Damacana su ‘damacana su’ mudur?
Fotoğraf: Envato
Son günlerde ortalık “damacana suların kirli olduğu” haberleriyle çalkanıyor adeta. Sadece haberlerle de kalmıyor, Sağlık Bakanlığı çeşitli kategorilerde firma listeleri yayımlıyor.
Sadece denetlenmiş ve ruhsatlı markalar üstünden çıkan haberler bile insanın en temel ihtiyaç maddesi suyun ne kadar denetimsiz ve kârdan başka güdüsü olmayan firmaların vicdanına emanet edildiğini ortaya koyuyor.
İşin ilginç yanı Bakanlık, “kirli su” sorununu yeni duymuş gibi açıklamalar yapıyor, listeler yayımlıyor. Oysa, “içme suyu sorunu” ülkemizde 90’lardan beri her köşeye bir “su market” açtırılıp (açılıp değil) önlerine vatandaşın elinde bidonlarla kuyruğa sokulduğu günlerden beri, halk sağlığını tehdit eden bir sorun olarak vardır. Ve bugüne kadar da zaman zaman bu konuda şikayetler olmuş, dereden doldurulan tankerlerle getirilen suyun vatandaşa “halis kaynak suyu” olarak satıldığı ihbar edilmiş, bazı üniversitelerde yapılan araştırmaların sonucu olarak içme sularında ve kentlere su verilen barajlarda “ağır metal” ya da “içme suyuna lağım karışması” gibi bulgular açıklanmış, ama yetkililer bunları pek umursamamışlardır. Bugün artık iş iyice ayyuka çıktığı için Sağlık Bakanlığı konuya el atmış görünüyor.
On yıldır bu ülkeyi yöneten ve bugüne kadar yapılan pek çok şikayeti dikkate almayan Sağlık Bakanlığının “Damacana suda kirlilik saptandı!” diye ayağa kalkması karşısında insan, “Hayırdır inşallah!” demekten de kendin alamıyor. Daha doğrusu insanın aklına; ”Bu duyarlılığın arkasında büyük firmaların küçükleri piyasadan temizleme isteği var mıdır?”, “Suda yeni bir oyun başlatılmak isteniyor da buradan vatandaşın ağzı mı kapatılmak isteniyor?” gibi sorular da gelmiyor değil. Çünkü “damacana su” sadece “temiz ya da kirli” bir “damacana su” değil, insanın en yaşamsal ihtiyaç maddesinin kapitalist kâr hırsı tarafından bu en hayati madenin, en yüksek kârı sağlamak için bir damacana içinde piyasaya sürülmesidir!
Bugün elbette; su başta olmak üzere ekmek, et, süt, yoğurt, peynir, yaş sebze vb. gibi başlıca gıda maddelerinin sağlık açısından tam denetimini istemek esastır.
Çünkü hafızamızı biraz yoklarsak sadece su değil et, salam, sucuk, peynir, süt, pasta, ekmek, yaş sebze ve meyveler, konserveler, aklınıza hangi temel gıda gelirse gelsin, bu alanda el atılan her gıda maddesinde büyük bir kirlilik, “gıda kodeksine uygunsuzluk” sorunu olduğu ortaya çıkmıştır. Ama basın ve kamuoyunun dikkati dağılır dağılmaz da denetimler durdurulduğu gibi yapılan kirlilik saptamaları da bir yana bırakılmış, her şey eski haline dönmüştür.
Ortada olan sorun, eşek etini dana eti diye satan mahalle kasabını denetleme sorunu değildir. Tersine bu malları üretenlerin her biri anlı şanlı firmalardır ve bunlar bakanlıktan, yerel yönetimlerden izin alarak bu işleri yapmaktadırlar. Bu yüzden de bunların denetiminin sağlanması; temizlik, dağıtım, fiyat vb. bakımından denetlenmeleri gerekir. Ancak özelleştirme politikası ve piyasa kuralları, bunların denetiminin gerektiği gibi yapılmasını engellemektedir. Buna bir de yandaşların bu çok kârlı ama az teknoloji ve az sermaye isteyen alanlarda “istihdamı” eklendiğinde denetim tamamen kağıt üstünde kalmaya mahkum olmaktadır. Dahası devlet tarafından, önceki yıllarda kamu ihtiyacı olarak kurulan “Hıfzıssıha” ve yerel yönetimlerin ilgili kurumları da sermayenin işini zorlaştırma, patrona ek maliyet getirme, sermaye sahibinin girişimciliğini zayıflatma gibi gerekçelerle tasfiye edilmiştir. Öyle ki denetim bakkalı, kasabı, fırıncıyı,... o da siyasi çıkarların elverdiği ölçüde, denetlemeye indirgenmiştir.
Toplam açısından bakıldığında şu söylenebilir ki; özelleştirme ve piyasalaştırma ile doğrudan bağlantısı görülüp ona göre bir mücadele içinde olmadan ve temel gıda maddelerinin üretim ve dağıtımı halk sağlığını esas alan bir biçimde düzenlemeden, sadece üretileni ya da dağıtılanı denetleyerek bir yere varılamaz.
Çünkü, mekanizma bu şekilde piyasa kurallarını tartışılmaz kabul eden bir doğrultuda işlerse; sudan ekmeğe, etten süte, dondurulmuş gıdadan GDO’lu ürünlerin kullanımına, tarım zehriyle zehirlenmiş yaş sebzeden gıda nakliyesi ve depolamaya kadar temel gıda maddeleri üstündeki sermeye (kâr) tehdidi azalmış olmaz. Tersine giderek bu tehdidin artacağın söylemek daha gerçekçi olur. Arada bir “kirlilik” yaratanları yakalayıp teşhir ederek belki vatandaşın gözü boyanır, ama tehdit azaltılmış olmaz.Çünkü kapitalizm, kâr daha çok kâr söz konusu olduğunda insan hayatın hiçe sayma gözü karalığından vazgeçmeyecektir.
Bu yüzden bugün Bakanlığın su için aldığı önlemler sadece göstermelik kalmaya mahkumdur. Çünkü egemen zihniyet, “herkesin satabildiği malı satabildiği herekse satabileceği en yüksek fiyattan satma” biçimindedir. Bu zihniyete karşı mücadele olmadan hiç bir denetimin insan hayatını sermayenin tehdidinden korumayacağını bilip ona göre mücadele etmek sadece bugün için değil insanlığın geleceğini kurtarmak için de bir zorunluluktur.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00