Suriye “savaşı”nın kapsama alanı!
Suriye’deki “iç savaş”, bugünkü biçimi ve kapsamıyla dahi, uluslararası bölgesel bir savaş olarak nitelenebilecek türdendir. Okyanus ötesi, emperyalizmin büyük jandarması başta olmak üzere, İngiltere, Fransa, Almanya’dan İsrail’e; Türkiye’den Rusya ve Çin‘e bölgesel ya da uluslararası alanda güç mücadelesi içindeki her devlet, çeşitli yöntemlerle gelişmelerin içinde yer almış durumdadır. İran, Rusya ve Çin’in, Suriye’nin mevcut yönetiminden “yana” görünümlü politikalarının temelinde de, kuşkusuz kendi çıkarları bulunmaktadır. Kaldı ki, bu yana olma, karşı ve saldırgan politikalar denli aktif de değildir.
Suriye’ye, henüz dış askeri çıkarma yapılmış değildir. Ancak, bu durum sadece müdahale biçimiyle ilişkilidir. Türkiye, S. Arabistan, Katar gibi ülkelerin Esad karşıtı silahlı güçleri eğitip örgütledikleri, mali yönden ve cephane sağlayarak destekledikleri yönündeki haberler, artık günlük basında rutin olaylar arasında verilmeye başlandı. Obama’nın CIA’yı, “Esad’ın düşürülmesi için savaşanlara yardım” ile görevlendirdiği; İngiliz başbakanı ve bakanlarının desteklerinin biçimi değiştirip kapsamını genişletecekleri yönündeki açıklamalar, müdahalenin diplomatik ve siyasi baskıyla sınırlı kalmayıp, iş birlikçilerin dolaysızca desteklenmesi yoluyla askeri biçimleri de içerdiğini gösteriyor.
Günümüz dünyasında, dış müdahalelerin asker göndererek yapılması artık kesin bir zorunluluk göstermeyebiliyor. İktisadi- siyasal ambargolarla herhangi “küçük” ya da daha zayıf görülen bir ülkenin kafese alınması ve içerdeki işbirlikçilerin silah, cephane, istihbarat vb. yönden desteklenmesiyle de bu politika uygulanabilmektedir. Hedefe konan bir ülkenin ya da yönetiminin dize getirilmesi için, içeride iş birlikçileri örgütleyip silahlandırarak bir karşı hareketle ipi ele geçirme emperyalist politikası, bu haliyle üstelik daha az tepki çekmekte; hatta demokratik olarak bile nitelenebilmektedir. Irak’ta ve Libya’da, dış askeri müdahale öncesinde, saldırı için zemin hazırlamak üzere uygulanan bu yöntem, şimdi Suriye’de pratiğe geçirilmektedir. Suriye’deki gelişmelerin, bölgesel ve uluslararası çatışmalara genişleme potansiyeline sahip olmasının birinci etkenidir bu durum.
Pazarlara ve hammadde kaynaklarına hakimiyet için birbirleriyle rekabet içindeki emperyalist büyük güçler, Suriye’de yaşananları, bölge ve dünya stratejilerinin uygulanmasına sağlayacağı olanaklar yönünden irdeleyip, buna göre politika belirlemektedirler. Suriye ve bölgenin daha fazla kaosa sürüklenmesi, emperyalist stratejilerin uygulanabilmesizi koşullarının daha fazla olgunlaşması anlamına gelmektedir. Emperyalizm, çünkü istikrar değil, istikrarsızlık, barış değil savaş; refah ve mutluluğun paylaşılması değil, sefalet ve yoksulluğa büyük kitlelerin sürüklenmesi sistemidir. Kapitalist emperyalizm için şu ya da bu ülkenin varlığı ve önemi, pazar ve etki mücadelesinde, kendisine ne denli olanak sağladığı üzerinden belirlenir. Bu bakımdan, denebilir ki, Suriye’deki yönetimin yıkılmasının salt bir yönetim değişikliği olmayıp, bölgesel düzeyde, çok çeşitli sonuçlarının olası olduğunu, emperyalist ve işbirlikçi şefler, isabetle biliyorlardır.
Suriye’deki “iç savaş”ın bölgesel ve uluslararası bir çatışmaya ve daha kapsamlı bölgesel değişikliklere “gebe olması”nın bir diğer en önemli etkeni, bölge ulusları ve devletlerinin hemen tümünü içine alabilecek ulusal etnik; dinsel-mezhepsel çatışmaların fitilini yakmış olmasıdır. Bunun en önemli faili yine dış güçler ile onların kuklalarıdır. CIA-MOSSAD’ın Türk ve Suudi istihbaratı ile birlikte kamplarında cirit attığı ve örgütlediği “Özgür Suriye Ordusu” çeteleriyle El Kaide ve Müslüman Kardeşler gibi örgütlerin Sünni-Şeriatçı saldırılarının, mezhep çatışmalarını kışkırttığı çok açıktır. Türk Başbakan Erdoğan’ın, bir yandan Suriye Kürtlerinin iç kargaşadan yararlanarak “Özerklik ilan etmeleri”ni, “Türkiye’nin içine yönelik tehdit” algılaması üzerinden, Kürtlere karşı saldırgan politikanın dozajını yükseltmesi, diğer yandan Alevilere, Sünniliği dayatan politikaları yoğunlaştırmakla kalmayıp, Cemevlerini “Ucube” diye alaya alması ve Alevi mezhebiyle Esad’ın Nusayrı “kimliği” arasında kurduğu yakınlık üzerinden yönelttiği aşağılayıcı saldırganlık ile, Alevi-Sünni çatışmasına davetiye çıkarmaktan kaçınmamıştır. Bu politikasını eleştirenleri de Erdoğan, “Esed’in safında olmak”(!)la suçlayarak bastırmaya çalışmaktadır. Bu politika, örtü kabul etmez bir fırtınanın halkları birbirine kırdıracak şekilde esmesine hizmet ediyor. Suriye, İran, Türkiye, Lübnan, Irak ve diğer bölge halkları, böylesi bir gelişme durumunda büyük acılar yaşayacak, bugüne dek bir biçimde; ve çatışmalara karşın henüz tüm bölgede halkların içine çekilemediği “din-mezhep savaşları”nın, ya da o görünüm altındaki toprak ve pazar savaşlarının yaşanmasına çekilmiş olacaklardır. Bu durum, Türk gericiliği üzerinden ve onun aracıyla İran’ı vurmayı planlayanların politikalarına uygulanma olanağı sağlasa bile, bölgenin en önemli toplumsal gerçekleri ve kültürel bileşiminin çelişkili-çatışmalı durumu, tüm bölge ülkeleri halklarının darbe yemesine neden olacaktır. Kürt sorunuyla Filistin Arap sorunu gibi ulus sorunlarının; Türkiye ve İran hakim sınıflarının bölgesel etki çekişmesinin; İsrail’in bölgede Amerikan ve Batılı emperyalistlerin nükleer vurucu gücü olarak devrede olmasının; Suriye’nin Lübnan, Ürdün ve Filistin bağlantılı sorunlardaki “kilit konumu”nun çatışma sahasında bulunuyor oluşu, petrol bölgesini tutuşturacak bir alevin kimi-kimleri; hangi güçleri yakacağı belli olmaz!
Buna karşın, bugün tüm halkların yararı, Suriye’de, emperyalistler ve Türkiye hükümeti gibi güçler aracıyla yürürlüğe konan, ve kuşkusuz potansiyel en önemli etkeni ve nedeninin bizzat bu ülkenin kendi toprağında yattığı güncel çatışmaların, böylesine büyük ve bölgesel düzeyde daha kapsamlı çatışmalara-savaşlara genişlememesindedir. Bunu, ancak en duyarlı ve felaketin farkında olan kesimleri başta olmak üzere tüm bölge ülkeleri halklarının dayanışma içinde yükseltecekleri savaş karşıtı mücadele sağlayabilir. Her halk kuşkusuz kendi ülkesinden başlayarak bu mücadeleyi örgütlemek durumundadır. Emperyalizmin taşeronlarını durduracak olan da, ancak bu türden kitlesel bir mücadele olabilir.
EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp
Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

Türk Telekom işçisi yoksulluğa mahkum değil

TOKİ’nin kentsel dönüşüm projesine mahalleli tepkili

Yunanistan'da genel grev hükümeti sarstı

Evrensel'i Takip Et