Küçük kara civciv
Birden fazla asker yolcusu var aynı sokaktan, mahalleden... Aynı sokağın çocukları, askere giderken birlikte eğleniyorlar, moral arıyorlar, ne güzel... Türküler söylüyorlar, halay çekiyorlar. Ve bizim medyaya göre “yanlışlıkla” bir Kürtçe parça çalmaya başlıyor. Büyü bozuluyor, halay dağılıyor. Kürtçe parçayla halay çekmeye devam eden asker yolcusu bir genç, tartaklanıyor, dövülüyor. Sonrası... O da kardeşini, akrabasını toplayıp geliyor; sonrası malum... Kavga, dövüş, üç yaralı, 7 gözaltı...
“Olaya karışanlar, aynı mahallenin, aynı sokağın çocukları. Birlikte halay çekiyorlarmış” diyor Bayraklı Emniyet Müdürü Bahadır Yeşiltepe. Medya ise keyfine ve niyetine göre anlatıyor olayı. En iyi niyetli görüneni “yanlışlıkla Kürtçe parça” diye toparlıyor olayı... Öbürleri olaya karışan MHP’li yöneticilerin ağzından konuşuyor. “Bayrak çiğnenmiş” falan filan...
Aynı sokağın çocukları Türkçe parçalarla birlikte halay çekebiliyor; Kürtçe çalınca dağılıyor halay... Ve Kürtçe çalması mutlaka “yanlışlık” olmalı... Ancak yanlışlıkla Kürtçe çalabilir, asker uğurlamasında çünkü! Düğünde Kürtçe söyleyen, ağıdını Kürtçe yakan, askere giderken Hasan Mutlucan’dan kahramanlık türküleri söyler diye düşünüyor herhalde masa başı editörleri... Emniyet Müdürünün dediği gibi “aynı sokağın çocukları” olmalarına rağmen, mahalle kavgasında gözaltına alınanların Terörle Mücadele Şubesine götürülmeleri de ayrı bir muamma...
“Barış” dedikçe, “Halklar arası düşmanlık tırmandırılıyor” dedikçe, “Türkiye tehlikeli bir iç savaşa gidiyor” dedikçe; “terörün arka bahçesi” sayılıyoruz gerçi ya; yine diyelim... Bahçenin önünde arkasında manzara aynı...
Biz demiyoruz, Emniyet Müdürü söylüyor, aynı sokağın çocuklarının kavga ettiğini... Kürt’ten askere gitmesi isteniyor, “Bu vatan için ölmesi” isteniyor; ama kendi dilinde halaya durması yasak! Kavgaya karışanlar muhtemelen aynı okullara gitmişi, aynı kahvede okeye dönmüş arkadaşlar! Varılan nokta bu; ateş sadece Şemdinli’de, Hakkari’de, Diyarbakır’da değil... İzmir’in Bayraklı’sında yaşanıyor bunlar...
BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, yurdun dört bir yanında BDP binaları yakılıp yıkılınca açıklama yapıyor, “Polis binalarımızı korumayacaksa, biz ve halkımız koruruz” diye... Bu mudur olması gereken?
Aynı sokaklarda, aynı mahallerde yaşayanlar, etnik ya da dini aidiyetlerine göre “cephe”ler mi oluşturacak? Küçük mahalle kavgaları, birden “siyasi çatışmalar”a mı dönüşecek her yerde?
Kartal’da bir haftadır yaşananlar ortada... Alevi ailelerin evleri işaretleniyor, aradan bir kaç gün geçmeden cemevi kundaklanıyor. Nereye gidiyor bu ülke? Yine Washington merkezli “oyun, sadece oyun” denilen senaryoların parçası mı tüm bunlar?
Hadi okyanus ötesinden böyle hesaplar var; çok mu zor bu oyunu bozmak? Aynı sokağın çocukları, arkadaşlar, kardeşler, komşular için çok mu zor; oyuna gelmemek? Televizyonlarda “strateji uzmanı” denilen zatları dinleye dinleye beyinler iğdiş mi oldu bu ülkede? Washington’da birileri oturup masa başı planlar yaptı diye; kendimizi mi unutacağız?
Antep’teki kanlı saldırının ardından bir kez daha moda oldu, klavyeleri kuşanıp sosyal medyada “ezelim, geçelim” rüzgarları... Yakılan BDP binalarını ve Kürtlere dönük saldırılardaki tırmanışı düşünürsek, acılar katmerlenecek... Kerkük’e pasaportla giremeyen MHP lideri, “Ne duruyoruz, Kandil’e bayrağı dikelim” diye bağırıyor. Dışişleri Bakanı, yine Suriye’ye girmekten söz ediyor.
Her neyse o uzak diyarlarda kurulan tezgah, işliyor; oyun sahneye konuyor. Bayraklı da, Kartal da, Malatya da, Şemdinli de bu tezgahtan payına düşeni yaşıyor. İzlediği her politika duvara toslayan AKP zihniyeti afallıyor, çırpındıkça daha beter batıyor.
Nereye kadar? Ve kaç can pahasına?
Sürgit devam etmesinden medet umulan bu çatışma ve gerilim halinin, olası sonuçlarını bir an olsun düşünmeyecek mi, bu ülkenin iktidarı? Ya aynı sokakta yaşayan, aynı mahallede oturan halkı? Bir an durup, düşünmenin, soru sormanın zamanı, şimdi değilse ne zaman?
* * *
Yugoslav Yönetmen A. İliç’in 1977 tarihli bir kısa filmi vardır; “Balyoz”... Bir civciv fabrikasında geçer hikaye. Üzerinden binlerce civcivin geçtiği bir bant... Bandın iki yanında kadın işçiler “sağlam” civcivleri ayırırlar; “çürük”ler bant boyunca ölüme ilerler... Gerisini Onat Kutlar’dan dinleyelim: “Bozuk,sakat ve ölü civcivler bantta bırakılır ve az ileride yumurta kabuklarıyla karışık olarak bir büyük varile dökülürler. Bandın üzerinde sapsarı, birer küçük ışık yumağı gibi yavrular, yaşamak için titreyerek seçilmeyi beklerler. Birden bir kara civciv görünür aralarında. Sapasağlamdır ama “kurala uygun değil”. Acımasız bir el iterek bant üzerinde bırakır onu. Yürüyen bant, civcivi uçuruma götürmektedir. Geriye doğru hızla koşar civciv. Kurtulmak için. Eller yeniden iter onu. ‘Sen kuralları bozuyorsun. Git...’ Bu umutsuz çaba, küçük civciv yumurta kabukları ile birlikte varile düşünceye kadar sürer. Sonra üstüne, düzenli aralıklarla işleyen bir balyoz iner. Varilde çok yer kaplamasın diye. Filmin sonu umutsuz değil. Avluda, arabalara yüklenmek için bekletilen varillerden birinde kimsenin fark etmediği bir kıpırtı. Kara civciv, yumurta kabuklarının arasından başını çıkarır. Atlar varilden ve güneşe uzanan aydınlık bir yolda koşmaya başlar...”
Onat Kutlar, festival için geldiği İstanbul’da tanıştığı İliç’e kara civcivin bant üzerinde geri doğru koşmasını nasıl sağladığını sorar. Yanıt çarpıcı: “Filmde göstermediğimiz kısa bir sürede, seçici kadınlardan biri onu sıcak avucunda bir an tutarak okşadı. Sonra onu bıraktığında, hatta eliyle ittiğinde, gene de koşup durdu bu dost sandığı sıcaklığa civciv. Küçükler ne kadar kolay aldanıyorlar”.
İhtimaller ayan beyan ortada... İktidarın bugün izlediği yol; Türkiye halklarını kanlı bir uçuruma da götürebilir; “kara civciv” sayılanın özgürlüğünü kazandığı bir sona da...
Bir halkların izlediği barış yolu var ki; 1 Eylül Dünya Barış Günü bunu göstermek için en anlamlı gün... Barışa, kardeşliğe...
Evrensel'i Takip Et