22 Ağustos 2012 03:14

Bombalı saldırı, şiddet, politika...

Bombalı saldırı, şiddet, politika...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Antep’in Karşıyaka semtinde polis karakolu önünde patlatılan bomba; dokuz kişinin yaşamını yitirmesine, dördü ağır 17 kişinin de yaralanmasına yol açarken, bayramı zehir eden en lanetli saldırılardan biri oldu.
Kuşkusuz ki bu saldırı, kim tarafından yapılmış olursa olsun lanetlenmesi gereken bir saldırıdır. Ancak daha olay anında, kimi çevrelerin de kışkırtmasıyla 3-5 yüz kişilik bir kalabalıkla BDP binasına yöneltilen ve binayı yakıp yıkan saldırı ve “bombanın Suriye’den getirildiğine” dair peşin yargılarla birleştirilerek olayın bir propaganda malzemesine dönüştürülmesi de bombanın kendisi kadar lanetlenecek bir gelişmedir.
Bombalı saldırının bir yandan Kürtlere yönelik ırkçı şoven saldırganlığa öte yandan da Suriye’ye karşı hükümetin politikalarının aklamasının vesilesine döndürülmesi elbette ki siyasi amaçlıdır. Çünkü bombayı kim koyarsa koysun, böyle durumlarda çoğu zaman, hatta her zaman, bunda en çok Kürt sorununu çözümsüzlüğe iten AKP Hükümeti başta olmak üzere bütün hükümetler, savaşı bir ekonomik ve siyasi rant haline getirenler, halk yığınlarını politikanın dışına iterek, egemenlerin halkı kendi politikalarına yedeklemeyi sanat haline getirmek isteyenler faydalanmışlardır.
Dün gazeteler ve TV kanalları en bildik ve böyle zamanlarda artık klişe haline getirilmiş hakaret ve öfke haykıran ifadelerle çıktı: PKK’ye söv say, onun arkasında yer aldığı iddia edilen Suriye’ye saldır ne söylersen söyle!
Dünkü gazetelere şöyle bir bakınca, “Bütün sorunlardan basını sorumlu tutan Başbakan ve gazetecilere ‘Ağzına tıkarım o yazıları senin’ diyen İçişleri Bakanının aylardır tarif ettiği basın bu olsa gerek!” diyor insan.
Sanki Türkiye’yi AKP değil de PKK yönetiyor; sanki Türkiye’nin Kürt sorunu diye yıllardır silahlarla süren, her hükümetin “Ben bu sorunu çözerim!” diyerek başlayan ama çözemeyerek daha da alevlendirdiği bir sorunun üstünden bir çatışma yokmuş da sanki ilk kez böyle bir saldırı oluyormuş; sanki Suriye’deki Esad rejimi can havliyle kendini korumaya çalışırken bile işi gücü bırakmış Türkiye’ye düşmanlık yapıyormuş,... gibi hazırlanan gazete ve televizyon haberleri!
Saldırıların bunca artmasının ya da toplumun böyle gerilmesinin bir nedeni de bu haberlerin böyle, toplumu kışkırtan, şoven, bu tür eylemlerden nemalanan odakları harekete teşvik eden tutumu değil midir diye sormazsak, bu tür saldırıların gerçek nedeni bilinemez ve daha da önemlisi buna son verilmesi yoluna da girilemez. Bütün bunların ötesinde de şiddetin, silahın; sıcak politik gündemin aracı olmasında da elbette hükümetin ülkede sivil siyasetin alanını daraltan, çatışmayı, şiddeti, tutuklama kampanyalarını, operasyonları bir politika aracı olarak devreye sokması vardır. Şiddetin alanı böyle genişleyince, şiddeti politika yapmanın bir yolu olarak benimseyenlerin de provokasyonlarla siyasete yön vermek isteyen derin güçlerin hareket alanı da son derece genişlemektedir. Asıl tehlikeli olan da budur.
Burada şu soruyu sorabiliriz: Eğer şiddet bu ölçüde politikanın unsuru haline getirilmiş olmasaydı Şırnak’ta dün hayatını kaybeden10 kişi (9’u asker bir korucu) böyle trajik biçimde hayatını kaybeder miydi? Bu sorunun yanıtı elbette ki hayırdır! Çünkü hayatın bu ölçüde politize olduğu Türkiye gibi bir ülkede hiçbir önemli olay izlenen politikalardan bağımsız olmuyor, olamaz.
Başbakan Erdoğan bayram mesajında “Birliğimiz test ediliyor!” diyor ve bundan da “Türkiye’nin bölünmek istendiği” sonucunu çıkararak öfkeleniyor. Ama dünyadaki gelişmeler, Kürt sorununun geldiği boyut dikkate alındığında, “Evet, birlik test ediliyor” denebilir, ama bundan önemlisi “Yeni bir birlik oluşturmak” için bir imkanın ortaya çıktığı görülmüyor. Çünkü Başbakan Kürtlerin kendi kaderlerine sahip çıkan tutum almasını, taleplerini “ayrılık sebebi” olarak görüyor. Böyle olunca da hak talep eden geniş Kürt kesimini bölünmenin tarafı ilan ediliyor. Öyle olunca da ne Kürt sorununun çözümü imkan dahiline giriyor ne de bu türden toplumun canını, vicdanını acıtan olaylar önlenebilir oluyor.
Oysa Başbakanın “bölünme sebebi” gösterdiği talepler Türkiye’nin yeni ve gönüllü birlik zemini olarak görülebilir ve birlik daha ileriden sağlanmış olarak çıkılabilir.
Aksi halde Türkiye, her canı acıdığında daha çok bağıran bir yaralı gibi davranarak gerçekte yaranın iyileşmesine bir faydası olmadığı gibi etraftaki “düşmanları” da sevindiren bir ülke olmayı aşamaz. Dahası bu tür bağırıp çağırmaların, halkları düşmanlaştıran propagandanın da bölünmeyi önleme bir yana, derinleştirdiği de yakın tarihinin en tartışmasız gerçeğidir.
Dolayısıyla elbette bu tür provokatif karakterli, halkı hedef yapan saldırıları, kimin yaptığına bakmadan lanetleyeceğiz. Ama bu saldırılara zemin yaratan sosyal, ekonomik, siyasi ağır sorunları görmeden, sadece patlamanın yol açtığı vahim duruma bakıp, Türk ve Kürt kardeşliğinin, gönüllü birliğin temeli olacak zemini provoke eden çatışmacı tutum öne çıkarılırsa, varılacak yer herhalde sadece “Türkiye’nin düşmanları”nın istediği yerdir.
Özellikle de böyle toplumun hassasiyetlerinin arttığı dönemlerde bunların farkında olmak önemlidir. Bu, hem ülkemizin demokrasi güçleri hem basın hem de ülkeyi yönetenler için böyledir.
“Aklıselime çağrı”, “Sağduyuya çağrı” da bu hassasiyetleri görmekle mümkündür. Yoksa sadece, “Durun yapmayın!” çağrısı sağduyuya çağrı değildir. Çünkü sorunlar büyümüştür; Kürt sorununun demokratik çözümü sorunu Türkiye’nin bölgede komşularıyla barış içinde yaşama; Arap, Türk, Kürt, Fars tüm halkların kendi kaderlerini tayin hakkına tam saygı gösterme politikasıyla da birleşmiştir. Bunu anlamayan hükümetin de muhalefet partilerinin de aydınların da, basının da gerçeklere uygun tutum alma ve sorunlara çözüm üretmesi beklenemez.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa