Sanat mı? Gündem mi?
Sanat, özellikle bir otuz yıldır, dünyadan soyutlandı. Soyutlanmanın bizim tanımımızla “fildişi kuleye çekilmenin” bir politika olduğu açık. Dünyada esen rüzgarların hep güçten yana uğuldadığı dayanılmaz biçimde görünüyor. (Bunun tasasının artık ununu elemiş eleğini duvara asmış sayılan biz 70’liklere düşmüş olması da kader falan değil.) Dünya yeni bir Ortaçağ’a giriyor bence. Dünyanın pek çok yerinde Vasıf Öngören’in Asiye Nasıl Kurtulur’unun son bölümündeki kural yürürlükte: “Yoksulları kader deyin, uyutun / uyananı para verin, susturun / susmayanı zora koyun, çektirin / böyle gelmiş böyle gitsin sürdürün / Davrananı yok edin / direneni gebertin / ezin, vurun, öldürün / devam etsin bu hayat...”
Ortaçağ hazırlıkları sürüp gidiyor. Savaşlar bölge bölge körükleniyor, özellikle enerji kaynaklarının yoğun olduğu bölgelerde. Mistisizm edebiyattan yaşama zıplıyor. Geçmişte toplum düzeninin değişimiyle ilgili yaşananlar unutturulmaya çalışılıyor. Geçenlerde Rusya’da Lenin’in izlerinin silinmesi için neler yapılacağı tartışılıyordu. (Açıkça böyle söylenmiyordu elbet) Rusya halkı Kızıl Meydan’da mozolede tutulan 1917 Bolşevik Devrim Lideri Vladimir Ulyanov Lenin’in artık gömülmesini ve ruhunun huzura kavuşmasını istiyormuş. (Anlaşılan Lenin’in dirilmesinden ya da hortlamasından korkanlar var.) İnsan hakları örgütlerine göreyse kamuoyu henüz Lenin’in gömülmesine hazır değilmiş. Yönetimden memnun olmayan dar gelirli vatandaşlar için de Lenin hâlâ sembol isim.
Rusya’da, Lenin’i bilinçsiz kalabalıkların desteklediği inancıyla bilim adamlarının halkı Lenin konusunda bilinçlendirmesi gerektiğini savunanlar da var. (Ben sıkıyönetim soruşturmalarında yaşama koşulları berbat duruma gelmiş işçilere, emekçilere küfür eder gibi sorulan “Sen yoksa 12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsun” sorusunu hatırladım. Bizim bilinçlendirme çalışmaları harikaydı.)
Kamuoyu araştırma merkezlerinden biriyse halkın yüzde 48’inin Lenin’i olumlu bir figür olarak gördüğünü açıkladı. Halkın ancak üçte biri Lenin’le ilgili olumsuz düşünüyormuş. (Lenin’den yana olanlarla karşı olanların toplamı yüzde yüz etmiyor, kalan halkın yaşam koşullarından dolayı sesi mi çıkamıyor, yoksa durumdan çok mu memnunlar?) Lenin’in Rus toplumuna zarar verdiğini düşünenlerin başındaysa Rus Ortodoks Kilisesi var. Kilise sözcüsü yaptığı açıklamada, “Bizim Komünist ideolojiye ait metinlerin hâlâ yayınlanıyor olmasını tartışmamız lazım” demiş. (Bu adam bu akılla çok yaşamaz bence! İster misiniz bizim ülkeye de karışsın.)
Geçenlerde Metin Akpınar’ın bir televizyon söyleşisini izledim. Toplumumuzun laiklikten çok sekülerliğe ihtiyacı olduğunu anlatmaya çalışıyordu. (Latincedeki “şu anki çağ/zaman” anlamına gelen “seaculum” sözcüğünden türemiş bu sözcük dikkatleri yalnızca bu dünyaya, bu dünyadaki şeylere yoğunlaştırma anlamındadır Toplumun dini, sosyal hayatın dışında bir kompartımana yerleştirmesidir. ). Akpınar, gitgide daha çok uhrevi olan toplumumuzdan durup dururken söz etmedi. Söz konusu olan demokrasiydi: “Demokrasiyi biz hep yanlış anladık. Bize galiba hep yanlış anlattılar. Demokrasi önce eşitlik dediler olmadığını sonra anladık. Sonra dediler ki çoğunluğun hakimiyeti. Ayıptır çoğunluk hakim olur mu dedik. Yani demokrasiyi çoğunluğun hakları karşısında azınlığın haklarının korunduğu kurumların ve kuralların olduğu sistemdir, diye algıladık. Çok güzel söyleniyor. ama onun da olmadığını anladık.
Son vardığımız noktada özgür iradeleriyle geleceklerini tayin edecek insan topluluklarının yönetildiği şekil olarak biliyoruz demokrasiyi . Burada bir anlaşma bir uzlaşma (konsensüs) aranmaz. Bizim bütün derdimiz o. Gelin herkes aynı düşünsün, birlik, beraberlik, mutabakat falan. Yok böyle bir şey. Böyle olmayacak. Herkes ayrı düşünecek. Ve ayrı düşünenlerin beraber yaşadığı bir rejimi idareye uygulayacak. Sokaktaki insan da ona uyacak. Bunu da kendi özgür iradesiyle tayin edecek. İstismar edilerek değil. Ekonomik istismarla değil, din istismarıyla değil.”
İşte bu yüzden dünyaya önem vermenin cayılmazlığından söz etti, Metin Akpınar. Arada komedyen olarak sahneye çıktığı, komediler yazdığı dönemden de söz etti: “Bizim oynadığımız aktif olduğumuz dönemlerde abarttığımız olgular bugün normal. Neyi abartacağız, neyi güldüreceğiz ben dehşet içindeyim. Çok kaygılıyım.”
Siz nasılsınız?
EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp
Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.
Evrensel'i Takip Et