07 Ağustos 2012 08:59

Önce halklara sonra sağlıkçılara: zorunlu iskan

Önce halklara sonra sağlıkçılara: zorunlu iskan

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Şimdilik rafine hali ile hekimler ve kısmen diğer sağlık emekçileri için buyurdular: Öğlen tatilinde nerede oturulur, ev hangi muhitte tutulmak zorunda, yıllar boyu hangi kent ya da köyde oturmak zaruridir vb... Sağlık Bakanlığı yakın zamanda bir genelge ile sağlık çalışanlarının çalıştıkları kurumlara yarım saat mesafede ikamet etmesini zorunlu kıldı. Önce sormak gerek "savaşı yaygınlaştırmayı mı düşünüyorlar?" 12 Eylül faşizmi buyurmuştu öncesinde: "Sağlık çalışanlarının mesaisi diğer memurlardan bir saat fazla olacak, fazla mesai ücreti ödenmeyecektir"
Onlara "faşist" demeyen kalmadı neredeyse ama izleyen yüzde 10 barajlı seçimlerin  fatihi tüm iktidarlar uygulamaya aynen devam ettiler. Nihayetinde "yetmez ama evet" cümlesi ile anıla gelen son referandum sonrası Sağlık Bakanlığı açıklamıştı: "12 Eylül artığı ayrımcılığa sonverdik, artık sağlık çalışanlarının günlük mesaisi diğer memurlar gibi 8 saat olacak."
Sağlıkçılar referandum sonrası daha birkaç gün 8 saat mesai yapmışlardı ki Sağlık Bakanlığı devreye girdi: "İlaveten öğlen 1 saatlik yemek tatilinde hastanede kalmak zaruridir"Sonrasında eklemişti: "Sağlık çalışanlarının öğlen tatilinde onların dinlenebileceği alanlar tahsis ettik"; peki inandınız mı? 12 Eylül uygulamasına 'faşizan' denmişti; peki buna ne diyeceğiz? Sağlıkçılar çalışma saatleri dışındaki öğlen tatilinde hastaneye kapatılmayı kabullenince sıra geldi diğer bir kapatılmaya: "Evleriniz 30 dakika mesafede olmak zorundadır."
Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim üzere uygulama bununla sınırlı değil elbet. İsterse özel tıp fakültesinden mezun olsunlar tüm hekimler iki yıl devletin emrettiği köy ya da kentte çalışmazlarsa yaşam boyu ülkede hekimlik yapmaları özel sektör dahil yasaktır. Üstelik bu zorunlu iskan hali uzmanlık ve yan dal ihtisasları sonrası ikişer yıl daha olmak zorunda.
Tüm bunları neden mi anlattım? Kürtlere, Alevilere, Romanlara yönelik
linç girişimleri yaygınlaşıyor. Sistematik ve yer yer organize şiddeti uygulayanlara genelde dokunulmazken; resmi görevliler mağdurları çoğu zaman fiilen yerlerinden ediyorlar. İnsanların kimi alanlarda yaşamalarının yasaklanması ile zorunlu kılınan bölgelerde yaşamalarını dayatmak aynı tarihsel ve psikolojik kodlara sahiptir. Ne yazık ki Ermenilerle başlayan süreç Rumlar için mübadele, Yahudiler için 1934 Trakya sürgünü, tüm gayrımüslümler için 6-7 Eylül, Kürtler için yakılmış köyler, zorunlu göç, zorunlu iskan ile karşımıza çıkıyor.
Diyeceğim odur ki sağlık iş kolunda antidemokratik uygulamalar halklara reva görülen ile aynı paralelde devam ediyor. Özellikle de devletin sağlıkçılara dayattığı 'zorunlu iskan' halleri bu cüreti halkların zorunlu iskan, tehcir ve sürgün deneyiminden almakta. Eğer hayatın tüm alanlarından faşizan yerinden edilme ve nerede yaşanılacağı hükmüne boyun eğme ruh haline müdahale edemezsek; gün geldiğinde halklara yapılacak zulmün bir parçası oluruz. Bu nedenle başta TTB ve SES olmak üzere kurumların yasal ve toplumsal itirazı daha da yükseltmeleri gerekir diye düşünüyorum. Yine unutmamak gerekir ki 4+4+4 uygulaması da özellikle 5 yaş çocuklarının bir boyutu ile zorunlu iskanıdır.

EĞİTİM Mİ ZORUNLU KAPATILMA MI: 4+4+4
4+4+4 uygulamasına ailelerin gösterdikleri tepkilerin çözüm yeri hastaneler değil eğitim kurumları olmalı; değil mi? Hatırlarsanız yakın zamana kadar tüm sınav öncesi çocuklar 'sahte rapor' almak için sağlık kurumlarına yönlendirilirdi Milli Eğitim kurumlarınca. Şimdi de benzer durum 4+4+4 için fısıldanıyor velilerin kulaklarına.
4+4+4 uygulamasıyla 66 ayı doldurmuş çocuklarımızın ilköğretime başlamasının gündeme gelmesi, ailelerin buna karşı çıkmaları ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın konuya çözüm bulmak yerine aileleri çocuk psikiyatristlerine yönlendirmesi üzerine TTB, Eğitim-Sen ile Çocuk ve Genç Psiyatrisi Derneği hafta içinde ortak basın açıklaması düzenledi. "Gelişim dönemi açısından henüz oyun çağında bulunan 66 aylık çocuğun okul öncesi eğitim almadan ilkokul disiplinine girmesi, onun ruhsal, duygusal ve bilişsel gelişimini sekteye uğratarak yıllarca sürecek olan akademik hayatı açısından olumsuz sonuçlar doğuracaktır" tespiti için aslında uzman olmaya gerek yok. Anne ve babalar genelde bunun
farkında; ama bir de farkedilmeyenler var. Basın açıklaması tüm bunlara ışık tutuyor: "5 yaş çocuğu (60-71 aylar arası) zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik olarak ilkokula henüz hazır değildir. Çocuğun okul eğitimine katılabilmesi için gerekli sosyal, duygusal, bilişsel, dil ve motor becerilerinin gelişimi 6 yaştan(72 ay) önce tamamlanmaz. Bu bilimsel ortalama dışında kalan çok az çocuk vardır" denmekte. Yine çocukların bu gelişimleri tamamlanmadan ilkokul 1. sınıfa başlamaları şüphesiz ruh sağlıklarını pek çok yönden olumsuz olarak etkileyecektir. Kurumlar bu konuda şunları hatırlatıyorlar: "

-Küçük yaşta okula başlayanlarda  ayrılık kaygısı rahatsızlığı görülme  riski, altı yaşında ilkokula başlayan çocuklara göre daha fazladır. Özellikle bu çocuklar okul öncesi eğitim almadılarsa risk daha da artmaktadır.
-Dürtü kontrolü 5 yaşındaki bir çocukta tam gelişmediğinden davranışlarının kontrolünü sağlamakta zorlanacak, sınıfta sırasında bekleyemeyecek ve ilkokulda uyması gereken kurallara uymakta güçlükler
yaşayabilecektir.
-Beş yaşından önce el-göz koordinasyonunun, ince motor becerilerin, işlemsel düşüncenin tam gelişmemiş olması, soyut düşüncenin yetersizliği ve dikkati sürdürmedeki güçlükler nedeniyle bu yaştaki
çocuklar öğrenme becerilerinde zorlanacaklardır. Bu yaştaki çocukların okulda belli seviyede başarı elde etmekte zorlanmaları gelişimsel açıdan normal olmasına karşın okul programları kapsamında beklenen
kazanımları karşılamamaları nedeniyle, başarısızlık olarak yorumlanacak ve gereksiz olarak 'zeka geriliği', 'öğrenme güçlüğü' veya 'dikkat eksikliği' olduğu gibi tanımlara maruz kalacaktır.
*Ayrıca bu çocukların 6 yaş grubu (72-83 aylar) ile aynı sınıflarda eğitime alınacağı açıklanmıştır. Bu da ayrı bir sakınca getirmektedir. Bu demektir ki aynı sınıfta aralarında yaklaşık 2 yıl fark olabilen çocuklar olacaktır. Bu durumda gelişimsel özellikler açısından 72-83 aylık çocuklar  doğal olarak 60-66 ay arasındakilere göre çok önde olacak, onlardan daha hızlı öğrenecek, beklenenleri daha kolay yerine
getirecektir. 60-66 aydakiler de bu durumda zorunlu olarak sınıfın daha  başarısız ve geriden gelen grubunu oluşturacaklardır, yani bu grup daha okula başlarken başarısızlık duygusuna mahkum edilecek ve bu duygu onlarla eğitim yaşamları boyunca gidecektir. Erken dönemde kazanılan başarısızlık duygusunun çocukların daha sonraları da kendilerine güven duymalarını engellediği bilimsel olarak
gösterilmiştir.  Dolayısıyla eğitime başlama yaşını aşağıya indirmenin önemli bir sonucu kendini başarısız görerek büyüyen ve dolayısıyla kendine güvensiz ve başarılı olabileceğine inancı kalmamış nesiller yetiştirmek olacaktır." Yine "okulların maddi koşulları, sıraları, tuvaletleri, tahtaları bu
denli küçük çocuklar için hazır değildir.
*Bu duyurular ve düzenlemeler çocuğunun durumu hakkında kaygılanan pek çok ailenin, çocuğunu okula bu yıl başlatmamak için doktor kapılarına dayanmasına yol açmıştır. Plansız, programsız, bilimi ve
tarafların itirazlarını dikkate almadan dayatılan uygulamalar nedeniyle hekimler zor duruma sokulmakta, hatta ailelerle karşı karşıya bırakılmaktadır. Sayısı 600.000'i bulduğu belirtilen bu çocukların çocuk psikiyatrisi veya çocuk nörolojisi kliniklerinde değerlendirilmesinin ne demek olduğunun Milli Eğitim Bakanlığı'nca yeterince düşünülmemiş olduğu kanısındayız."
Bizler adına kurumların uyarıları umarım sonuç verir.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa