01 Eylül 2012 07:14

Savaş ne kadar gerçekse barış o kadar mümkün!

Savaş ne kadar gerçekse barış o kadar mümkün!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

1 Eylül 1939, İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç tarihi. Bu tarihi gün, yani dünyanın gördüğü en kanlı savaşın başlangıç tarihi olan 1 Eylül;  aynı zamanda savaşın bitiminde belleklere kazınan Dünya Barış Günü’dür de. Hitler faşizminin Polonya’yı işgaliyle başlayan savaş, altı yıl boyunca birçok şeyi tarihe not ederek sürmüştür. Kızıl Ordu’nun direnişiyle yerini ‘soğuk savaş’ dönemine bırakan bu süreçte 54 milyon insan hayatını kaybederken; savaş sonunda milyonlarca insan sakatlık, açlık ve yoksulluk içinde bulmuştur kendini. Tarihe 2. Dünya Savaşı olarak kaydedilen bu zaman dilimi sonunda ‘Barış Günü’ olarak ilan edilen 1 Eylül’e, insanlığın bu vahşetten ders çıkarması ve bir daha asla böyle bir insan talanının yaşanmaması için de oldukça derin bir anlam yüklemişti. 1 Eylül özetle: ‘Savaş ne kadar gerçekse barış da o kadar mümkündü.’ şeklinde anlamını bulmuştu.
2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın kendisi ve diğer tüm sonuçları bir yana dursun, 1 Eylül Dünya Barış Günü savaş sonrasında ortaya çıkan tablonun tarihe not edilen önemli bir parçasıdır. Yaşadığımız coğrafya gözetildiğinde emperyalist paylaşım hedefleri ile girilen savaşlar, halkların barış talebinin güncelliği, savaşların açtığı yaralar an ve an hissettiğimiz oldukça  yakıcı gerçekler. Bu nedenle bugün bakımından, dünyanın derinden hissettiği bir savaşın bıraktığı 1 Eylül ve barış talebi canlı bir sonuç.
Yıllardır kendi savaşına yabancılaşmanın gayreti içinde barış adına çözümsüzlüğün dayatıldığı bu topraklar, son dönemde artan ‘içeride ve dışarıda savaş’ söylemi ve çığırtkanlığı ile inliyor. Komşularla sıfır sorun paradigmasının çöküşünü hazırlayan ve yine kendi elleriyle yönünü savaş aymazlığına çeviren sermaye hükümeti AKP’nin bu çığırtkanlığı, yaklaşan 1 Eylül’ü Türkiye için daha önemli bir tarihe dönüştürüyor. Türkiye halkları için Kürt sorununda varılan nokta ve Suriye eksenli politikalar düşünüldüğünde bu tarih ayrı bir öneme sahip. 12 Haziran Genel Seçimleri sonrası oluşan tablo, ardından gerçekleşen 2012 Newroz’unun etkileri, beraberinde halkların kendi rengini verdiği 1 Mayıs ve Kürt hareketinin özellikle son günlerde Şemdinli merkezli belirlediği gündemi ele aldığımızda Türkiye’de keskin virajların alındığını söyleyebiliriz. Suriye’de muhalifleri destekleyerek Suriye Kürdistan’ı üzerinde belli müdahaleler için kendine zemin oluşturma hesabı yapan hükümet, kendi kıskacında kendi alanını daraltmış bir durumda günlerdir nefes almaya çalışıyor. Esed’in kendi mevziisini güçlendirmek üzere bir silah olarak kullandığı Kürt hamlesi ile Türkiye hükümetini sıkıştırma çabasının buradaki önemini kaçırmamak gerekiyor. Kaldı ki Antep’te yaşanan bombalı saldırı ve Hatay’da kurulan savaş kampının hızla su yüzüne çıkan tablosu bu öneme ayna tutmuş durumdadır.H. Clinton’ın Türkiye’ye gelişi ve Erdoğan ile zümresine yaptığı suni teneffüs kısmi rahatlama sağlasa da sürecin kendini dayattığı çözüm ihtiyacı, rahatlık bir tarafa Erdoğan ve hükümetini epey zorluyor artık. Ama şunu bilmeli ki ikinci paylaşım hesaplarından bu yana savaş karşıtlığı birilerinin  kuyruk acısıdır. 1945’te Sovyet halkının oluşturduğu savaş karşıtı blok ile ortaya koyulan mücadele ve beraberinde Moskova önlerinde Hitler ordularının aldığı ağır yenilgi, barışın gerçekliğini bugüne değin kanlı canlı bir talep olarak taşıdı. Her savaş karşıtlığında halkların belleği o tarihi hatırlar. Sadece ortaya koyulan pratik değil, savaş karşıtlığı için oluşturulan dil birliği dahi işte bu tarihi hatırlatmaktadır. 1 Eylül için sokaklara inmek bu yüzden çoğu zaman yasaktır.
Antiemperyalist mücadelenin varlığı barış talebini hiçbir zaman dışarıda bırakmadı ve bırakamazdı. Bugün de dünyayı kana bulayan egemen iktidarın yayılmacı politikası, her zaman olduğu gibi kendi varlığına kaynaklık eden hırslarına oldukça aç. Kapitalizm doğası gereği vazgeçilmezi olan savaşlar, işgaller ve dünya egemenliği için bütün bunlara bağlı olarak gelişen silahlanma arzusu tahmin edilemez bir hazla giderek büyüyor. Kapitalist  dünya Moskova önünde aldığı ağır  yenilginin ve darbenin sonuçlarını, kendisi tarafından yumuşatılmış ‘sosyal devlet’ propagandasıyla sarmaya çalışsa da hak ve özgürlüklerden insanlığa kendince sunduğu ‘hibe’lere karşılık halkların bitmeyen öfkesiyle karşılaştı ve hala savaşlara karşı halkların barış talebinin gerçekçiliği etrafında birleşebileceğinin korkusuyla yaşıyor. Binlerce siyasi temsilcisinin tutukluluk durumu halinde, yaşadığı katliamların ve acıların arasında dahi bir halkın barış elinin inmediği memleketimizi düşünce halkların belleklerinin bizi nasıl ayakta tuttuğunu ortada. Yayılmacı politikanın değişmez adresi Ortadoğu’daki gelişmeleri sıcağı sıcağına yaşıyoruz.Egemenlerin kan emici ve yayılmacı politikalarının en büyük merkezinin uzunca bir süredir Ortadoğu coğrafyası olduğunu görüyoruz. Kapitalistlerin kendi varlıklarının sürdürülebilirliliği için gerekli olan bu savaş politikaları coğrafya değiştirse de bugün, emperyalist müdahalelerin hedefi olan halklar için düşman aynı yüze sahip. Dünyayı paylaşma hırsının ‘barış sendromunu’ taşıyan bir virüsle kendi rengini hemen belli ediyor bu. Bu memleket onca yıl sonunda şunu da gördü:  Şemdinli’deki karşılaşmayı. Kucaklaşmalar arasında barışın dili mi vardı yoksa? Karşısında dil tutulmasına yakalananların acısını paylaşmak mümkün olmaz herhalde. Barış annesinin yaşadığı sevinci sormak lazım belki de İdris Naim Şahin’e: ‘Anlayabildiniz mi o dili?​’ diye. O kadar zırhın ve korumanın arasında hissedilemeyecek bir duygunun anlaşılması mümkün değildi ve olmayacaktı sanırım.
Bütün bunları Ortadoğu halklarının dinamikliğinde, dünya gündeminin belirlendiği birkaç yılın sonunda yayılmacı emperyalist politikaların yoğunlaştığı merkezin kalbinde yaşıyoruz. Sürecin aktörleştirdiği Suriye, Kürt coğrafyası ve Türkiye zaman zaman değişen rollere sahip olsa da yaklaşan 1 Eylül yıllardır süren yayılmacı savaş politikalarını gören bir tarih olacak. Yıllardır halkların birarada yaşama mücadelesinin emperyalist müdahale ve baskıcı rejimlerle, militarist saldırganlıkla parçalanmaya çalışılsa da bu coğrafya kendi barış talebine de kendi rengini vermektedir ve verecektir.  Newroz’da Kürt halkı ile bayramlaşan Türkiye halklarının yürüttükleri barış mücadelesi hiç olmadığı kadar önem kazanmıştır.  1 Eylül’de Türkiye’nin her yerinde sokağa çıkma hazırlıklarında olan Halkların Demokratik Kongresi önemli bir virajda duruyor. ‘Çatışma Değil Müzakere; Ölüm Değil Çözüm!’ demek için alanda olacak olanlar olarak barışın mümkün olduğunu, savaşın gerçekçiliği kadar  iyi biliyoruz. 2012 1 Eylül’ünde halklar ve barışa en fazla aç olan gençler için savaş karşıtlığı su kadar berrak.

*Dilek Yağlı, HDK Genel Meclis ve Gençlik Meclisi Üyesi

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa