde olan bir kasabadan bildirdikleri”ni söyleyerek başlıyorlar. Ve Halep’e hiç gitmemiş, orada olanları İstanbul’daki arkadaşları kadar uzak oldukları halde Halep’te olanları gözleriyle görmüş gibi heyecanlı bir üslupla anlatıyorlar. Tek kanıtları da belki de kendileri gibi Halep’e hiç gitmemiş “muhalefet” askerleri! “Halep’te büyük bir savaş oluyor; Esad rejiminin kuvvetleri misket bombası da dahil tüm silah gücünü kullanıyor. Mahalleler uçaklar ve tanklar tarafından bombalanıyor. 200 bin kişi Halep’i terk etti, Türkiye’ye doğru kaçıyor. Bin, iki bin kişilik bir muhalif birliği bu kasabalarda toplanmış bulunuyor ve bunlar Halep’e sevk edilecek....” gibi her bir önemli gelişmeyi art arda sıralıyorlar ama bu haberleri destekleyecek bir kare görüntü yok! Haberi yaptıkları kasabadan bile bir tek sivil vatandaşın görüntüsünü gösteremiyorlar. Muhabir ve kameramanı, birkaç çocukla dolanıyor ortalıkta ve onlara yıkılmış binalar önünde, tank enkazları üstünde zafer işaretleri yaptırıp görüntü alıyorlar. Peki, Esad zulmünden kurtulan halk nerde, neden sevinç gösterisi yapmıyorlar, neden dükkanlar kapalı, neden silahlı kişilerden başka kimse yok bu geniş caddelerde?... bunların yanıtı yok, habercimizin bunca fedakarlıkla yaptığı haberde!
Gün boyu Suriye üstüne yapılan haberlerin ve haber programlarının çoğunu kapsayan, arşiv malı savaş, tank, uçak, bombalama görüntüleri eşliğinde verilen savaş haberlerinin insanda uyandırdığı duygu, bunların tek bir karesinin bile gerçeği ifade etmediğidir.
“Halk bunları düşünmez, oluşturduğumuz atmosferde biz ne dersek halk ona inanır” diye düşünebilir bu dezenformasyoncu takımı. Ancak gerçek bu sefer onların dediği gibi olmayacak, Türkiye’nin halkı bu sefer bu yalana inanmayacak gibi görünüyor. Bu yalan propagandanın ucunun Kürtlere bağlanıp, bütün boşlukların, “Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden gelişmeler” olarak gösterilmesi bile bu yalan propagandayı, bu kara propagandayı kurtaramayacaktır. Çünkü yalan öylesine abese götürülmüştür ki, gerçeklerle iddia arasında öyle büyük bir çelişki vardır ki, “Din uğruna savaşan Müslüman Kardeşlerin” camiyi patlayıcıyla yıkması bile bir propaganda malzemesi yapılmak zorunda kalınıyorsa, artık yalanın çarkı kırılmış demektir.
Gelen günler artık “mızrağın çuvala sığmayacağı”, “iliştirilmiş gazeteciliğin” bir kez daha itibarının yerlerde sürükleneceği günlerdir.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa