4 Ağustos 2012

Cezaevinden çıktıktan sonra Aziz Yıldırım acaba niye hiç konuşmuyor” diye meraklananlar vardı. Onlar, dava sürecindeki duruşmalarda olduğu gibi dışarıda da Aziz Yıldırım’ın esip gürlemesini ve Fenerbahçe düşmanlarına(!) ağızlarının payını vermesini bekliyorlardı sabırsızlıkla. Sonunda konuştu Aziz Yıldırım.
Fenerbahçeliliği bir üstünlük ve ayrıcalık vesilesi olarak kabul edenlerin gururunu okşayan ifadeler dile getirdi yine. Yani tam anlamıyla, nabza göre şerbet verdi. “Türk sporunu ele geçirmeye çalışanların kendilerine tek engel olarak gördükleri Aziz Yıldırım’ı tasfiye etme planı” gibi gülünç, buram buram paranoya ve megalomani kokan tezini bir kez daha gündeme taşıdı. Ayrıca, “Fenerbahçe, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisidir”, “Cumhuriyet yıkılmadan yıkılmayacağız, canımızı vermeden teslim olmayacağız” şeklindeki  hamasi söylemlerle, Türkiye Cumhuriyeti ile Fenerbahçe arasındaki kutsal(!) ilişkiyi hatırlatmaktan da geri durmadı. Belki unutanlar olmuştur diye... Böylesi tuhaf laflar edebilen birisinin sağlıklı bir kafa yapısına sahip olduğu söylenebilir mi?.. İddiaları, tezleri ciddiye alınabilir mi?..
Kutsallaştırılmış cumhuriyet, kalkan olarak kullanıldığına göre, Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe düşmanları aynı zamanda cumhuriyetin de düşmanı olmalı... Yani aslında, şike davası görüntüsü altında, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalışanlarla, Türkiye Cumhuriyeti’ni ölümüne savunanların mücadelesine tanık oluyoruz!.. Saflar bu kadar açık ve net yani!..
Aziz Yıldırım keşke daha açık konuşsa da ülke sporunu kimler ele geçirmeye çalışıyormuş herkes öğrense. Sporun ekonomik rantını ele geçirmeye çalışan, bunun için de yoğun çaba gösteren pek çok kişi ve kurumun olduğu elbette doğru. Eğer kastettiği buysa, yerden göğe kadar haklı. Kendileri de dahil olmak üzere, hangi kulüp pastadan mümkün olan en büyük dilimi kapmayı hedeflemiyor ki?.. Ayrıca rant peşinde koşanlar sadece kulüpler de değil. Federasyon, sponsorlar, reklam şirketleri ve türlü mafya çeteleri de kendi çaplarında pastadan nasiplenmenin mücadelesini veriyorlar!..
Sporu ele geçirmeye çalışanlar, “Daha fazla rant” hedefiyle hareket eden şirketler, çeteler olabilir mi?.. Yoksa, yargıdan polise, eğitimden medyaya kadar ülke çapında yoğun ve yaygın bir örgütlenme faaliyeti içinde bulunan cemaat yapılanmasını mı işaret ediyor Yıldırım?.. Spordaki büyük (giderek daha da büyüyen) rantın, spor alanı dışında faaliyet gösteren sermaye sınıfı temsilcisi pek çok güç odağının da iştahını kabarttığını kim inkar edebilir ki?..  
 

SPOR HANGİ ELLERDE?
Peki spor şu anda kimin elinde?.. Ekonomik ve ideolojik rantı temel alan mevcut spor politikasını kimler belirliyor, bu politika doğrultusunda sportif etkinlikleri kim organize ediyor, karşılıklı çıkar üzerinden yürüyen sportif ilişkilerin odağında kimler yer alıyor, sporu kim yönlendiriyor (kullanıyor), spor üzerinden en yüksek rantı kimler elde ediyor ve de sporu kim milliyetçi, militarist ideolojinin yeniden üretilmesinin aracı yapıyor?..
Hükümetten bakanlığa, federasyondan kulüplere, medyadan sponsor şirketlere kadar sporun bütün unsurları, sporun içeriği ve uygulanış biçimi konusunda görüş ve hedef birliği içinde. Spor politikası iki temel kaygı göz önünde tutularak belirleniyor. Bu hedeflerden birisi, sporu olabildiğince ticarileştirerek devasa bir sömürü alanı haline getirmek; diğeri, spor üzerinden gerçekleştirilen  milliyetçi, militarist propagandayla Türk-İslam sentezi temelli ideolojinin yaygınlaşmasını ve güçlenmesini sağlamak.
Bu açıdan bakıldığında, mafya çeteleri de dahil olmak üzere, para kokusu alan düzenin bütün gerici güç odakları gibi cemaatin de bu alana ilgi duyması ve pay kapma mücadelesine girişmesi hiç de şaşırtıcı gelmiyor. İşin içinde para elde etme ve milliyetçi, dinci ideolojiyi yayma fırsatı varsa, cemaat de olacaktır. Tam istedikleri ortam değil mi bu?..
Spor zaten, profesyonelleşme ve piyasa nesnesi olma sürecinden itibaren sermaye sınıfının temsilcileri tarafından ele geçirilmiş durumda. Onların renklerinin ya da taktıkları maskelerin önemi yok. Önemli olan, “12. Adam” gazıyla kışkırtılan taraftarların olup bitenin farkına varabilecek bilince ulaşması.
Taraftarların, sermaye sınıfı temsilcilerin kendi aralarında verdiği rant savaşına alet olmayıp kendilerine biçilen piyon rolünü reddetmesi ve barış, dostluk, kardeşlik ilkeleri üzerinde yükselen yeni bir spor bilinci, yeni bir spor anlayışı talebiyle harekete geçmesi, muktedirlerin tekerine çomak sokmak anlamında büyük önem taşıyor.
Aziz Yıldırım konuşmasında ayrıca, artık Fenerbahçe olarak yargı kararıyla aklanana dek havuzda yer almayacaklarını söyledi... Yani, her konuşmasında illa ki tehdit unsuru bulunacak. Ama bu kez fena şekilde geri tepti tehdit. Havuzdan çıkmanın öyle sanıldığı gibi kolay olmadığı, ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalınabileceği anlaşılınca kulüp, “Başkanımız öyle demek istememişti” şeklinde açıklamalarla “Çevir kazı yanmasın” tavrından örnekler sergiledi.
Tabii, “Sabrımız sınırsız değildir”  tehdidini de unutmamak gerekiyor. Sabırlarının tükenmesi acaba ne gibi sonuçlar doğurur?.. İnsan merak ediyor.


EY OLİMPİK RUH!..

Olimpiyat Oyunları halen dünyanın en naif, sportif organizasyonu olarak kabul ediliyor. Gerçek sporcu kişiliğinin olmazsa olmazı olan insani değerler, “olimpik ruh” kavramıyla özdeşleştirilmeye ve yansıtılmaya çalışılıyor. Bu düşünce bir yanıyla haklılık payı taşıyor taşımasına ancak öte yandan olimpiyat oyunlarının, kazanılan madalyalar üzerinden tam bir sidik yarışına dönüşen prestij hedefli boyutunu da görmek lazım. Ki, “olimpik ruhun” yanında bu boyutu çok daha ağır basıyor. Diğer bir deyişle insanlar, “olimpik ruh” kavramıyla vücut bulan sportif ve insani değerlerden çok, madalya aracılığıyla boy gösterecek bayraklarını, çalacak milli marşlarını önemsiyor. Sözün özü; rekabetin, başarının kutsandığı zamanın spor anlayışına direnmekte giderek zorlanan “olimpik ruh” kaçınılmaz biçimde örselenirken, milliyetçilik, olimpiyatlarda da sporu mağlup ediyor!..
Tabii bir de, madalya, rekor ve bunun getireceği prestij adına insanın fiziksel, biyolojik, psikolojik potansiyelinin son sınırına kadar zorlanması var.
Ülkeler madalya üzerinden kazanacakları prestij ve tanıtım hesaplarıyla sporcularını küçük yaştan itibaren modern köleler haline getirip yoğun bir çalışma temposuna sokuyorlar. Hayatlarını spora adayan ve başarı koşullanması altında yoğun hazırlık süreci geçiren sporcular yarışma zamanı geldiğinde olimpik ruhu pratiğe yansıtmakta elbette ki zorlanacaklardır.  
İşte bu nedenle, aksi yöndeki tüm söylemlere ve propagandaya rağmen başarının, madalyanın kutsandığı, buna karşılık rakibe saygı ve centilmenlik gibi kavramların giderek unutulduğu spor anlayışı, varlığını -üstelik de günden güne güçlendirerek- sürdürüyor.
İşte bu nedenle, daha olimpiyat oyunları başlamadan doping yaptıkları belirlendiği için yarışmalardan men edilen sporculara tanık oluyoruz...
İşte bu nedenle, madalya uğruna belirlediği strateji doğrultusunda kasıtlı yenilgi alan sporculara tanık oluyoruz...
İşte bu nedenle, twitter mesajları aracılığıyla rakiplerini ırkçı ifadelerle aşağılayan sporculara tanık oluyoruz...
İşte bu nedenle, yeterli performansı ortaya koyamadığı gerekçesiyle sporcusunu tokatlayan antrenörlere tanık oluyoruz...

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et