Seçilmişliğin kutsallığı açısından demokrasi kültürü
Milli Eğitim Bakanlığına (MEB) bağlı ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında okul meclislerinin oluşturulmasına ilişkin bir proje uygulanıyor. 2004 yılında TBMM Başkanlığı ile MEB arasında imzalanan bir protokolle başladı. Ben de rehberlik servisinde çalıştığım okulda bu uygulamayı yapmıştım. Amaçların bir kısmı, yerleşik bir demokrasi kültürünün oluşması, öğrencilerin seçme, seçilme ve oy kullanma kültürünü kazanması, katılımcılığın benimsenmesi. Dolayısıyla öğrencilerin seçim, oy, katılımcı demokrasi kavramlarının ne anlama geldiğinin farkına varmaları hedefleniyor. Bu farkındalık ile birlikte, demokrasi kültürü yeşerecek, yerleşecek. Okul kurumuna ve eğitim sistemine yönelik olarak önceki yazılarımda vurguladığım bazı özellikler (Bankacılık, militarizm, otoriterlik, bilimsel temelde zayıflık, yanlış öğretmen yetiştirme politikası, sınıflı toplumun yeniden üretimi, vs.) bu kültürün yerleşimi açısından engel oluşturuyor. Çünkü bu özellikler, demokrasi kültürünün oluşmasına temel oluşturacak bir ortamda bulunmaması gereken ve demokrasi kültürünün özüne aykırı olan özellikler. Demokrasi kültürünün ilköğretim ve ortaöğretim çağında oluşması yalnızca, çevresinden yüksek bir duvarla ayrılmış olan okul binası içinde birtakım pratiklerin geliştirilmesiyle değil, bina dışında demokrasi kültürünün yaşamasına da bağlıdır. Kaldı ki, okul binasının dışı ile içi arasındaki ayrım da yapaydır ve bunları bir bütün olarak düşünmek gerekir. Dolayısıyla okul binası dışında gerçekleşenlerin bina içinde gerçekleşenlerle bir uyum ve tutarlılık içinde olması durumunda demokrasi kültürünün yerleşmesi mümkün olacaktır.
Birkaç gün önce gerçekleşen ve benzerlerine defalarca tanık olduğumuz olayları da düşündüğümüzde demokrasi kültürünün bırakınız ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerinde yerleşmesini toplumda bile yerleşip yerleşmediği veya yerleşip yerleşemeyeceği konusu soru işaretleriyle doludur. Olay şu: Hatay’ın Dörtyol emniyet müdürlüğü kantinini ihalesiz işlettiği iddia edilen AKP gençlik kolları başkanı kişiyle bir polis memuru arasında tost ve çay fiyatları ve kalitesinden dolayı çıkan bir tartışma… Seçilmiş partinin seçilmiş gençlik kolları başkanından tehdit: “Gerekirse senin üzerindeki üniformayı soydururum.” Polis memuru, olayı komiser yardımcısına anlatıyor ve komiser yardımcısından kişiyi şikayet edebileceğine dair destek alıyor. Daha sonra, AKP’nin Hatay’da millet tarafından seçilmiş vekilinin basın danışmanı ve vekilin oğlu, yanlarında seçilmiş kantin işletmecisi ile geliyorlar. Kantin işletmecisi, seçilmiş vekilin oğluna bahçedeki memuru gösteriyor. Seçilmiş vekilin oğlu polis memuruna “Gözlerimin içine iyi bak, sen beni tanımıyorsun. Tanıdıktan sonra kim olduğumu öğreneceksin.” diyor. Komiser yardımcısı da, olaya karışıyor: “Bu şekilde emniyetin içine gelip memuru tehdit edemezsin”. Devam eden tartışmalar, şikayetler ve olaya karıştığı düşünülen memurların göğüslerinde numaralarla dizilmesi, seçilmiş vekilin oğlu tarafından komiser yardımcısının teşhis edilmesi ve bu komiser yardımcısının ilçe emniyet müdürü tarafından çağrılarak “Kusura bakma siyasi baskılara dayanamadık. Açığa almak zorundayız” sözleriyle açığa alınması ve başka bir ilçeye atanması… AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, görüntüleri tasvip etmediklerini belirtmiş. Görüntüleri mi, olayı mı tasvip etmiyorlar, tam anlamadım. Oğlu bu olaya karışan seçilmiş vekil ve Hatay valiliği olan biteni olağan karşılamış.
Seçilmiş vekilin oğlunu ve seçilmiş kantinciyi kutlamak lazım. Bu kişiler, haklarının çiğnendiğini (!) düşünerek solcuların, Kürtlerin, üniversite öğrencilerinin, Alevilerin, trans bireylerin, polis tarafından işkenceye uğradığından dolayı hak arayanların, göçmenlerin, vs. korktukları için hiçbir zaman yapmayı akıllarından bile geçiremeyecekleri bir şekilde polis merkezine girerek polislere bu şekilde davranma gücünü ya da hakkını kendilerinde bulmuşlar. Ama anladığım kadarıyla seçilmiş olmayı yanlış anlamışlar. Keşke onların da zamanında okul meclisi gibi uygulamalar olsaymış. Belki seçmenin ve seçilmiş olmanın ve vekilliğin tam olarak ne anlama geldiğini anlarlardı da polise bu şekilde davranma hakkını kendilerinde bulamazlardı. Ya polis bu seçilmiş kişiye ve seçilmişin oğluna, seçilmiş BDP milletvekillerine davrandığı gibi davranmış olsaydı.
Seçmek ve seçilmek kavramları neden yanlış anlaşılma potansiyeline sahip acaba? Sanırım seçildikten sonra anlam kayması gerçekleşiyor ve bu kişiler kutsal bir güç tarafından seçildiklerini düşünüyorlar. Halk tarafından seçilmiş olduklarını ve kendilerine geçici bir vekalet verildiğini değil de, “Seçilmiş, ulu ve kutsal kişi” olduklarını sanıyor olabilirler. Ve sonsuza kadar iktidarda kalacaklarını… Feodalite alışkanlıkları mı, yoksa? Hadi bakalım, gel de, seçme ve seçilme kavramını okulda benimset ve demokrasi kültürü de yerleşsin. Hukuk devleti olmadan mümkün mü bu?
Evrensel'i Takip Et