11 Ağustos 2012 08:22

Kadınlık değil, insanlık ölüyor!

Kadınlık değil, insanlık ölüyor!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cinsiyetçilik, olimpiyat oyunları aracılığıyla bir kez daha gündemde. Toplumsal hayatı temel olarak erkeğin ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda şekillendiren egemen kültür, dayattığı ve içselleştirdiği değerlerle diğer cinslere tepeden bakmayı sürdürüyor.
Kimileri, olimpiyat oyunlarında mücadele eden kadın sporcuların dış görünüşünü, kafalarına kazıdıkları “kadın prototipinden” çok farklı görmüş olacak ki, “Böyle kadın mı olur” sızlanmaları eşliğinde hayal kırıklıklarını dışa vuruyor. Hayallerindeki kadın sporcuları tahmin etmek zor değil. Tabii ya, kadın dediğin, “sultan” ya da “peri” nitelemesini hak edecek kadar “çekici” bir dış görünüme sahip olmalı. Madalya uğruna aşırı kaslanarak erkeğe benzemenin ne anlamı var?..  
Mesela Sabah gazetesinin, kadının bedensel güzelliğine duyarlı(!) yazarlarından Yüksel Aytuğ, kadınlığın olimpiyatlarda öldüğü yolundaki endişesini(!) köşesine taşıdı. Belli ki erkek olarak kendisini üstün cins kabul edip, kadınların kararına, tercihine saygı duymamayı ve onlara dayatmada bulunmayı doğal bir hak gibi görüyor. Peki o zaman kadınlar da aynı şeyi yapsın ve “Yüksel Aytuğ gibiler erkekliği öldürüyor” şiarıyla isyan edip ondan, Michael Phelps, Kobe Bryant ya da Usain Bolt gibi atletik bir vücuda sahip olmasını talep etsinler!..
Erkeklerin, dış görünüş üzerinden diğer cinslere dayatmada bulunmasının sonu yok görüldüğü gibi...
Bu tarz yazıları görünce, kadınlığın değil, insanlığın öldüğünü anlıyoruz...
Beyinleri, egemen kültürün dayattığı kodlarla donanmış erkekler, toplumsal hayatın diğer alanlarında olduğu gibi spor alanında da kadınların kararlarına, tercihlerine müdahalede bulunma hakkına sahip olduklarına inanıyorlar. Kadınların spor branşı tercihinde “özgür” olduğunu unutuyorlar. Bir insanın istediği sporu yapmasının, temel bir hak olduğunu unuttukları gibi. Hani neredeyse, kadınların yapabilecekleri sporlarla ilgili bir liste hazırlayıp olimpiyat komitesine verecekler. Narin varlıklar olarak gördükleri kadınları, halter, güreş, boks, futbol gibi aşırı güç gerektiren branşlarla bağdaştıramıyor, üstün(!) ve ayrıcalıklı(!) cins olmanın özgüveniyle ahkam kesiyorlar. Kaslı bir kadın ne de olsa erkeğin ihtiyaçlarına ve taleplerine uygun düşmez!..
Kadını, erkeğin tamamlayıcısı bir cins olarak gören bu hastalıklı bakış açısından, özgürlüklere, haklara, eğilimlere, tercihlere saygı göstermesini beklemek, aşırı iyimserlik olur zaten...

BLATTER’IN PARLAK ÖNERİSİ!

Geçtiğimiz yıl, cinsiyetçi erkek bakışının bir başka örneğine de FIFA Başkanı Sepp Blatter imza atmıştı. Blatter, kadın futbolunun daha çok ilgi toplaması ve popüler olması için sporcuların tayt ve kısa şort gibi daha kadınsı kıyafetler giymesi önerisinde bulunmuştu.
Tabii burada kastedilen; spora, yapma anlamında değil, seyretme anlamında gösterilen ilgi. Futbol oynamak isteyen kadın her zaman vardır, önemli olan futbol oynayan kadınları izleyecek seyirci bulmaktır!.. Yoğun seyirci ilgisi olsun ki, sponsorlar devreye girsin ve bu branşı da üzerinden “sağlam” rant elde edecekleri ticari alana dönüştürebilsinler. Sporun egemenleri için ilgi, rant anlamına geliyor...
Erkek futbolcuların kıyafetleri tasarlanırken rahatlık kaygısı temel alınıyor. Kadın futbolcuların kıyafeti söz konusu olduğunda ise bambaşka kaygılar devreye girebiliyor... Eee, her şey erkeğin rahatı, keyfi ve zevki için değil mi ne de olsa?..
Neyse ki Blatter, naylon çorap, jartiyer ve tangadan oluşan çok daha “kadınsı” bir kıyafet önermemiş... Şimdilik tabii... Kadın futboluna gösterilen ilgi, beklenenin altında kalmaya devam ederse (Artık hangi yoğunlukta bir ilgi bekleniyorsa), yakında böyle de bir öneri duyabilir ve buna hiç şaşırmayız...

KÜFÜRLE MÜCADELE!..

Cinsiyet ırkçılığı ülkemizde küfrün yanı sıra çeşitli uygulamalar(!) üzerinden de boy gösteriyor. Söz gelimi, Futbol Federasyonu eş cinsel olduğunu açıklayan bir hakemin, hakemlik yapmasına izin vermiyor ve böylece eş cinselliğin dışlanmasına, aşağılanmasına ve hastalık olarak algılanmasına kapı açıyor. Ülke sporunun ipleri işte böyle cinsiyetçi kafaların elinde.
Duyarlı taraftar gruplarının konuya gösterdikleri ilgi umut verici. Ancak bu alanda bir gelişme sağlayabilmek ve eş cinselliğin, erkeklik, kadınlık kadar doğal bir cinsel eğilim olduğu algısı oluşturabilmek için kuru basın açıklamalarının ötesinde, çok daha ses getirici eylemlere ve bilinçlendirici faaliyetlere ihtiyaç duyulduğu da bir gerçek.
Tabii konu cinsiyetçilikten açılınca, cinsiyetçi küfürlere de değinmek şart. Tribünlerde edilen küfürler aracılığıyla cinsiyetçilik sürekli olarak yeniden üretilirken kimileri küfrü bir deşarj ve rahatlama unsuru olarak gösterip olağanlaştırmaya ve meşrulaştırmaya çalışıyor. İşin tuhafı taraftar olarak sadece kadınların ve çocukların bulunduğu karşılaşmalarda da aynı cinsiyetçi küfürleri duyuyoruz.
Neyse ki federasyon en azından bu konuda bir adım attı. Yeni sezonda sadece kadın ve çocukların izlediği maçlarda 2 kez çirkin ve kötü tezahürat yapılırsa, ilgili takımın sonraki tüm seyircisiz oynama cezalarında karşılaşmalara seyirci alınmayacak. Tabii federasyonun derdi, cinsiyetçiliğin küfürler aracılığıyla sergilenmesinin ya da yeniden üretilmesinin verdiği rahatsızlık değil. Onlar olup bitene salt, kötü ve çirkin tezahürat olgusu üzerinden bakıyorlar.
Pek çok kültürel ve ideolojik aygıtla beslenen cinsiyetçiliğin kökünü yasakla, cezayla kazımak elbette mümkün değil. Küfürle mücadele etmenin en etkili yolu, cinsiyetçilikle mücadele etmektir. Federasyon bunu anlamalı ve cinslere yönelik mevcut ilkel bakış açısını insanlık ve nefret suçu olarak kabul edip mahkum eden bir kültürel aşamayı gerçekleştirmenin yollarını, yöntemlerini devreye sokmalıdır. Küfürle mücadelede samimiyet, bunu gerektirir.


AVRUPA HEDEFİ ZOR

Şampiyonlar Ligi’nde ön eleme kuraları çekilip de Fenerbahçe, Romanya’nın Vaslui takımıyla eşleşince, başta medya olmak üzere herkes pek bir sevinmiş ve mutlu olmuştu. Bu, adı hiç duyulmamış takım mı Fenerbahçe’ye rakip olacaktı?.. Tur, çantada keklikti... Daha şimdiden bir sonraki tur düşünülebilirdi. Ancak İstanbul’daki maç 1-1 bitince işin hiç de sanıldığı kadar kolay olmadığı anlaşıldı. Bu kez herkes, Fenerbahçe’nin kadrosundaki eksikliklerden ve yeni transferlerin zorunluluğundan dem vurmaya başlamıştı. Medyada bu yönde yapılan yorumların etkisi ve taraftarların da baskısıyla Fenerbahçe, Krasic ve Yobo’yu transfer etti. Gerçi iki oyuncunun da Vaslui ile oynanacak rövanş maçında forma giyme şansı yoktu ama giderek yükselen eleştirilerin önünü almak gerekiyordu. Transfer de bunun en etkili yoluydu.
Rövanş maçında pek parlak bir oyun ortaya koymasa da rakibini 4-1 gibi net bir skorla yenen sarı-lacivertli ekip bir üst tura yükseldi. Vaslui karşısında alınan farklı galibiyet medyayı bir kez daha gaza getirdi. “Sen Fener’i ne zannettin” gibi başlıklarla bu büyük zaferi(!) taçlandırdılar..
Bir üst turdaki olası rakipleri irdeleyen medya, bu takımların hepsinin tam da Fenerbahçe’nin dişine göre olduğundan söz etmeye başladı bu kez.
Fenerbahçe, Spartak Moskova ile eşleşince de, yine meydan okuyan ve rakibi küçümseyen söylemler sardı ortalığı.
Biz böyleyiz. Rakibe saygı duymayız, rakibi küçümseriz. Ardından hayal kırıklığı yaşayınca da, kime, ne tür eleştirilerde bulunacağımızı bilemeyiz.
Her şey bir yana, yaptıkları onca transfere karşın, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin şu ana kadar ortaya koyduğu futbolun, Avrupa ile ilgili hedeflerini gerçekleştirmeleri anlamında umut verdiği söylenemez. Takım oyununa değil, oyuncuların bireysel performansına bel bağlayan anlayışla Avrupa’da ne kadar yol alınabilir ki?.. Şimdiki görüntü, bu iki takımın Avrupa macerasının pek uzun sürmeyeceği ve yeni sezonda da Süper Lig’de şampiyonluk mücadelesi vermekle yetinecekleri yönünde...

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa