Esaslı sorulara aydınlatıcı yanıtlar
Fotoğraf: Envato
Milli Eğitim Bakanlığı 12 yıllık zorunlu eğitimle ilgili bir belge yayımlamış İnternet sayfasında. Bakanlığın ana sayfasından bu belgeye rahatlıkla ulaşılabilir. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, kim tarafından geliştirildiği belli olmayan, sisteme ilişkin 93 soruyu yanıtlıyor bu belgede. Genel olarak yanıtlarda savunmacı bir yaklaşım sezmek mümkün. Köşemde, bu soruları ve yanıtlarını analiz etmeye çalışacağım öğretim yılı başlayana kadar.
Yedinci soru, medyanın ve sivil toplum örgütlerinin bu konuya niçin bu kadar olumsuz yaklaştıklarına ilişkin. Sorudaki “bu kadar” ifadesinden ne anlaşıldığı bu belgeye göre aşikar. Bir de soru, medya ve sivil toplum örgütleri ima edilerek sorulmuş. Yani, “niçin halk olumsuz yaklaşıyor?” diye sorulmamış. Varsayım şu olabilir mi: Halk aslında memnun ama medya ve sivil toplum örgütleri halkı yanlış yönlendiriyor. Yönetici otoriteler büyük kitleleri birilerinin kandırdığına inanırlar ya. Birisi onları hep kışkırtıyordur. Onlar düşünemez. Onları kötü niyetli birileri yönlendirir, daha doğrusu hep yanlış yöne sevk eder. Doğru olanı ise sadece yönetici otorite bilir.
Bakan, karşı çıkışların iki temel nedeninden birinin ideolojik bakış olduğunu söylüyor. İdeoloji, Türk Dil Kurumunun büyük Türkçe sözlüğüne göre, “Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dini, moral, estetik düşünceler bütünü.” Bu tanıma bakacak olursak ideolojisiz hiçbir şey olmuyor. Dolayısıyla, bakan, onaylamadığı ideoloji ya da ideolojilere sahip olanların eleştirisinden hazzetmiyor anlaşılan. Kendi ideolojisini daha doğru buluyor. Daha doğrusu, parçası olduğu iktidarın ideolojisini daha doğru buluyor. Bakana göre, böyle düşünenler, bireysel ve kültürel farklılıkları bir potada eriterek tek tip insan yetiştirmek alışkanlığından vazgeçemiyorlar. En çok yapılan eleştirilerden biri halbuki yeni sistemin de tek tip (dindar, kindar, milliyetçi, vs.) insan yetiştirmeye devam edecek olması. Sadece tipin nitelikleri değişiyor. Onun tipi yerine benim tipim diyor iktidar. Bakanlık, tek tip insan yetiştirilmesini engelleyen müfredat düzenlemeleri yaparak yeni bir sistem oluşturmuyor ki… Tam tersi… En çok tartışmaya sebep olan seçmeli din derslerine bir bakalım: Din, ahlak ve değerler başlığı altındaki derslerin isimleri, Kur’an-ı Kerim (Başka dinlerin kitapları değil, tek bir dinin kitabı), Hz. Muhammed’in Hayatı (Başka peygamberlerin değil, İslam dininin peygamberinin hayatı), temel dini bilgiler (Vurgulanmıyor ama diğer iki derse bakacak olursak bu bilgilerin de sadece İslam dininin temel bilgilerine dönük olduğunu söylemek mümkün). Hadi diyelim ben bilgisiz ve ideolojik anarşiğin tekiyim ve ön yargıyla yaklaşıyorum bu düzenlemeye. O zaman bakanın en baştan beri yapması gereken, uygulanacak müfredatın nasıl olup da bireysel ve kültürel farklılıkları bir potada eriterek tek tip insan yetiştirmeyeceğini anlatmak olmalı. Ayrıca bakan, hemen bu söylediklerinin ardından eleştirileri yapanların dünyayla rekabet etmek gibi bir amaç taşımadığını da vurguluyor. Rekabet kavramını savunanların ne tür fantezilerini çocuklara yüklediğini sosyolojik, psikolojik ve felsefi açılardan tartışacak olsak, yüzlerce sayfaya ihtiyacımız olur ama şimdilik bakanın dediğinden şunu anlamak mümkün: Önemli olan, kendisinin uygun görmediği tek tip insan, yani özgürlükçü, adil, barışçı, eleştirel, antimilitarist, dayanışmaya önem veren insan yerine rekabetçi insan yetiştirmek. Rekabetçi değilse çocuk, eğitim zayiatı demektir. Rekabetçi olacaksın: Vur! Öldür! Ez onu! Mahvet! Yoksa, çekil ayak altından!
Bakan, karşı çıkışların iki temel nedeninden ikincisini ise bilgi eksikliği ve yapılan değişikliğin objektif bir şekilde ve çok yönlü değerlendirilememesi olarak görüyor ve eleştirileri yapanları düzenlemeden habersiz olarak nitelendiriyor. Sistemle ilgili birçok soru sorulmasına rağmen değişiklik alelacele yapılmak istendiğinden ve altyapısı da hazır olmadığından dolayı sorular yanıtsız bırakıldığına göre eleştirileri yapanları bu şekilde değerlendirmek herhalde ancak otoriter zihniyetlerin halkları yönetmeye yeltendiği ülkelerde mümkündür. Eleştirileri yapanların eğitim ile ilgili konularda bilimsel yeterliliği bulunmayan kişiler olduğunu da söylüyor bakan. Eleştirenlerin bilimsel yeterliliği, bilim unvanlarını nasıl aldıkları, intihal (!) falan yapıp yapmadıklarına nasıl karar vermiş acaba? Otoriter zihniyet; siyasi görüş, bilim anlayışı, yaşam felsefesi gibi açılardan kendinden olmayanı yetersizlikle suçlayabiliyor. Özellikle Frankfurt Okulu tarafından yapılan araştırmaların bulguları bunu destekler nitelikte. Bu yüzden, böyle durumlarda en doğrusu, çeşitli platformlarda alabildiğine tartışmak, farklı fikirlere açık olmak, rekabetçi değil de akılcı yaklaşmak çok önemli. Kanunun yeterince tartışılıp tartışılmadığına ilişkin beşinci soruya da kaçamak cevap veriyor bakan. Kanundan ziyade konunun tartışıldığını söylüyor aslında. Yanıt bulunamayan sorular ise, “Neden benim çocuğum, okulu dönüştü diye, imam hatip okuluna gitmek zorunda kalsın?” ya da, “İntihal yapmadan unvanını alan bilim insanlarının görüşüne göre, altı yaşından önce okula göndermek sakıncalıysa neden çocuğum için gelişim geriliği raporu almak zorunda olayım?”
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13