Sürgü. Ayazağa, Dalyan, Kerkük, ...
Fotoğraf: Envato
Önce Malatya-Doğanşehir-Sürgü’de oruç tutmayan bir Alevi ailenin evine saldırı düzenlendi. Olay oruç tutmayan ailenin; evinin önünde ısrarla “sahur davulu” çalınmasına (çaldırılmasına) karşı çıkıp davulcuyla tartışması üzerine kasabada toplanan birkaç yüz kişilik bir grubun malum sloganları haykırarak oruç tutmayan Alevi ailenin evini taşlaması ve ailenin göçe zorlanmasıydı. Kasabanın Belediye Başkanı saldırganları koruyan bir basın açıklaması yaparak, saldırıyı basit ve fevri bir tartışma olarak gösterdi ve olayı duyuran gazeteleri “provokatörlükle” suçladı. Kısa süre sonra, bu saldırının jandarmaya üç gün önceden ihbar edildiği ancak jandarmanın önlem almadığı ortaya çıktı. Olayın faili olarak da sadece davulcu tutuklandı.
İkinci olay İstanbul-Ayazağa’da yaşandı. Bir grup inşaat işçisinin bir kadına laf attığı iddiasıyla toplanan, üç beş yüz kişilik bir kalabalık, Zorlu İnşaat’ta çalışan yüzlerce (1800) işçinin barındığı barınaklarda kalan işçilere saldırdı. İddia “kadına laf atanların Kürt olduğu” biçimindeydi ve “Kardeşlerimizi şehit edenler şimdi de kadınlarımıza laf atıyor” gibi Kürtleri hedef alan çağrılarla toplanan kalabalığın saldırıları saatler boyunca sürdü. Yüzlerce işçi çalışmayı bırakıp memleketlerine döndü. Burada işin ilginci laf attı denen işçilerin içinde Kürt olmayan işçilerin de olmasıydı. Ama laf atma sadece bahane edildi ve kalabalık Kürtler karşı bir eylem için toplandı ve eylem boyunca da Kütleri hedef alan ırkçı şoven sloganlar haykırıldı.
Üçüncü eylem ise Muğla-Dalyan’da yaşandı. Kürt bir iş adamının lokantasında çıkan bir tartışma sonrasında tartışmadaki taraflardan Türk olanlar; “Kürtler lokantaya BDP ve PKK bayrağı astı” diyerek topladıkları 200-300 kişilik bir güruhla lokantayı taşladı. Lokantada çalışan Kürt işçiler karakola sığındı; Kaymakam, saldırganlara “Lokantanın ruhsatını iptal ettireceği” sözü vererek, saldırıyı onayladı, saldırganlara hak veren bir tutum sergiledi.
Her üç olayda da; olayların öncesinde, vatandaşlar arasındaki tartışma, tamamen her yerde, iki ya da daha fazla vatandaş arasında olabilecek bir tartışmadır. Ancak, bu saldırganlar; Sürgü’de, Sünni olanları Alevilere, oruç tutmayanlara karşı bir eylemin içine çekerken, Ayazağa ve Dalyan’da ise basit nedenli tartışmalar “Kürtlere yönelik bir linç girişimine dönüştürülmek” amacıyla örgütlenmiştir.
Bu üç olaydaki ikinci önemli özellik, önce polis ve jandarmanın sonra da savcıların saldırganlara karşı hiç bir ciddi önlem almaması, savcıların yerel yetkililerinin, olayı fevri, basit vaka olarak ele almalarıdır. Dalyan Kaymakamı ve Sürgü Belediye Başkanı ise onları koruyup kollayan açıklamalarıyla saldırganlarla aynı dili kullanmışlardır.
Türkiye’deki gelişmeleri az çok izleyenler bilmektedir ki bu olaylar ne fevri, ne basit sürtüşmeler, ne de kendin bilmez birkaç kişinin yaptığı kışkırtmalardır. Tersine uzunca bir zamandan beri hükümet tarafından körüklenen “milliyetçilileştirme” ve “muhafazakarlaştırma” propagandasının meyveleridir. Milliyetçiliğin yükseltilmesine Kürtlerin ülkeyi böleceği, askerleri “şehit ettiği”, bahanesi dayanak yapılırken “muhafazakarlaştırmayı” kışkırtmak için de Aleviler’in İslam inancıyla çatışan inançları, oruç tutmaması vb. dayanak yapılmaktadır. Bu genel tutum, son yıllarda hükümetin Suriye politikası (Ki hükümet, Esad’ın Nusayri olmasını bahane ederek Türkiye’de AKP’ye yedeklenmeyen Alevileri de hedef almaktadır) ve Kürt sorununda yöneldiği “ezerek çözme” tutumuyla birleşmektedir.
Dolayısıyla Sürgü’de, Ayazağa ve Dalyan’da olanlar göstermektedir ki, Hükümetin toplumu daha milliyetçi ve daha muhafazakar (gelenek, görenek ve ahlaki bakımdan) bir anlayışla yeniden yapılandırma stratejisiyle izlediği iç ve dış politika birbirini kışkırtmaya başlamıştır. Bu atmosfer, aşırı milliyetçi kesimleri ve bağnaz dini çevreleri harekete geçmeye teşvik etmektedir. Yerel yönetimlerin bu güçlere verdiği destek, en azından oportünist bir tutum almaları bu güçleri pervasızlaştırmaktadır.
Hükümetin bunda ısrar edeceği en son Davutoğlu’nun Kerkük ziyaretiyle bir kez daha gösterilmiştir. Hem de çok tehlikeli bir biçimde! Bu ziyaretin içeride en milliyetçi ve en mezhepçi çevreleri daha da şımartacağını söylemek bir kehanet sayılmaz.
Bu da demokrasi güçlerinin uyanıklığını ve şovenizme ve bağnaz dincilerin din istismarcılığına karşı mücadele görevlerini son derce önemli hale getirmektedir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00