Yaşama Sarılmak
Bilgisayarın başına oturduğumda takvimler 12 Ağustos Pazar gününü gösteriyordu. Yağmurlu insanın içini karartan bir hava var İstanbul’da. Kısa bir tatilden yeni dönmüşüm. Yazmak için kendimde yeterli pozitif enerjiyi bulamıyorum. Kafam da hava gibi. Bir açıyor bir kapıyor. Yazmasam hem gazeteye hem Can Baba’ya ayıp. Çünkü 12 Ağustos Can Yücel’in ölüm yıldönümü. Onunla ilgili bir şeyler yazmaya zorunlu duyumsuyorum kendimi. Bu yıl Datça’da mezarı başında tören yapılmayacak Koca Şaire. Can Evi de ziyarete açılmayacak. Sessiz bir anma Can Baba için. Milliyetin haberine göre, Şairin ailesi bu tutumlarına, yontu sanatçısı Mehmet Aksoy’un yaptığı Can Yücel mezar anıtına geçen yıl Datça’da gerçekleştirilen saldırı faillerinin aradan geçen bir yıla rağmen bulun(a)mamasını gerekçe gösteriyor. Şairin kızlarından ressam Su Yücel de “Can Evini açarak her şeyin yolunda olduğu şeklinde bir izlenim yaratmak istemediklerini söylemiş. Kanımca iyi de etmiş. Türkiye’de özellikle de son genel seçimlerden bu yana iktidarın ve kendilerini milliyetçi muhafazakar diye tanımlayan çevrelerin belli ki yazı ile çizi ile sanatla, düşünceyi ifade etme özgürlüğü ile sorunları var. Bir tek satırını bile okumadıkları yazarları, şairleri tu kaka etmekte üzerlerine yok. Hassas milliyetçi ruhları (!) aniden inciniverdiğinden kendileri gibi düşünmeyen sanatçılara, yazarlara, bilim insanlarına saldırmak, medyada topluma hedef göstermek bu güruhun en önemli marifetlerinden. Mezarlara saldırmaları yeni de değil. Daha önce de Ruhi Su’nun mezarı saldırıya uğramış, çeşitli kentlerde bir çok yontucunun yapıtı kırılmış, yok edilmişti. Her defasında da saldırganlar kayıplara karışmayı becermişti ne hikmetse. Nasıl bir dönemden geçiyoruz diye soruyorum kendime. Halkları, inançları birbirine düşürmeye çalışıyor birileri. Ülke üzerinde koyulaştıkça koyulaşıyor korku iklimi. Toplum sessiz, suskun. Eleştiriye tahammülsüz bir Başbakanımız var. Ama aynı Başbakan sanatçıları, yazarları, çizerleri ille de gazetecileri en sert üslupla eleştirmekten kaçınmıyor. Yetmiyor kurumlarına, patronlarına şikayet ediyor. İçişleri Bakanı da hızını alamıyor yazar ve çizerlerin ürettikleri eserlerin, kitapların teröre destek olduğunu iddia edebiliyor. Yahu bu nasıl bir demokrasi. Cezaevleri gazetecilerle, aydınları, bilim insanları ile dolu. Böyle bir ortamda özgür düşünce, çağdaş sanat ve yazın dünyası yaratıcı ve üretici bir alan bulabilir mi? Tiyatrosunu, balesini, operasını yok sayan, sinemasını, kitabını sansürleyen, bilim kurumları yenine cami ve medrese inşa eden bir siyasi düşüncenin temsilcilerinden de çağdaş dünyaya uyum sağlamasını beklemek ise salt abesle iştigalden öteye gitmez.
Elimde Can Yücel’in ‘Alavara!’ kitabı var. Doğan Kitaptan çıkmış. Kapak resimleri ve içindeki nefis desenler Su Yücel’in. Canın şiir anlayışına değgin dizeler çoğunlukta.
Can Yücel özgür düşüncesi ve özgün yaşam görüşleri yüzünden devletin acımasız sillesini yiyen sanatçılardan. Ne cezaevi ne de devlet baskıları yıldırdı Can Yücel’i. Ölülmüne dek öfkem dediği şiirlerini halkıyla paylaştı. Tutumundan ödün vermedi hiç. Yarınlara kalacak ölümsüz dizelere imza etti. Özgün çeviri diliyle toplumun bilgi dağarına katkı yaptı. Cesareti ve bilgeliği ile hep gençlerin yanında oldu. Onlara aykırı düşünmenin erdemini, miras bıraktı. “Özgeçmişim” başlıklı kısa şiire ömrünü sığdırmış gibidir:
Ben ömrümce muhalif yaşadım
Devletçe de menfi bir TİP sayıldım
Onun için kan grubum
RH NEGATİF
Kısacık “Boş Heves” şiirinde de hem yazı düşmanlığına hem yeni Osmanlıcılık dayatmasına bir gönderme var.
Yazı tura oynayayım istedim
Kursağımda kalan çil kuruşla
Ama ne yazar bu memlekette yazı
Dağ- taş tuğra
Can Yücel bir doğa tutkunuydu. Yüreği tüm canlılara karşı sevgiyle doluydu. Yaşama sımsıkı sarılması da aşk dolu kocaman yüreğinden olsa gerek. Anısı önünde saygıyla eğilirken “Doktor” şiiri ile yazıyı sonlayalım:
Çaresiz dertlere düştüm
Yok mu bunun çaresi ?
Var.
Yaşamayı ölecek kadar sevmek!
Evrensel'i Takip Et