Ülkenin getirildiği yer burası!
Fotoğraf: Envato
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün kaçırılması basın ve siyaset dünyasında “yeni” tartışmalara yol açtı. Aslında tartışmanın “yeni” tarafı yok. Herkes eski söylediğini bir de bu vesileyle yeniden söylüyor ama bir yandan da tavırlar ve tutumlar daha anlaşılır hale geliyor.
Kuşkusuz ki, gerekçesi ne olursa olsun, bir milletvekilinin kaçırılmış olmasının mazur görülecek hiçbir tarafı yoktur. Nitekim bu konuda kamuoyunda ve siyasi partiler arasında, söylem düzeyinde de olsa, tam bir görüş birliği var. Az çok olup bitenleri izleyen art niyetsiz herkes, Aygün’ün bir an önce, sağ salim serbest bırakılmasını istiyor.
Özellikle de ülkeyi 10 yıldır yöneten AKP Hükümeti, basını ve AKP sözcüleri, “kaçırma olayını” açıklarken “teröristlerin amacı” ve “terörün geldiği yer”e vurgu yapıp, “teröre karşı mücadele” adı altında Kürt siyasi güçlerine karşı izlediği, sivil siyasetçilerden yerel yöneticilere, sendikacılardan avukatlara, gazetecilere,... binlerce tutuklu, yüzlerce canın yok edilmesi ve sayısız askeri operasyonla biçimlenen politikalarına haklılık kazandırmaya çalışıyor.
Oysa gerçek tam tersidir. AKP Hükümeti, 10 yıllık iktidarından sonra ülkeyi milletvekillerinin bile seçim bölgesinde özgürce dolaşamayacağı bir ülke haline getirmiştir. Bu gözden kaçırılmaması, üstünün örtülmemesi gereken en önemli şeydir.
Ülkenin böyle bir siyasi ortama gelmesi elbette bir anda olmamıştır.
Şu açık ki, bir ülkenin az çok huzur içinde olmasının şartı, ülkedeki etnik, dinsel, mezhepsel, sınıfsal farklılıkların yumuşatılması, özgürlüklerin, demokrasinin geliştirilmesiyle, en azından bu başlıca alanlardaki çatışmaların yakın gelecekte çözüleceği umudunun toplumda yaygınlaşmasıyla olanaklıdır. Oysa AKP Hükümeti uzunca bir zamandan beri kendi dışındaki etnik, dinsel, mezhepsel, sınıfsal, hatta kendi dışındaki siyasi odakları devlet gücünü (emniyet, özel yetkili mahkemeler vb. de dahil) de kullanarak sindirmek isteyen bir yolda yürümektedir. Daha dün Başbakan, bir gazetecinin (Cüneyt Özdemir) Dışişleri Bakanının Myammar’a gitmesini masumane bir üslupla eleştirdi diye, gazetesinden kovulması çağrısını yapmıştır. Ve bu gazete (Radikal) henüz Özdemir’in işine son vermedi; ama aynı gazetenin en önemli yazarı Yıldırım Türker’in yazısı yayın yönetmeni tarafından yayımlanmadı ve Türker kuruluşundan beri yazdığı Radikal’den istifa etti. Türker’in yayımlanmayan yazısı dün Evrensel’de yayımlandı.
“Radikal’deki bu kıyımı Eyüp Can yapmıştır. Bunu hükümetin basın özgürlüğünü ve ülkeyi getirdiği yerden bağımsız görmeliyiz” diyebilir miyiz? Çünkü hükümetin oluşturduğu özgürlüksüzlük iklimi ve basın özgürlüğü konusundaki tutumu, bugüne kadar da pek çok köşe yazarını işinden ettiği gibi yüz dolayında gazeteciyi de cezaevine attırmıştır. Dahası sekiz milletvekili cezaevinde ve hükümetle başbakan bundan da hiç rahatsızlık duymadıkları gibi tersine bundan hoşnut olduklarını da hiç saklamamaktadırlar.
Suriye’de olanlardan, Irak’la, İran’la ilişkilerde gelinen yerden hiç söz bile etmiyoruz.
Kürt sorunu, Alevi sorunu, siyasi alanda aşırı gerilim, “muhafazakarlığın” desteklenmesi adına toplumun geniş kesimlerini sindirme girişimlerinin oluşturduğu iklim ülkedeki siyasi olayların oluş biçimini, özgürlüklerin sınırlarını ve siyasi odakların tutumlarının şekillenmesini doğrudan etkilemektedir.
Dolayısıyla CHP Milletvekili Hüseyin Aygün’ün kaçırılmasından, kaçıranların siyasi amaçlarından da bağımız olarak, böyle bir politik ortamı oluşturan iktidar, manevi-siyasi bakımdan sorumludur. Bu sorumluluğu unutarak, sadece “kaçırma” üstünde konuşmak, “PKK strateji mi değiştirdi?” tartışmaları açmak, olayı sadece kaçıranların fiillerini ve niyetlerini suçlamak için kullanmak, gerçeğin sadece küçük bir bölümü üstünde fırtına koparmak olur.
Demek ki olay, iktidarın ülkeyi getirdiği özgürlük, demokrasi, insan haklarının geçerliliği gibi kriterler bakımından getirdiği yerden bağımsız bir kaçırma olayı gibi yorumlayıp bundan iktidarı, ülkeyi yönetme tarzı, izlediği politikalardan bağımsız gibi görmek, elbette ki çeyrek yüzyılı aşan Kürt sorununun üstünden yapılan çatışmaları, onca ölümü, onca hak hukuk tanımazlığı, onca parti kapatmayı, onca seçim adaletsizliğini, onca baskıyı, onca zulmü, çileyi; elbette bunların nedenlerini hiç anlamamış olmak demektir.
Bugüne, milletvekilinin kaçırıldığı Türkiye’ye gelişte de bunları anlamamakta ısrarın çok önemli bir etken olduğu, bu tablonun kendisi kadar gerçektir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00