Orta saha kalabalık!
Gırtlağına kadar pisliğe batmış futbol dünyasının içerisinde bu pisliklere devrimci bir uslanmazlıkla direnmiş Metin Kurt’un ölümü elbette onu tanıyan veya yaptıklarını bilen hemen herkesi çok üzdü. Burjuva medyası ve bir kısım küçük burjuva sol çevreler Metin Kurt’un “yalnızlığı” üzerinden bir garip “ölüm romantizmi” içerisine girdiler.
Metin Kurt şu an hayatta olsaydı muhakkak ilk o gülerdi yazılanlara.
O, ne olduğunu bildiği gibi ne olmadığını da çok iyi biliyordu.
Türkiye’de futbolun kâr alanına dönüşümünü tek başına engelleyemeyeceğini bildiği gibi bir sınıf atlama düşü olarak topçuluğun nasıl bir “yalan dünya” olduğunu da iyi biliyordu.
Hatta bunu herkesten iyi biliyordu.
O futbol dünyasını emek-sermaye ilişkisi üzerinden tanımlıyor: Kulüp veya yeni halleriyle Anonim Şirket yöneticilerini patron; futbolcularla başlayıp, masörler, antrenörler gibi unsurlarla devam eden kesimleri ise emekçi olarak tanımlıyordu.
Metin Kurt ısrarla ve sebatla mahalle arasında üç kornerin bir penaltı ettiği o basit ve zevkli oyunla yeşil sahalarda oynanan oyunun birbiriyle ilgili olmadığını ve bu haliyle atılan her şutun emekçilerin kalesine girdiğini söylüyordu.
Hem de bunları herkesin taraf olduğu ve bu taraf olma haline bağlı tarafgirliğini ülkedeki her acının, yoksulluğun ve açlığın üzerinde tuttuğu bir ülkede dillendiriyordu. Mevcut haliyle bu futbol bataklığının içindeki hiçbir takımın daha iyi ya da daha kötü olmayacağını ısrarla söylüyordu.
Değil mi ki, “solcuyum” diye geçinen birçok akademisyenin bile ülke yangın yeri iken ve ülkenin her gün başka bir yeri kanarken kör maymunculuk oynayıp bilmem ne spor kulübüne yapıldığı iddia edilen haksızlık için imzacı olduğu bir ülke burası.
İşte böyle bir ülkede Metin Kurt elbette yalnız kalır ceza sahasında!
Ama onun yalnızlığı “ayrıksı” olmasından kaynaklanmıyor, onun yalnızlığı herkesin orta sahaya toplanmış olmasından kaynaklanıyor!
Biliyorsunuz Metin Kurt Galatasaray’ın üç yıl üst üste şampiyon olduğu 1970-1973 yılları arasında o takımda oyuncu idi. Bir gün önemli bir maça çıkmadan önce çok heyecanlıymış ve kendisine güvenmiyormuş; televizyonda anlatmıştı canlı yayında. Sonrasında takımdan birinin (antrenör yardımcısı veya masör olabilir net hatırlamıyorum) sahaya çıkmak üzereyken yanına gelip “Metin heyecanlı mısın?” dediğini ve kendisinin de “heyecanlıyım abi” dediğini ve o kişinin kendisine bir hap verdiğini “al bunu iç heyecanın geçer” dediğini anlatmıştı. Hapı içip oyuna başladıktan sonra o takati olmayan ve heyecandan bacakları tir tir titreyen Metin Kurt gitmiş yerine çizgide sürekli koşan ve hatta gol atan Metin Kurt gelmişti. Sonra bu “heyecan” hapının hemen her maçta dağıtıldığını anlatmıştı.
Tabii Metin Kurt bunu ne düşmanlıkla ne de tarafgirlikle anlatmadı. Onun derdi mevcut futbol çöplüğünde gençlerin hayaller peşine koşularak köleleştirilmeleriydi.
Yani gerçek olandı!
Metin Kurt’un yazılı basınla tanışması Gerçek dergisiyle olmuştu. Daha sonra çeşitli yerlerde yazmaya devam etti. Olduğu gibi lafı dolandırmadan, kimseye de eyvallah etmeden yazardı. Neredeyse gezmediği fraksiyon kalmadı ama o her ayrıldığı yerde ve gittiği yerde dostlukla karşılandı.
Metin Kurt ceza alanında hiç yalnız kalmadı!
Ama orta saha çok kalabalıktı!
Biz onu yalnız sandık!
Işıklar içinde uyusun…
Evrensel'i Takip Et