Tutuklu Gazete’ye tutkuyla bağlanmak
Ne zaman tutuklu gazetecilerle ilgili bir etkinlik düzenlemeye yeltensek, bir sıkıntı basar… Başarılı olacak mıyız? Medya, bu etkinliğin haberini yaparak, meselenin halka ulaştırılmasına aracılık edecek mi? Kamuoyundan yeterli desteği bulabilecek miyiz? Yargıçların ve savcıların vicdanlarını etkilemeye teşebbüsümüz sonuç verecek mi? Meslektaşlarımızın özgür kalmasına bir parça katkıda bulunabilecek miyiz? Gerekli yasal değişikliklerin yapılabilmesi için parlamentoyu harekete geçirebilecek miyiz?
Bugünlerde, TUTUKLU GAZETE’nin üçüncü sayısını yayımlamaya hazırlanıyoruz… İsim sahibi Bedri Adanır, bu yıl Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Basın Özgürlüğü Ödülü’nü aldı… Üçüncü yargı paketi kapsamında tahliye olma beklentisi ise hâlâ gerçekleşmedi…
TUTUKLU GAZETE’nin üçüncü sayısının 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde okuyucuyla buluşmasını amaçlıyoruz. İlk sayısı 24 Temmuz 2011 tarihinde “Sansüre Direniş” manşetiyle, ikinci sayısı ise 10 Ocak 2012 tarihinde “Terörist Değil Gazeteciyiz” manşetiyle yayımlanmıştı. Her ikisi de Türkiye basın tarihinde iki önemli güne işaret ediyordu. Üçüncü sayının yayımlanacağı tarih ise evrensel bir anlama sahip.
TUTUKLU GAZETE’nin üçüncü sayısıyla, “içerideki ve dışarıdaki gazetecilerin verdikleri mücadeleyle, ödedikleri bedelle ülke ve dünya barışına sağladıkları katkıyı” kamuoyuna duyurmak istiyoruz.
Şimdiye kadar hapisteki 81 gazeteciden 24’ünden yazı, şiir ve karikatürler elimize ulaştı. Hapisteki gazetecilerden gelen yazılarda önceki sayılarımıza göre bu defa bir durağanlık var. Özellikle 10 Eylül’de ilk duruşmalarına çıkacak olan KCK davasından yargılanan 35 gazeteciden sadece birkaçı yazı gönderebildi.
Bu konuda, hapisteki gazetecilere gönderdiğimiz çağrı yazılarının Kandıra Cezaevi’ndeki bazı meslektaşlarımıza keyfi bir kararla teslim edilmediğini öğrendik. Tanıklık Günleri’nde dağıttığımız bilgi notlarından oluşan bir dosyayla birlikte gönderdiğimiz çağrı yazımız “örgütsel doküman” olarak değerlendirilmişti… Gönderdiğimiz belgelerin “örgütsel doküman” olduğunu kabul ediyoruz, fakat kesinlikle “illegal örgüt” dokümanı değildi… Çünkü yasal olarak faaliyet gösteren 93 meslek örgütünü bir araya getiren Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun (GÖP) Dönem Başkanı sıfatıyla imzalayarak yollamıştık o yazıları…
Çağrımızı alamayan, okuyamayan, bugüne kadar yazma olanağı bulamayan hapisteki meslektaşlarımıza bir kez daha sesleniyoruz: Yazı, fotoğraf, şiir ya da karikatürlerinizi, posta yoluyla ya da yakınlarınız ve avukatlarınız aracılığıyla en geç bayram sonrasındaki hafta Türkiye Gazeteciler Sendikası’na ulaştırmanızı bekliyoruz.
Çağrımız sadece hapisteki gazetecilere değil elbette. Gazetenin ilk iki sayısından farklı olarak bu kez “dışarıdaki” gazetecilerden de destek ve dayanışma mesajlarına yer vermek istiyoruz. En az hapisteki gazeteci sayısı kadar, yani en az 81 dışarıdaki gazeteciden yazı, şiir, fotoğraf ya da karikatür gelmesini bekliyoruz. Sayfa sayımızın 16’yı geçmemesi gerektiğinden dolayı, yazıların ortalama 100 sözcüğü geçmemesini tercih ediyoruz.
Dışarıdaki gazetecilerden gelen yazı sayısı da henüz hedeflenenin üçte birine ulaşmadı. Elbette her meslektaşımızın “basın özgürlüğü” mücadelesine kendi yayın organında yaptığı katkıyı saygıyla karşılıyoruz ama hapisteki ve dışarıdaki gazetecilerin farklı görüşlere sahip olsalar bile ortak bir zemin olan TUTUKLU GAZETE’de buluşmasını da anlamlı buluyoruz. Umarım bu çağrımız dikkate alınır.
TUTUKLU GAZETE’nin bir başka sıkıntılı boyutunu ise baskı ve dağıtım aşaması oluşturuyor. Gazete sahiplerinin ve genel yayın yönetmenlerinin bu konudaki olurunu almak ciddi bir mesai gerektiriyor. Bir kez daha deneyeceğiz. Umudumuzun kırılmasına izin vermemelerini diliyorum.
***
Dün birçok gazetenin ilk sayfalarının sağ sütununun bir reklâmla kapatıldığını gördü okuyucular. İktidarın, kendisine muhalif olduğunu varsaydığı (Evrensel, Cumhuriyet, BirGün, Aydınlık, Sözcü, Yurt, Posta, Yeniçağ, Ortadoğu… gibi) gazetelerde yoktu bu reklâm…
Meslek ilkelerine uygun olarak “halka gerçekleri aktarma” görevini yerine getiren medya kuruluşlarının en önemli gelir kaynağını ilan ve reklâmların oluşturduğu kuşkusuz…
Fakat ana sayfanın halk için bilgiye ayrılması gereken sütunlarının parayla satılmasının bir başka örneği var mı acaba basın tarihimizde? Üstelik bir kamu kuruluşunca verilen bu reklâmın, Basın İlan Kurumu aracılığıyla yayımlanması gerekmiyor muydu? Bilgisizliğimi bağışlayın, ben de öğrenmek için soruyorum…
Her ne olursa olsun, milletin meclisinin olağanüstü toplanması çağrısına uymayarak ülkenin büyük bir sıkıntısını gündeme taşımaktan imtina eden siyasi iktidarın amaçlarına ne kadar da denk düşüyor bu reklâmın içeriği!...
Yurttaşlarımız yaşamlarını yitirirken, siyasi iktidar açılışları şölene çevirsin…
Aydınlar, yazarlar, gazeteciler, bilim insanları, öğrenciler hapiste acı çekerlerken, onlar bayram etsin…
Başbakanın talimatıyla meslektaşlarımızın yazıları sansürlenirken; Başbakanın, yazılarını “not ettiği” gazeteciler birer birer işten atılırken; iktidarın “parmak salladığı” meslek örgütleri ve sendikalar yok edilmek istenirken; gazete sütunlarının yukarıdan aşağıya adeta sansür fırçasıyla boyanmış gibi hükümetin reklâmıyla doldurulması rahatsız edici değil mi?
Parayla satılan sadece bir sütundan mı ibaret?
Yoksa gerçekleri, meslektaşlarımızı, aydınlarımızı, örgütlerimizi, onurumuzu, haklarımızı, halkımızı, evrensel insanlık değerlerimizi de mi satıyoruz?
Öyle bir yanıt verin ki mücadele şevkimiz kırılmasın; TUTUKLU GAZETE’ye daha da tutkuyla sarılabilelim!
Evrensel'i Takip Et